Bünyamin Gültekin’in haberi
Özgün İrade dergisi yayın koordinatörü yazar Ümit Aktaş, Kayseri İlim Hikmet Vakfı’nda düzenlenen konferansta “İslamcılık” konusunu anlattı.
Konferansına, İslamcılık konusunu tekrar tekrar konuştuğumuzu ve daha çok konuşacağımızı söyleyerek başlayan Aktaş, bu sene İslamcılık için bitti veya bitmedi diye büyük tartışmalara girildiğini aktardı. Aktaş, tartışmaların gündeme gelmesinin kazara olmadığını, İslamcılığın belli bir noktaya gelmesi ve özellikle iktidar ile olan ilişkileri babında bir hesaplaşma ve yüzleşme ve geleceğe doğru farklı arayışların tartışılması nedeniyle bu tartışmanın bir zaruret arz ettiğini kaydetti.
İslamcılık bir diriliş hareketidir
İslamcılık tartışmasını Ali Bulaç’ın başlattığı düşünülse de aslında ondan önce birkaç dergide İslamcılık konusunun tartışıldığını belirten Aktaş, şunları aktardı: “Daha önceleri yayın yönetmenliğini benim yaptığım Özgün İrade dergisi, İslamcılık konusunu işlemişti. Konu gündeme gelmeden önce Ali Bulaç’ın konu ile ilgili ilk yazılarının yayınlandığı yer de bu dergideydi. Tabi oldukça velut bir alan. Belki binlerce yıl tartışılmış ve tartışılacak bir mesele…”
İslamcılık konusu yeni bir konu olmasına rağmen “binlerce yıl” demesinin nedenlerini ise Aktaş şu sözleriyle açıkladı: “Binlerce yıl dememin nedeni, Hz. Adem ile başlayan İslam meselesinin üzerinde her peygamberin yeniden yaptığı yenilenmenin bir anlamda 1800’lü yıllarda bir Müslüman kuşak tarafından tekrar başlatılması anlamına geliyor. Meseleyi bu şekilde görmek lazım. Yani bu mevzu Cemalettin Afgani gibi veya Abduh gibi bazı Müslümanlar tarafından Batı karşısında durulan pozisyondan kurtulmak için başlatılmış bir şey değil, her şeyden önce nebevi bir misyonun yeniden ele alınması ve yeniden sürdürülmesi için başlatılmış, yeniden diriliş ve doğuş hareketidir. Bu bir anlamda bir tecvit hareketidir. Peygamberimizin her çağda bir müceddidin geleceğine dair bir hadisi var. Kur’an’ın yeniden okunması ve yeniden yorumlanması anlamında… Tabii ki buradaki ‘çağ’dan yüz yılı anlamayalım. Buradaki çağ on yılda bir de olabilir, bin yılda bir de olabilir. Biz Müslümanlar olarak Kur’an’ı yeniden okumak, anlamak ve anlamlandırmak zorundayız. Oradan yeni şeyler anlamak ve topluma yeni şeyler sunmak zorundayız. Bu yaptığımız şey işte bir anlamda İslamcılık olarak tanımlanabilir.”
Her başlangıç bir kökene dönüş hareketidir
Afgani ve arkadaşlarının başlattığı hareketin İslamcılık olmadığına da değinen Aktaş, “Onların tanımları İttihat-ı İslam düşüncesiydi. Bu sadece siyasal bir düşünce değil, onun ötesinde kaynaklara dönmek, Kur’an’a ve sünnete dönmek, İslam’ı yeniden okumak, yeniden anlamlandırmak, o geleneğin tortusunu ortadan kaldırarak yeni bir İslam anlayışı ortaya çıkarmak içindi. Bir anlamda siyasi bir amacı olurken, diğer yandan da bir yenilenme amacı barındırıyordu. Bunun başlangıç noktası olarak İbni Haldun, Katip Çelebi veya İbni Teymiye, hatta 1800’lerin başındaki Abdul İbni Vahap gibi aydın ve âlimlerin çabaları zaten belli bir gidişata işaret etmekteydi. Afgani ve Abduh’un kuşağı şöyle bir durumdaydı: Dünya Müslümanlarında o güne kadar atalet diyebileceğimiz bir şey vardı ama Batı dünyası bu ümmet coğrafyasını henüz işgal etmiş değildi. Yani onunla doğrudan doğruya yüzleşme durumunda değillerdi. Ama özellikle 18. yüzyılın sonlarına doğru nerdeyse ümmet coğrafyasının birçok yeri emperyalist devletler tarafından işgal edilmişti. Burada emperyalistler tarafından işgal edilmeyen sadece Osmanlı, İran ve Afganistan ülkeleri tam olarak emperyalistlerin işgaline uğramamıştır. Bunun dışında Batı dünyası dışındaki bütün dünya, emperyalizm tarafından nasıl işgal edildiyse coğrafyamız da işgal edildi. Bu işgaller Müslümanları ister istemez bir kriz durumuna soktu. Aslında Afganilerin çıkış noktası bu krizlere kaşı bir cevap vermek amacı barındırıyordu. Bir bakıma bir mecburiyet vardı. Bu mecburiyet o aydınlar kuşağını ister istemez kaynağa yöneltmek durumunda bıraktı.”
