Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, “Bilinmelidir ki İslam’a göre hakikat hiç kimsenin tekelinde değildir. Meşru olan gayeye hiçbir zaman gayrimeşru yöntemlerle ulaşılmaz. Hile yapmak, şantaj uygulamak, desise oluşturmak ve fitne çıkarmak İslami ahlakın asla tasvip etmeyeceği hususlardır” dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığınca Ankara Bilkent Otel’de gerçekleştirilen ve üç gün sürecek şura, “Günümüzde Yeni Dini Anlayışlar; Dini Bilgi, Eğitim ve Din Hizmetleri” başlığı altında toplandı.
Görmez, Kur’an’ı Kerim okunmasıyla başlayan şuranın hayırlı sonuçlar doğurmasını temenni ederek, İslam dini, medeniyeti ve coğrafyasının bugün içinden geçtiği ve belki de tarihin bu en zorlu sürecinde bütün Müslümanların hayati meselesinin hiç şüphesiz, din konusunda doğru ve sahih bilgi üretimi meselesi olduğunu belirtti.
Ölümlerin, vahşetin, dehşetin ve şiddetin tüm korkunçluğuyla yaşandığı İslam coğrafyasının, her şeyden önce doğru bilgiye, hikmetli söze ve derin irfana ihtiyaç duyduğunu bildiren Görmez, İslam medeniyeti bilgi, hikmet ve marifetler yoğrularak iman, akıl ve ahlakla inşa edildiğini söyledi.
“Türkiye’de din hizmetleri sağlıklı zeminde seyrediyor”
Görmez, İslam âlimlerinin, entelektüellerinin ve bilim adamlarının omzundaki sorumluluğun büyüklüğünü vurgulayarak, “Bu sorumluluk, dini ve gayridini tasnifine girmeden, aklı ve vahyi karşı karşıya getirmeden ilim, hikmet ve marifeti ahlak, adalet ve merhametle mecz edecek bir bilginin üretimi, eğitimi ve öğretimi mevzunu daima bir mesele, bir dert ve bir gaye haline getirmektir. Aksi takdirde ‘İslam medeniyeti’ söylemleri sadece geçmişle avunmanın ve çağımızda yaşananlara karşı bir savunmanın ötesine geçemeyecektir” değerlendirmesinde bulundu.
Mehmet Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugün, ateş çemberinin ortasında yer alan ülkemiz, hala bir esenlik ülkesi olarak umut vaat etmeye devam ediyorsa, bunda pek çok sebebin yanında din eğitimini, din öğretimini ve din hizmetlerini başından beri ciddiye alarak bugünün dünyasında onu ikame etmeye çalışmasının payı asla gözardı edilemez. Bu konularda her ne kadar ülkemizde zaman zaman bazı kırılmalar yaşanmış olsa da din eğitimi ve din hizmetleri, diğer İslam ülkelerine nazaran çağımız koşullarında daha sağlıklı bir zeminde seyretmektedir.”
Diyanet İşleri Başkanlığının varlığının yurt içinde ve dışında barış, güven ve huzur vesilesi olduğunu söyleyen Görmez, kurumun ulusal ve uluslararası faaliyetlerine değindi.
Görmez, bu durumun Türkiye için hem büyük bir fırsat hem de önemli bir husus olduğuna işaret ederek, halihazırda üretilen bilgi ve sunulan hizmetleri yeterli olmadığını ifade etti.
Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Türkiye’nin tüm dünyada bir umut olmasının, dini-ilmi sahalarda da bir başvuru merci haline gelmesi çalışmalarının, kurum ve müesseseleri yeniden gözden geçirmeyi zorunlu kıldığını bildirdi.
Nevzuhur dini tezahürler
Pozitivist eğitim anlayışının bir şekilde dini anlama biçimlerine de yansımasının bazı savrulmalara neden olduğunu söyleyen Görmez, modern zamanlarda ortaya çıkan nevzuhur dini tezahürlerden birisinin İslam’ın cihanşümul hak ve adalet anlayışına, sevgi, şefkat ve rahmet mesajına gölge düşürdüğünü, Batı dünyasında İslamafobik korkuların oluşmasına sebep olduğunu ve medeniyetler arası çatışma üretmek isteyen görüş ve çıkar odaklarının aracı haline geldiğini anlattı.
