Engin Dinç’in röportajı
Modernlik İslam toplumlarında olumsuz anlamda çok büyük değişimlere neden oldu. Özellikle modern zamanlarda aileler, Batı’daki kadar olmasa da büyük bir çözülme yaşanıyor. Biz de bu süreci Araştırmacı/Yazar ve Sosyolog Abdurrahman Arslan’la konuştuk. Abdurrahman Arslan’la sohbetimizde İslam/Modernlik/ Post Modernlik üçgeninden kapitalizme, küreselleşmeden modern devlete ve Müslümanların entellektüelerin zayıflıklarına pek çok konuda konuşma fırsatı bulduk. Bu kadar geniş sohbet olunca röportajımızda oldukça uzun oldu. Birinci ve ikinci bölümünü yayınladığımız röportajımızın şimdi de üçüncü bölümünü ise şimdi yayınlıyoruz…
RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..
RÖPORTAJIN İKİNCİ BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..
CEMAATİ BELİRLEYEN TEMEL UNSUR BİR FIKHA SAHİP OLMASIDIR
Müslümanlar nasıl bir zaaf içerisinde ki, aile, cemaat ya da ümmet olarak yapmaları gerekeni yapamıyorlar? Bu zaaflarını nasıl giderebilirler?
Belki bazı şeyleri yeniden düşünmemiz gerekir. Biz hazır bulduğumuz her kabın içine girerek onun şeklini aldık. Bunun getirdiği sorunları tartışıyoruz. Bu bir geçiş süreciydi. Bundan sonra bence üzerinde düşünmek lazım. Bir kere önce Müslümanlar geçmişe baktığımızda dernek kurmayı, örgüt kurmayı, vakıf kurmayı cemaat olmak zannettiler. Topluluğu cemaat zannettiler. Oysa cemaat bir topluluk değildir. Hem topluluktur, hem değildir. Unutmayın, toplum kavramı modernliğe ait bir kavramdır, İslam’a ait bir kavram değildir. İslam’ın kavramı cemaattir, millettir, ümmettir, ailedir ama bu değildir. Müslümanlar bu anlamda nasıl bir cemaat olunacağı ya da cemaatin ne demek olduğu üzerinde çok düşünmediler. Bunu belki biraz suçlama gibi söylüyorum, bağışlayınız, ama dönüp baktığımda biraz öyle görüyorum.
Her şeye rağmen cemaat dediğiniz şey, bir imamın arkasında namaz kılmakla başlar. Cemaat dediğiniz şeyi belirleyen temel unsur, onların bir fıkha sahip olmuş olmalarıdır. Bir fıkha göre hayatlarını tanzim ederler. Bugün Müslümanlar hayatlarını akıllarına göre tanzim ediyorlar. Niye gizliyoruz ki bunu artık! 40-50 sene önceki Müslümanlar bir fakihe soruyorlardı ama bugün dikkat edin, Peygamber’in uzak durun dediği o müphem alanların dışında, kapitalizm dışında, Müslümanlar herhangi bir soru soruyorlar mı İslam’la ilgili, sormuyorlar. O müphem alanlarla ilgili, özellikle de ticaret alanıyla ilgili durmadan soru soruyorlar. Niye? Çünkü kapitalizmle haşır neşir olurken yeni sorunlarla karşılaşıyorlar. Dolayısıyla aldıkları fetvalar kapitalizmden uzakta tutmuyor, kapitalizme yarıyor. Sizin için çok ilgi çekici değil mi, bence çok ilgi çekici. Cemaat, bir bakıma kendi fıkhını kuran, kendine ait fakihi olan bir yapıdır. Bugün ortada böyle bir şey yok ki. Demek ki siz, modernliğin kurmuş olduğu sosyal bir dünyada Müslüman olarak yaşıyorsunuz, yaşamaya çalışıyorsunuz. Ama mesele bu kadar basit değil. Zaten Hristiyanlık da böyle çözüldü. Cemaate ait insan çözülmeyle birlikte birden bire dindar birey haline geldi. Şimdi bizde de aynı durum var. Onun için ben konuşmamın başında dedim ki, “camiye gidiyorum, herkes kendi başına namaz kılıyor”. Hiç kimse bir namaz kılanın arkasına geçip bir cemaat yapayım demiyor. İşte bu, bizim bireyci tavrımızın, bir bakıma başkalarıyla birlikte olmayı düşünmeyen zihin yapımızın da bir ifadesi. Çünkü biz cemaat kültürünü, cemaat ilişkilerini kaybettik. Ama dindar bireyiz. Bu anlamda evet, dindarız ve bireyiz.