Kaynağa dönüşü, her başlangıç durumunun bir kökenden hareket edilmeyi zorunlu kılması nedeniyle olduğunu kaydeden Aktaş, Avrupa örneğini verdi: “Avrupa aydınlanması da gidip kendisine Eski Yunan’da bir köken icat etmeye çalıştı.” Ancak Afganilerin başlattığı hareketin aynı zamanda bir İslam aydınlanması olduğunun altını çizen Aktaş, “Bu İslam aydınlanması kendi kökenini Asr-ı Saadet’te buldu” dedi.
Zamanın çağrılarına icabet etmeliyiz
Ümit Aktaş sözlerine şöyle devam etti: “Biz Kur’an’ı okuduğumuzda ondan yeni bir şey anlamıyorsak onu yeniden okumuş sayılmayız. Kur’an öyle bir kitaptır ki okuyanı sürekli yenilediği gibi kendisini de yeniler. Bunu göremediysek gerçek anlamda Kur’an’ı okumuş sayılmayız. Çünkü Kur’an kendisine oku diye bir giriş yaptırıyor. Kur’an’ın okunması yanında toplumu ve dünyayı okuma ve değiştirmesi manasına geliyor.”
Ayrıca zamanın bizim önümüze koyduğu mecburiyetlere karşı ‘evet işte ben buradayım, bunu üstlenmeye hazırım’ demek durumunda olduğumuzu ifade eden Aktaş, “Buna birisinin çağırmasına gerek yok. Bu çağrıya bizim kendimizin icabet etmesi gerekiyor. Yani Peygamber Efendimizin de Hira’ya gitmesi bu çağrıya icabet etmesi demekti. Eğer biz bu çağrıya uyarsak zaten okuma kendiliğinden gelecektir. İşte Afgani kuşağı da o çağrıya kulak verip görev üstlenenlerdendi” diyerek, dünya Müslümanlarının 12. ye 13. yüzyıldan itibaren Kur’an’ın yeniden okunmasından uzaklaştığını açıkladı.
Aktaş devamında şunları anlattı: “İbni Haldun 1400’lü yıllarda Mukaddime’sinde şunları yazıyor; ‘bir zamanlar Avrupalılar gelip, ümmet coğrafyasındaki üniversitelerde ilim tahsil ediyorlardı. Ama son zamanlarda gelmez oldular ve duyduğum kadarıyla Avrupa’da kendi üniversitelerini oluşturmuşlar ve artık ilimi orada tahsil etmeye başlamışlar.’ Avrupa’da burjivazinin oluşması 12. yüzyıldadır ve burjivazi üniversiteleri bu yıllarda oluşmaya başladı. Bu üniversiteler bizdekilerin bir taklidiydi. Oradan elde edilen bilgilerle o üniversiteleri kurdular. Ama bundan sonra Avrupa kendi özgünlüğü ile o üniversiteleri sürdürdü. 16. ve 17. yüzyıllara gelindiğinde bu gelişme bir Avrupa aydınlanmasına yol açtı. Ama Müslümanlar geride kaldılar. İşte o durgunluğu ve geri kalmışlığı telafi etmek için Afgani kuşağı hızlı bir giriş yaptı.”
Ümit Aktaş, Afgani’nin aceleci ve devrimci bir kişiliğe sahip olduğunu, bu nedenle de Afgani’nin bir anda İslam birliğinin sağlanması ve devrimci bir şekilde Batıya başkaldırma çabası içerisinde olması hasebiyle Afgani’nin, Abduh ile olan tartışmasını anlatan Mehmet Akif’ten şu anekdotu aktardı: “Mehmet Akif Afgani’nin aceleciliği nedeniyle Abduh ile tartışmasını şu şekilde verir; Abduh İslam birliğini kurmak için önce okullar kurulmasını ve burada verilen eğitimle yeni gelen nesillerle bu birliğin oluşturmasını savunurken, Afgani ise bunun acele bir şekilde, hemen yapılmasını istemiştir.” Akif’in bu konuda Abduh’tan yana olduğunu açıklayan Aktaş; “Çünkü bu ideallerin gerçekleşmesi için uzun vadeli bir gelişme ve yeni nesillerin yetişmesi gibi uzun soluklu bir çabayı gerektiriyor” dedi.