Görmez, tarih boyunca İslam medeniyetinde egemen olmayan, şazz ve marjinal kalan bu anlayışın önceleri tamamen selefe ve dini metinlere bağlılığı ifade ederken Moğol istilasıyla bir eylem ve hareket alanına dönüştüğünü bildirdi.
Bu anlayışın bazı devletlerin ideolojisi haline geldiğine de işaret eden Görmez, şöyle devam etti:
“Afrika Sömürgeleri, Afganistan işgali, Bosna ve Çeçenistan savaşları, Körfez Savaşı ve Irak işgali gibi İslam dünyasının dini ve kültürel fay hatlarını sarsan büyük acılardan sonra bu anlayış sömürge, şiddet, savaş, işgal ve istibdatlerin gölgesinde yetişen yaralı bilinçlerin ve ölümcül kimliklerin hatta Batı’da varlıkları ve kimlikleri yok sayılarak ötekileştirilen genç kuşakların, uğruna canlarını verdikleri ve insanları hunharca katlettikleri bir kurtuluş ideolojisine dönüşmüştür. İslam dünyasının sorunlu bölgelerinde varlığını kuvvetlendiren bu anlayış İslam’ın ilk fitne hadiselerinde ortaya çıkan harici unsurların düşünce, tavır ve diliyle birleşince bugün itibariyle İslam için ve İslam toplumları için en büyük sorun haline gelmiştir. Bu anlayışa göre hakikat ‘selef’ adı verilen sadece ilk üç neslin inhisarındadır. Ancak zamanla modernitenin etkisiyle ihdas ettikleri kendi hakikatlerini, ilk üç mübarek nesle izafe ettiklerinin farkında değildirler. Kendi hakikatlerine ve dini anlayışlarına inanmayanları, İslam’ın ana yolunun tarih boyunca prensibi olan ‘ehl-i kıble tekfir edilmez’ düsturunu yok sayarak kolaylıkla tekfir eden bu zihniyet, kendi dışındaki bütün inanış ve mezheplerle savaşmayı cihad olarak kabul etmeye başlamıştır.”
“Hakikat hiç kimsenin tekelinde değildir”
Günümüzde tasavvufla ilgili tartışmalara dikkati çeken Görmez, kişinin kendi nefsini tezkiye etmesi ve ferdin ıslahından cemiyetin ıslahına ulaşılması üzerine kurulan bu anlayışın başından beri tarihteki varlığına değindi.
Görmez, bütün dünyayı kurtarma iddiasıyla ortaya çıkan ve mega idealler peşinde koşan bir misyon edasıyla hareket eden dini yapılara da işaret ederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Başlangıçta bir kişi etrafında oluşan bu hareketler, zamanla kendi içinde bir yapıya, bir söyleme, bir gayeye ve büyük bir hedefe dönüşmektedir. Dini referanslar ve peygamberlerin mücadelesi dahi daha çok araçsal bir boyut kazanan bu hareketlerde başarıya endeksli olmak büyük bir gaye olarak kabul edilmektedir. Şahıs merkezli bu hareketlerde ahireti kazanma karşısında akıl ve vahiy devre dışı bırakabilmekte, körü körüne itaat kültürüyle iradeler teslim alınabilmektedir. Bilinmelidir ki İslam’a göre hakikat hiç kimsenin tekelinde değildir. Mümine düşen görev, hakikate sahip olmak ve insanları kendi hakikatine davet etmek değil, daima hakikatin yolunda olmaktır.
Meşru olan gayeye hiçbir zaman gayrimeşru yöntemlerle ulaşılmaz. Hile yapmak, şantaj uygulamak, desise oluşturmak ve fitne çıkarmak İslami ahlakın asla tasvip etmeyeceği hususlardır. İslam fitneyi savaştan beter görür. Dini, kişilere ve anlayışlara hasretmeyi değil, Allah’a has kılmayı ve tüm eylemlerin sadece O’nun rızasına uygun olmasını ister.”
