Engin Dinç’in röportajı
Türkiye, hava savunma sistemini kurmak üzere Çin firması CPMIEC ile FD2000 füzelerinin alımı üzerine anlaştı. Bu anlaşma bir aksilik olmazsa bir süre sonra imzalanacak. Ancak Türkiye’nin aldığı bu karara ABD ve NATO sert tepki gösterdi. Peki Türkiye, neden böyle bir karar aldı? ABD ve NATO’yu kızdırmak uğruna neden Çinli bir firmayla anlaştı? Son günlerde sıkça tartışılan bu konuyu Savunma Ekonomisi Uzmanı Emekli Binbaşı Yakup Evirgen’e sorduk.
NATO HİÇBİR ZAMAN TÜRKİYE’Yİ TAM OLARAK TATMİN EDEMEDİ
Türkiye, büyük bir aksilik olmazsa hava savunma sistemi kurmak üzere Çin firması CPMIEC ile füze anlaşması imzalayacak. Ancak bu karara özellikle ABD ve NATO’dan tepkiler var. Türkiye neden Çin firmasını seçti? ABD ve NATO neden bu duruma tepki gösteriyor?
Mesele 3 boyutlu bir meseledir. Birinci boyutu Türkiye’nin uzun menzilli hava savunma sistemine olan ihtiyacı, ikinci boyutu Türkiye’nin bugüne kadar ki savunma malzemelerini temin etmede savunma malzemesi aldığı ülkelerin Türkiye’ye olan etkileri ve ağırlığı, üçüncü boyutu da iş kriterleri bakımından Çinli firmanın önerilerinin Türkiye için cazip olması meselesidir. Doğru bir değerlendirme için bu üçünü de açmamız lazım.
İlk olarak, Türkiye’nin uzun menzilli hava savunma sistemine olan ihtiyacı yani füze savunma sistemine olan ihtiyacı çok aşikar. Daha açık bir ifadeyle komşumuz İran’ın on yıllardır devam eden füze geliştirme programlarını biliyoruz. Bununla ilgili yakında denemelerde yapmıştı. Ayrıca Suriye rejiminin elinde bulunan S300 füzelerinin varlığı da çok kesin. Dolayısıyla bunların varlığı, kısa ve orta vadede Türkiye için bir savunma ihtiyacını ortaya koymaktadır. Meseleye bu açıdan bakılması lazım.
İkincisi; yine bu çerçevede Türkiye roket teknolojilerini kendisi geliştirmiş durumda. Ancak balistik füze yapımı konusunda bir miktar teknolojiye ihtiyacı var. Türkiye, bu teknolojileri transfer etmek için özellikle Batı ittifakı içinde bugüne yaptığı görüşmelerden sonuç alamamış durumda. Dolayısıyla şimdi Türkiye’de hem yerli üretim hem de teknoloji transferi vasıtasıyla kısa bir süre sonra bu teknolojileri elde etmiş olacak ve kendi füzesini gerçekleştirebilecek duruma gelecek. Daha da önemlisi, bundan sonraki hedefi doğrultusunda Türkiye’nin bir uzay aracı fırlatma tesisine ihtiyacı var. Bu teknolojiler sayesinde bunu da elde etmesi mümkün olacaktır. Dolayısıyla Türkiye’ni bu üç hedefini; yani hava savunma sistemini kurabilmesi, balistik füze yapabilmesi ve uzay aracı fırlatma tesisi yapabilmesi için böyle bir teknoloji transferine ihtiyaç var. Bu ihtiyacı karşılayacak olan yegane firma da Çin’in CPMIEC diye bildiğimiz, yani bize FD2000 sistemini satacak olan Çinli firma. Bu Çinli firma İran’a yardım ettiği için Batılı ülkeler tarafından ambargo uygulanmış bir firma olarak karşımızda duruyor. Türkiye bu teknolojileri Batıdan istemişti, fakat kimse buna yanaşmıyor. En son örneği de malumunuz bu Suriye krizi ortaya çıktıktan sonra yaşandı. Bu krizde hava savunma ihtiyacı amacıyla istediği patriotları bile Türkiye’ye göndermediler. Adamlar geliyorlar, biz ihtiyacımızı söylüyoruz; “patriotların yetenekleri belli, buna göre şuralar şuralara konuşlandıralım” diyoruz. “Olmaz kardeşim, biz geleceğiz inceleyeceğiz” diyorlar. Sonra da “sizin ihtiyacınız o kadar değeil bu kadar” diyorlar. Bir de geçmişte NATO’nun Türkiye ‘nin ihtiyaçları söz konusu olduğundaki reaksiyonları dikkate alındığında, Türkiye bu anlamda tam olarak hiçbir zaman tatmin edilebilmiş değil.