Günümüzde İslamcılık kavramı
Günümüzde ise İslamcılık tartışmasına girenlerden Mümtaz’er Türköne’nin milliyetçi bir bakış açısı ile baktığı için tezlerini Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi Osmanlı aydınları ile irtibatlandırmaya çalıştığını ifade eden Aktaş; “Evet, onlar da İttihat-ı İslam kavramını kullanmıştır. Ama onlar Afgani’nin başlattığı akım içerisinde bunu ifade etmişlerdir. Onlar da Afgani ile hemen hemen aynı düşüncelere sahiplerdi. Onların da haklarını inkar etmemek gerekiyor” dedi. İttihad-ı İslam’a paralel olarak Abdülhamid’in de hilafet doktrinini güçlendirmeye çalıştığını açıklayan Aktaş, şu sözlerle devam etti; “II. Abdülhamid, halifelik doktrinini de kullanarak imparatorluğu ayakta tutmaya çalışmıştır. Ama Afgani, Abduh, Said Nursi, Mehmet Akif, Elmalılı ve diğer aydınlarımızın düşüncesi ise daha evrensel, daha ümmetçi bir bakış açısı, yani evrensel bir İslam birliği; tabii ki bu o günler açısından oldukça ütopik bir bakış açısı… Netice olarak bu ütopyaya ulaşılamıyor. 1. Dünya Savaşı sonrasında bu görülüyor ve daha mütevazı hedeflere yöneliniyor. Öyle ki Afgani’nin öğrencisi Reşid Rıza bile ulus devlet anlayışını benimsemeye başlıyor. Akif ve diğer aydınlar da ulusal devlet istiyor.”
İslamcılık kavramını ilk, İttihad-ı İslam düşüncesini benimseyenleri aşağılamak için Ziya Gökalp’in kullandığını aktaran Aktaş, şunları söyledi: “1913 yılında Türkçülüğe karşı olan İttihad-ı İslam aydınları ‘siz Türkçülükle bölücülük yapıyorsunuz’ deyince Türkçülüğün savunucularından ve ekol isimlerinden Ziya Gökalp de, ‘biz Türkçülük yapıyorsak sizler de İslamcılık yapıyorsunuz’ diyor. İslamcılık terimi oradan doğuyor. Ama şu anda bizim kullandığımız kavram o günün kavramı değil. Şimdi kullandığımız kavram 1960’lardan sonra kullanılan bir kavram.”
Akif’in İslamcılık akımının sembol ismi olduğunu ama Ali Bulaç’ın, şairlerin, ediplerin İslami hareketin sembolü olarak gösterilmesini doğru bulmadığını ve eleştirdiğini söyleyerek, “Ali Bulaç ilmiye sınıfından geldiği için toplumun önünde ilim adamları olsun istiyor. Bu doğru bir şeydir fakat toplumsal hareketleri semboller ateşlendiriyor. Bu nedenle bu sembollere ihtiyacımız vardır” dedi.
1960’lara kadar kırılmalara uğradı
Aktaş, daha sonra İslamcılıkla beraber ‘sosyalist’ kavramının 1960’lara kadar bir kırılmaya uğradığını ve daha sonra gelen İslamcı aydınlarla bu kavramın diri tutulduğunu belirterek bunun nedenini şu sözleriyle açıkladı: “İslamcılık savunucusu Mehmet Akif ve Kuva-i Milliye destanını yazan Nazım Hikmet ülkeyi terk ediyorlar. Bu da İslamcı ve sosyalist geleneğin 1960 yılına kadar kırılmasına neden oluyor. Kırılmalarda o isimlerin tavrı çok önemlidir. Neticede bugünkü İslamcılık kavramı 1960’larda oluşmuştur. Ama 1939’da Nurettin Topçu’nun ve Necip Fazıl’ın Büyük Doğu ve diğer dergileriyle başlayan ve daha sonra Sezai Karakoç’la devam eden aydın zümre memleketin diri kalmasını sağlamıştır.”