Diyanet İşlerine özeleştiri
Görmez, din eğitimi, öğretimi ve dini hizmetlerin nasıl yapılacağının tarih boyunca tartışalageldiğini de söyleyerek, din hizmetlerinin nasıl olacağına Diyanet örneğinde Türkiye uygulamasıyla bir model teşkil ettiğini dile getirdi.
“Diyanet’in yapısı Hristiyanlıkta olduğu gibi bir kilise yapısı değildir. İslam, bu anlamda bir dinsel kurumu tasvip etmez” diyen Görmez, Diyanetin toplumun dini ihtiyaçlarını ve yaygın din eğitiminin karşılanmasını esas aldığını kaydetti.
Görmez, dini fikirler, görüşler ve düşüncelerin tarihte olduğu gibi günümüzde de farklılıklar arz edeceğini belirterek, bu farklılıkların, medeniyetlerinin önemli bir zenginliği olduğunu dile getirdi.
“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da bir özeleştirisini yapmak zorundayız” ifadesini kullanan Görmez, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Başından beri sağduyulu halkımızın büyük teveccühünü kazanan Başkanlığımız, taşıdığı önemi tam anlamıyla kavrayabilmiş midir? Din görevlilerimiz, memuriyeti hakkıyla yerine getirmenin ötesinde bir şuurla ‘din gönüllüsü’ olabilmiş midir? Toplumun sadece ibadetiyle, nikahıyla ve cenazesiyle değil, aynı zamanda çocuğuyla, kadınıyla, yaşlısıyla, derdiyle, fakiriyle, hastasıyla, mahkumuyla, sokağa terk edilenleriyle beraber olmayı başarabildik mi? Din tanımımızı revize etmekle din hizmetimizi hayatın her anına ve her alanına ulaştırma idealimize yaklaşabildik mi? Bu vesileyle rahmetle yad etmek istediğim Nurettin Topçu‘nun ‘Din adamını, her sefaletin ve ızdırabın barındığı yerde arayıp bulmalıyız. Hastanede, hapishanede, muzdarip işçinin yanında, yalnız ve sahipsiz yaşayanların başucunda o bulunmalıdır. O insan hareketlerinin uzanabildiği her yerde görevlidir. Gerçek din adamı bağrı başlu, gözü yaşlu, hizmet ehli, varlığından soyulmuş ve hayat kervanının en sonunda yürüyen bir neferdir. Kavuklular değil, kalpliler din adamlarıdır. Kalabalıktan değil Allah’tan kuvvet alacaktır, yalnızlığı ile Allah’ın saltanatına sığınacaktır. Allah’ın kullarına hizmetin, Allah’a hizmet olduğunu bilendir’ şeklindeki harikulade tasvirinde kendimizi bulabildik mi?”
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Hüseyin Kayapınar da Hz. Muhammed ve sahabelerin önem verdiği istişarenin dinde asla ihmal edilemeyeceğini vurguladı.
Yüksek Kurulun da istişareyi ön planda tuttuğunu ve şuranın bu sebeple gerçekleştirildiğini belirterek, şurada, 300 bilim insanı ve kurul temsilcisinin katılacağını bildirdi.
5. Din Şurası
‘İslam Dünyasında Değişimin Dinamikleri’, ‘Hayata Uyumun Aracı ya da Çatışmanın Kaynağı Olarak Mezhep’, ‘Günümüzde Dini Anlayışlar: Kaynakları, Ayrışma Noktaları/Nedenleri ve Yeni Kimlikler’, ‘Dini Anlayışların ve Yaşam Biçiminin Oluşumunda Etken Olan Metodolojik Unsurlar’, Dini Hayatta Evrilme, İnanç ve Amelde Eksen Kayması’, Modern Toplumda Dinin Bireysel Ve Toplumsal Temsili’ gibi konuların masaya yatırılacağı şura, 10 Aralık’ta sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona erecek.