PATRİOT’LARIN BAŞARI ORANI YÜZDE 50’Yİ GEÇMİYOR
Gelelim meselenin üçüncü boyutuna… İş kriterleri açısından hadiseye bakıldığında Türkiye böyle bir sistemi yaklaşık 4 milyar dolar gibi bir paraya kurabileceğini öngörürken 3 milyar dolarında altına düşecek bir teklifle karşı karşıya… Hepsinden daha önemlisi ABD şirketleri yani Raytheon ve Lockheed Martin konsorsiyumu ile Fransız-İtalyan ortaklığı olan Eurosam markası, Türkiye’ye belli oranda teknoloji transferi ve yerli üretime sıcak bakmadılar.
F400’ler ya da S300’lerle ihaleye katılan ve belli bir üretimi öngören Rusya ise istenilen seviyede bu transferi ve bu şartları sağlamıyor. Kaldi ki hepsinin fiyatı Çin’in verdiği fiyatın üstünde. Burada akla şu gelebilir, hani kamuoyunda bir Çin malı imajı da var, biliyorsunuz. Çok ucuza çok kalitesiz ürünler söz konusu olabilir. Ancak artık Çin’in dünyadaki imajına bakıldığında her kalite ve fiyat düzeyinde ürün geliştirebildiği ortadadır. Bize verilen FD2000 sistemi, teknolojik olarak emsali sistemlerle mukayese edildiğinde hiç de geride değil. Yani FD2000yeni nesil bilişim ve elektronik teknolojilerine sahip bir sistem. Uçaklara en az 100-125 km mesafeden, füzelere 25 km mesafeden etkili olabiliyor. Dolayısıyla emsalleriyle mukayese edildiğinde bu rakamlar sistemin özelliklerinin yeterli olduğunu ortaya koyan hususlar. Hatta füzenin hızının, ses hızının 4.2 katında olması çok önemli.
Körfez harekâtı sırasında patriotların başarı oranının yüzde 40’larda olduğunu hatırlarsak bunu daha iyi anlayabiliriz. Dünya basınında Türkiye’ye son gönderilen patriotların geliştirildiği ve biraz daha iyileştirildiğiyle ilgili bilgiler de var. Ama hangi oranda bir başarı sağladığını bilmiyoruz. Bunu daha açık bir ifadeyle şöyle anlatmak mümkün; patriotlar eski başarı oranlarına göre, kendi menzili içerisine giren her 100 füzeden 40 veya 46 tanesinde etkili olabiliyor. Şimdi oranın yükseldiğini düşünüp yüzde 50’lileri geçtiğini farz etsek bile tam bir hava savunma sistemi olarak karşımızda durmamaktadır. Gerçi tüm füzelere karşı yüzde 100 etkili bir hava savunma sistemi henüz dünyada yok. Ancak bu oranların yukarıya çekilmiş olması önemli.
TÜRKİYE İLK DEFA ASKERİ MALZEME ALDIĞI ÜLKELERİN ETKİSİNDE KALMIYOR
Ben şahsen, FD2000 sisteminin patriot sisteminden daha aşağıda olmadığını belirten bilgiler edinmiş durumdayım. Türkiye bu sistemi almakla ve büyük kısmını ülkemizde üretecek olmakla birlikte balistik füze yapabilecek teknolojileri de elde etmiş olacak.
Meselenin çok daha önemli bir boyutu ise Türkiye tarihinde ilk defa askeri malzeme aldığı ülkelerin etkisinde kalmadan, bağımsız bir şekilde karar verebilmiş olmasıdır. Şu ana kadar anlattıklarımdan daha önemli bir husustur. Yıllardır ABD’den askerimizin çatalına, kaşığına kadar her şeyi aldık. Yakın zamana kadar da bunları belli oranda yerli sanayiden elde etmeye başladık. Ancak son yıllarda özellikle kara araçları konusunda bir denge politikası güderek özellikle tırtıklı ve tekerlekli araçlarımızın bir kısmını Almanya’dan temin etmeye başladık.
Bu noktada Türkiye modern savunma araç, gereç ve teçhizatı temin ederken NATO ittifakı içerisinde bulunan diğer ülkelerin etkisi altında karar vermek zorunda kalıyor idi. Bu cümleyi sarf ederken gerçekten üzülüyorum ve zorlanıyorum. Ama bu değişmeyen bir gerçekti. Türkiye ilk defa hiçbir baskı altında kalmadan, hatta yapılan baskılara rağmen böyle bir kararı alabilmiştir. Bu çok önemsenecek bir durumdur.