İslam, birey-cemaat ilişkilerinden uzak tutulan, onu yadırgayan bir dindir. Dolayısıyla burada bence olması gereken bunun yeniden restorasyonudur. Çünkü postmodernizm toplum kavramını da, aile kavramını da parçalıyor. Herkesi atomize ediyor. Şimdi bu atomize olunan süreçlerde Müslümanlar nereye tutunacaklar? Bu atomizasyona karşı olmak durumunda olan kesimlerin en başında Müslümanlar gelir. Çünkü bu atomizasyona uyduğumuzda geriye İslam ve İslami bir hayat kalmıyor. Kendi başınıza yaşadığınız bir şey kalıyor. Haramı ve helaliyle başkalarının tanzim ettiği bir dünyada, siz mümkün olduğu kadar kendi başınıza yaşamaya çalışıyorsunuz. Oysa bu durum, bu ülkede Müslümanların da, tarihteki Müslümanların da pek alışık olmadıkları bir şeydir. Bu atomizasyon ve parçalanma karşısında Müslümanlar herhangi bir dış gücün yardımını almaksızın nasıl bir araya gelebilirler? Çünkü cemaat, bir bakıma devletten bağımsız bir yapıdır aynı zamanda. Kıldığınız namaz bu devletle ilgili değil. Mesela bu çözülmenin tipik örneklerinden biri de şu “işte devlet bize cami yapsın” denmesi… Bu tarihte olmamış bir şeydir. Ayet açık, hüküm var. Camileri müminler yapar.
DEVLET AZMAN OLDU VE SİZİ YUTUYOR
Müslümanlar, cemaat olamadıkça üzerlerindeki sorumlulukları devlete mi yüklüyorlar?
Evet, tam da bu dönemde öyle. Tam da bireyselleşirken, atomize olurken mesela çocuğun dindarlığıyla ilgili meselelerde de her şeyi devlete yüklüyor. Batı’da bu işlerin bir kısmını devlet almış, bir kısmını da kilise almış. Çünkü orada kurumsal yapı var. Kilisenin bir kurumsal yapısı var. Dolayısıyla bu yapı içerisinde kilise, insanların dini kurumlarıyla ilgileniyor, bir kısmını da devlet üstleniyor. Devlet mesela sigorta kurumunu getiriyor, insanların bakımını üstleniyor. Oysa geleneksel Müslüman toplumda sigorta kurumu yoktur. Niye? Çünkü yaşlıya bakmak onun ailesine ait bir şeydir. Eğer bir yaşlılık sorunu varsa bugün olduğu gibi, bu artık yaşlılık sorunu değildir. Bu çok yanlış bir ifadedir. Bu bir aile sorunudur. Demek ki, aile fonksiyonunu, işlevini yerine getiremiyor ki, yaşlılık gibi bir problem çıktı önümüze. Demek ki aile, olması gereken işlevini yerine getiremiyor ki, çocuğun dindarlığı aile dışında bir yerde aranıyor. Elbette ki, Müslümanların ailenin dışında dini eğitim aldıkları kurumları vardı. Ama ilk eğitimleri aşağı yukarı ailede alınırdı. Bu konuda aile özen gösterirdi. Fakat şimdi bu bireyleşme, çözülme süreciyle birlikte aile, üstündeki görevleri devlete devretmeye başladı. Özellikle de Müslümanlar. Oysa bazı görevler vardır ki, Müslümanlar bunları kimseye devredemezler. Az önce dediğim gibi farz-ı ayn ve farz-ı kifaye meseleleri devredilemez şeylerdir. Siz Müslümanlar olarak üç kişi, beş kişi, on kişi bu meseleleri kendiniz çözeceksiniz. “Efendim