Günümüz İslamcılık kavramının olgunlaşma safhasını da anlatan Aktaş şunları söyledi: “2. Dünya Savaşı sonrasında Müslümanlar bağımsızlığını kazanıyor. Bu sırada Batılı devletler tarafından Müslümanların arasına İsrail gibi bir çıbanbaşı sokuluyor. Biraz da yüz yıllık o İslamcılık akımının birikimiyle Seyid Kutup, Ali Şeriati, İzzet Begovic, İmam Humeyni, Mevdudi gibi neredeyse ümmet coğrafyasının hemen hemen her yerinden birdenbire eş zamanlı bir aydınlar kuşağı ortaya çıkmaya başlıyor. İşte bu aydınlar kuşağı üzerine bugün konuştuğumuz İslamcılık kavramının inşa edildiğini görüyoruz. Afganilerle beraber ortaya çıkan İslamcılık Batıya, geleneğe ve istibdada karşı olduğundan çok tepki çekerken, 1960 kuşağının ürettiği düşünce daha az tepkili olan ve daha olumlu şeyler söyleyen bir kuşak, ama bu kuşağın da kendine özgü problemleri var. Bu problem bu kuşağın iktidara gelmeyi çok önemsemeleridir. Çünkü İslamcılar bir kitle olarak var ama bir iktidar olarak yoklar.”
Erbakan’ın yaptığı önemli bir tecrübe
1970’lerde Erbakan Hoca’nın siyasal bir partiyle parlamentoda mücadele etmesinin dünya Müslümanları için önemli bir tecrübe olduğuna değinen Aktaş, bunun bir cesaret olduğunu ve bu cesaretin, bağımsız bir siyasal hareket oluşturması, hem de aynı zamanda o güne kadar karşı çıkılan cumhuriyetin demokratik platformu içerisinde yer alması açısından çok önemli olduğunu ifade etti.
İran’ın, İslam devrimi yapılınca Batı tarafından abluka altına alındığını ve etraftaki diğer gelişmelerin önlenmeye çalışıldığını söyleyen Aktaş, devamında şunları aktardı: “Sonuçta İran Devrimi’nin yaşanmasının ardından, Afganistan’ın işgali, Irak’ta savaşın çıkarılması, Türkiye’de 12 Eylül darbesinin yapılması, İran Devrimi’nin kuşatılması, bastırılması ve saptırılması gibi amaçlar taşıyordu. Bu amaçlara da ulaşıldı. Ama 20. yüzyılda yaşanan en önemli gelişmelerden biridir İran Devrimi… Bu devrim tüm dünyayı etkilemiş bir devrimdir.”
Ak Parti İslamcı bir parti mi?
Konuşmasının devamında Ümit Aktaş şunları söyledi: “Türkiye’de etkili olan iki ideolojik iki akım var; Biri sosyalizm, diğeri İslamcılık… Sosyalizmin itibarı zaten kalmadı ve gücünü yitiriyor. Geriye kalan sosyalistler ise entelektüel olarak kalıyor. Ama gerçekten omurgalı ve bu ülkeyi taşıyacak tek hareket İslamcılık hareketidir. Bu hareket iktidara tırmanıyor ve engellenemiyor diye ıslah etme yoluna gittiler. Onun için ak saçlılar dediğimiz kişileri tavsiye ederek gençlerle daha uyumlu hareket edecekleri bir ortam oluşturdular yani ıslah yoluna gittiler.” Bunun Başbakan Erdoğan’ın Batılı güçlere teslim olduğu anlamına gelmediğini, gerektiğinde Başbakanın tırnaklarını gösterip hâlâ küresel güçlerle arasına mesafe koyduğunu belirtti.
AK Parti’yi İslamcı bir parti olarak nitelememizin zor olacağını ama Ak Parti’nin İslami sosyopolitiğin enerjisini kullanarak İslam entelektüelinin birikimi ile iktidara gelmiş olan bir parti olduğunu belirten Ümit Aktaş sözlerini şöyle sonlandırdı: “Ama İslamcılık sadece iktidara gelme stratejisi değildir. Bugün 1960’lardaki İslamcılık misyonunu tamamlamıştır. Müslüman aydınlara düşen daha sonraki hedeflere yürümektir. Daha sonraki hedefleri İmam Humeyni şöyle açıklıyor. ‘Hedef iktidara değil, Marifetullah’a ulaşmaktır. Müslümanların mücadelesi ve kavgası böyledir. Bizim cihadımız sonu gelmeyen bir cihat anlayışıdır.’ Bir anlamda Mümtaz’er Türköne’nin deyimiyle 1960’ların İslamcılığı bitmiştir. Ama bir anlamda da Ali Bulaç’ın dediği gibi İslamcılık hiçbir zaman bitmez. Sürekli kendini yenileyerek yeni hedeflere yürüyüşünü gerçekleştirecektir.”
Dünya Bizim