Tabi bunun arkasından ne gelecek onu bilemiyoruz. Gelmeye de başladı. Gerek NATO çevrelerinden gerekse ABD’den, diğer ülkelerden Türkiye’ye baskılar olacaktır. Türkiye, kamuoyuna yansıyan ve yansımayan çok ciddi baskılara maruz kalabilecektir. Hatta bunun sadece siyasal anlamda değil belki de eknomik vs. gibi yan etkilerini, her türlü argümanı kullanarak Türkiye’yi sıkıştıracaklardır. Çünkü bir ülkeyi kendinize bağımlı kılmanın en etkili yolu onun askeri savunma malzemelerini sizin vermenizdir.
Tüm dünyada bunun örnekleri vardır. Türkiye de yakın zamana kadar edilgen tarafta kalan ülkelerden birisiydi. Şimdi ilk defa belini doğrultup, “kardeşim benim ihtiyacım budur” diyebildi. Tabi onlar da kamuoyuna mutlaka İşte NATO sistemlerine entegre değil gibi makul bir takım gerekçeler sunacaklar. Entegre olur ya da olmaz bunun kararını yine Türkiye verecektir.
İşte efendim, “NATO sistemlerini riske eder.” Bunun da kararını Türkiye verecektir. Çünkü Türkiye’nin önceliği kendi güvenliği ve menfaatleridir. Bugüne kadar Türkiye’yi tatmin edecek şekilde koruyup kollamazsanız, Türkiye de kendi başının çaresine bakmak zorundadır ve bakabilecek durumdadır.
Bana sorarsanız, Türkiye’de bu uygulamalar, Savunma Sanayi İcra Komitesi’nin 2004 yılında aldığı, devrim niteliğinde bir kararın akabinden gelen uygulamalardır.
ASKERİMİZİN ELİNE BUGÜNE DEK BİR MİLLİ TÜFEK VEREMEDİK
Savunma Sanayi İcra Kurulu kimlerden oluşuyor? Yani bu karar verilirken askerlerin teknik olarak önerileri mi ön plana çıktı? Bu kararlar nedir?
Savunma Sanayi Müsteşarlığı, devletin adına savunma sanayi politikalarını araştıran, ortaya koyan bunları yasal çerçevede uygulayan ve bu sektörü yöneten, yönlendiren bir kurumdur. Savunma Sanayi İcra Kurulu’nda ise Başbakan, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve bu kuruluşun müşteşarı vardır. Sekreterya görevini de yine Savunma Sanayi Müsteşarlığı yapar. Bu tip ihalelerde Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın kendi uzmanları vasıtasıyla yaptığı bu çalışmalar sonucunda finale kalanlar, seçenekli olarak bu kurulun önüne konur. Değerlendirmeleri bu kurul yapar, kararı verir ve uygulanır.
2004 yılında Savunma Sanayi İcra Komitesi’nin aldığı kararlar ise şunlardı:
Türkiye’de artık yüksek teknoloji ürünü olan ana sistemlerin; yani hava araçları, kara araçları, elektronik sistemler, roket ve füze sistemleri vs. gibi ana sistemlerin tedarikinde yerli katkı oranının mutlaka aranması kuralıdır. Alınan kararlardan en önemlisi budur. Bugün mesela dünyanın gıptayla baktığı 3. nesil Altay tankı dediğimiz modern tank, İşte Atak projesi bu kapsamdadır. A400M nakliye uçağı ortaklığımız bu kapsamdadır. F35 projesine katılma şartımız bu kapsamdadır. F16’ların savaş yönetimi yazılımlarının Türkiye tarafından zorla da olsa alınması bu kapsamdadır.
Binlerce askeri olan bir ülke ordusunun eline milli bir tüfek verememiş vaziyetteydi. Bugün prototipler yapıldı, gerçekleştirilemedi ama en azından yapabilme kudretimiz ortaya çıktı. Kendi özgün tasarımımız olan tüfekler var. Yakında seri üretime başlarsa artık Mehmetçiğimiz kendi milli tüfeğini kullanacak. Bugüne kadar neyi kullandı? 2. Dünya Savaşı’ndan arta kalan tüfekler M1 piyade tüfekleri Türkiye’ye verilmişti. Yakın zamana kadar, ben de dahil olmak üzere, M1 piyade tüfeğini kullandık. Daha sonra Almanya’dan alınan G3 lisansı ile Makine Kimya’da üretilen G3 diye bildiğimiz, bugün de hala kullandığımız tüfekleri kullandık. Biz bugüne kadar, ‘büyük Türkiye, güçlü ordu’ falan diyorduk ama gerçeği de görmemiz lazım. Hiçbir askerimizin eline bugüne dek milli tüfeğimizi verememiştik. Ve halen de vermiş değiliz ama bunu yapabilecek çok büyük imkanlara sahibiz. Hem özel sektörümüz hem kamu fevkalade imkanlara sahip. Nedendir bu milli tüfeğimiz seri üretime geçip mehmetçiğimizin eline teslim edilmiş değildir.