benim vaktim yok”. Bu hikayedir. Bu anlamda Müslümanın vakti yoktur denemez. Gitsin onu kapitalizme söylesin Müslüman. Ben bir Müslüman olarak bunu deme hakkına sahip değilim. Zamanı ne ise o farz-ı ayn olan şeyi halletmek durumundayım. Bu böyledir. Böylelikle belki bir birliktelik oluşabilir. Yoksa görevlerinizi üstünüzden devredemezsiniz. Babalık görevi üstünüzden devredilebilir mi? Benim anne ve babama bakma görevim benim üstümden devredilebilir mi? Biz şimdi diyoruz ki, “devlet baksın”. Peki açık ayetler var, ne olacak? Orada diyor mu ki, “götürün devlete verin, baksın”. Böyle olduğunda ne oluyor? Devlet azman oluyor ve sizi yutuyor. Batıda sivil toplum kavramının 80’lerden itibaren ikinci defa tartışılmasının sebebi budur. Ama biz Müslümanlar bunu anlamak istemedik. Çünkü işimize gelmiyordu. Bakın bugün devlet, hayatınızın her yerine vatandaşlık numarasıyla müdahale ediyor mu, etmiyor mu? Bu devletin ve insanoğlunun tarihte rastladığı en ciddi meseledir diye düşünüyorum. Peki kim buna itiraz edecek? Batı’da bir sürü gruplar var, anarşist vs… Buna itiraz ediyorlar. Filozofları var Foucault gibi, bunların hepsi itiraz ediyor. Peki nerede bu Müslümanlar? Ne yapıyorlar? Dünyalık toplamakla meşgul…
AKAMEDİK DÜNYANIN ÜRETTİĞİ BİLGİ İSLAM’A AİT DEĞİL
Gelenekten kopmuş akademik çevrelerde sanırım farklı bir bilgi öğretiyorlar ya da bunun üzerine düşünmüyorlar…
Elbette ki, o bilgi biçiminin paradigması içerisinde bilgi üretiyorlar. Müslümandırlar ama ürettikleri bilgi İslam’a ait bilgi değildir. Çünkü o paradigma buna müsaade etmez. Önemli olan bu paradigmanın dışındaki bir paradigmayı kurmak ya da bilgiyi üretmektir. Çünkü İslam, modern olanın dışındaki bir paradigmayı temsil eder. Paradigma içi bir itiraz, bir muhalefet değildir İslam’ın yaptığı. Mesela sosyalizm, paradigma içi bir muhalefettir. Postmodernizm, paradigma içi bir muhalefettir. Ama İslam’ın muhalefeti paradigma içi bir muhalefet değildir. Paradigma dışı bir muhalefettir. Belki de önce bunu anlamamız gerekir. Sizin akademik dünyada bir Müslüman olarak meseleleri düşünme biçiminiz, meselelere çözüm bulma biçiminiz o paradigmanın içindeki bir şeydir. Akademisyenin kendine ait bir paradigması vardır, o da modern paradigmanın öngördüğü şeydir. Hangi Müslüman buna aykırı bir şey yaptı ki bu güne kadar? Belki de bugünkü Müslüman zihin tarafından, geleneksel ulemanın hor görülmesinin esas sebebi de budur… O pozitivist zihinleri kastetmiyorum. Zaten en büyük hatayı, Batı’nın ilmiyle İslam’ın ilmini birbirine karıştırarak yapıyoruz. Bugün Müslümanların ilim dediği, İslam’ın ilim dediği değil bir kere. Batı’nın bilim dediğiyle İslam’ın ilim dediği arasında hiçbir benzerlik yok. Önce bunun ayrımına vararak meseleleri konuşmak zorundayız…
on5yirmi5.com