Ama diğer taraftan da HÜRKUŞ diye bilinen hava kuvvetlerinin ihtiyacı olan eğitim uçağı yapılmaya başlanmıştır. Helikopter projelerimiz vardır hatta MİLGEM projesiyle Türkiye özgün milli savaş gemisi programını rahatlıkla yürütmektedir. ALTAY diye bilinen modern tank projesi devam etmektedir.
ARTIK DEVİR FÜZE DEVRİ
Türkiye’nin ihtiyacına uygun silahları, uygun kanallardan elde edebilmesi, ordunun yeni teknolojilerle dönüşümü bölgesel olarak yeni bir güç olması gelmesi anlamına gelir mi?
Türkiye’nin kararlarını bağımsız olarak verebilmesi başlı başına bir bir anlam taşır. Ancak bu kapsamda Türk dış politikasının koşulsuz olarak desteklenmesini temin etmeye dönük olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin caydırıcılık gücünün ve etkisinin artırılması çok önemlidir. Bunu sağlanması için bir sürü askeri teknik bilgi ve çalışmaya ihtiyaç var.
Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadeli risk analizlerini yapmakla başlayarak yani askeri tabiriyle tehdit değerlendirmelerini yaparak yine değişik vadelerdeki kuvvet ihtiyacını ortaya koymak gerekir. Bu kuvvet ihtiyacını karşılamak için kuvvet yapısının ne olacağını, yani ne kadar insan, ne kadar teknoloji ağırlıklı olacağı vs gibi şeyleri tespit etmek gerekir. Kuvvet yapısı ortaya çıktıktan sonra bunlarla ilgili programlar geliştirilir ve yapılır.
Artık devir füze devri. Dünya namlulu silahların gittikçe önemini kaybettiği, bu silahların yerini başka gelişmiş sistemlerin aldığı bir yolda ilerliyor. Türkiye bu alandaki gelişmelerden uzak kalıp, sadece gelişmiş ülkelerin envanterinden çıkardığı eski sistemleri alıp kullanan, bunların eğitimini yapan, bunları sadece komşularına karşı bir savunma mekanizması geliştirmiş bir ülke olmaktan çıkmış durumda. Çünkü teknolojinin, iletişimin ve ulaşımın getirdiği ortada dünyayı küçültmüştür. Yani dünyanın bir başka bölgesine ilgisiz kalmanız artık mümkün değildir.
Türkiye de kendi içine, sınırlarına kapanıp kalmamalıdır. Türkiye’nin de savunma mekanizmalarını kullanırken en ileri teknoloji kullanması gayet tabiidir. Bu teknolojileri kısmen geliştirirken, kısmen de transfer etmesi gayet doğaldır. Ama dediğim gibi, artık bu konularda tümüyle dış etkilerden bağımsız karar verebilecek bir noktada olması çok önemsenmelidir. Bence meselenin bu boyutu üzerinde durmakta fayda var. Zaten Sayın Savunma Sanayi Müsteşarı 5 madde halinde neden Çin firmasını tercih ettiklerini açıkladı. Yani fiyatının uygunluğunu, teknoloji transferini, NATO ittifakı dışında bir malzemelerinin olmadığını söyledi. Tabi Yunanistan’ın da Rusya’dan S300 aldığı biliniyor. Onlar için böyle bir sakınca öne sürülmemişti. Türkiye için böyle bir itirazın öne sürümesi, NATO’nun veya NATO ittifakındaki ülkelerin, başta ABD olmak üzere rahatsızlığını ifade etmesi Türkiye’nin bağımsız politika izlemesinden kaynaklanmaktadır. Yoksa Türkiye, bir tehdit unsuru olarak kendisini geliştirmeye çalışmamaktadır. Bu zaten tüm dünya tarafından bilinmektedir.
Ancak nasıl ki, Yunanistan’da Türkiye korkusu hep işlenmişse, birçok ülke kendi iç politikalarına dönük mesajlarında bu Türkiye aleyhtarlığını işlemeye devam etmektedir. Ama Türkiye’nin tehdit haline dönüşen bir ülke olmadığı, niyetinin de böyle olmadığı ve ilkeli davrandığını zaten herkes görmekte.
On5yirmi5.com