Muhafazakar Batılılaşma İslamcılığa ters

Fikir
Batılılaşmayı Osmanlılaştırmak Bugün yaşanmakta olan siyasal dönüşümün şifrelerini çözmenin en emin yöntemlerinden biri de tarafların yakın tarihle kurduğu ilişki biçimini, tarih yorumunu doğru okumak...
EMOJİLE

Batılılaşmayı Osmanlılaştırmak

Bugün yaşanmakta olan siyasal dönüşümün şifrelerini çözmenin en emin yöntemlerinden biri de tarafların yakın tarihle kurduğu ilişki biçimini, tarih yorumunu doğru okumaktan geçiyor. Siyasal hengame içinde çoğunlukla fark etmediğimiz husus, devletin yapısal özelliğini çözümlemede güncel olanla geçmişin bu denli çakıştığı tarihi bir kavşakta olduğumuzdur.

Bugünkü Türkiye’nin nereye evrildiği, elbette tek referans olarak tarih ve özellikle Osmanlı yorumu üzerinden okunamaz. Ancak son süreçteki batılılaşma maceramızla Osmanlı kökenleri arasında bugün anlamlı bir ilişkilendirme kurmadan, bu maceranın ne olduğunun, neyin değiştiğinin, yaslandığı sabitelerin neler olduğunun anlaşılması bir yana, bu ilişkisizlik bizi körleştirir.

Batılılaşma macerası idari ve askeri alanda başlamasına rağmen sınırlı düzeyde kalsa da topluma yansıma eğrisi gösterir. Bir yanda aydınların toplumu sürece dayalı olarak batılılaştırma çabaları… Buna devletin kısmen direnerek, kısmen destek veren katkısı söz konusu. Tam bu noktada İslamcıların itirazı ya da müdahalesi salt sömürgecilik karşıtı bir direnişten öte batılılaşma cereyanına karşı toplumu yeniden İslamlaştırma çabası olarak okunabilir.

Burada temel soru: Cumhuriyet’in radikal müdahalesi olmasaydı bu gelişme ne yönde evrilecekti? Tanzimat’la başlayan batılılaşma, teknolojik modernleşmeyi aşacak; zihniyet dönüştürücü bir proje olarak Tanzimat bürokrasisini, aydınlarını tek medeniyet olarak görülen batı uygarlığının başarıları karşısında teslim olmaya götürecekti. Etyen Mahcupyan yazısında, Cumhuriyet’in bu doğal laikleşme sürecini durduran, elitist bir laikleşme projesi olduğu yönünde ilgi çekici bir yorum yaptı. Laikleşmeyi seçkinlere münhasır kılarak devletin seçkinlerin inhisarına teslim edilmesi mümkün olmuştu.

Seçkinci laiklik ise, teknik ve sosyal tüm gelişmelerin Cumhuriyet’le başladığını iddia eden, Osmanlı batılılaşmasını dışlayan bir Osmanlı yorumuna sahipti. Devletin Osmanlı ile barışmasının adımları, sembolik olarak, Osmanlının 700. yılında yapılan açıklamalarda resmiyet kazanacaktır. Bu anlamda sembolik olarak 1999 yılı, devletin Osmanlı ile barışmasının başlangıcı sayılabilir. Bu çerçevede Demirel’in ‘artık devletin

Osmanlı ile barışma zamanı geldi’ açıklaması anlamlıdır.

Bu süreçte İslamcıların tarih yorumu ile devletin yeniden düzenlenen Osmanlı yorumunun örtüştüğü intibaı edinilebilir. Fakat bu yanıltıcı bir algılama olacaktır. Daha önceki tarih yorumunda Cumhuriyet’in radikal biçimde gerçekleştirdiği devrimler, batılılaşma adımları kurucu kadrolarla başlatırken; yenilenen tarih yorumu, Osmanlı ile barışma söylemi etrafında batılılaşmaya tarihsel köken ve süreklilik arama girişimiydi. Başka bir ifadeyle devrimlere tarihsel meşruiyet kazandırarak merkezden dışladığı toplumsal çoğunluğa ulaşmayı, hatta onları da sekülerleşme sürecine katmayı amaçladığı söylenebilir.

Diğer tarafta İslamcıların batılılaşma itirazlarını sadece tek parti döneminin bazı ceberut uygulamaları ile sınırlayan yorumlarla onların elinden önemli kozlarından birini almayı amaçlayan bir devlet aklının akademik ve entelektüel versiyonu sahaya sürülmüş oldu. Muhafazakar-demokrat siyasetin Osmanlı ile barışma söylemi ile devletin tarih yorumu arasındaki muhtemel uzlaşmalar, paralellikler, hatta süreklilik boyutu bu süreci anlamlandırmada önem kazanıyor.

Osmanlı-Cumhuriyet ilişkisini devlet sistematiği içinde süreklilik yaklaşımıyla yorumlayan muhafazakar tarih yorumunun Osmanlı yaklaşımında, laik seçkinlerin kopuş çizgisi yerine sürekliliğe vurgu vardır. Bu anlamda doğal batılılaşma çizgisine gelen muhafazakar tarih yorumu Tanzimat’ı, Islahat’ı, Meşrutiyet’i ve Cumhuriyet’i tarihsel şartlarda anlamlandırır ve bunların dönemsel koşullara verilmiş cevaplar olduklarından hareketle devlet aklını adeta kutsar. Devlette süreklilik olgusunu ve her şeye hakim devlet aklını öne çıkaran bu tarih yorumu, ideolojik önyargılardan arındırılmış ama Gökalpçı bir kültürel harmanlamayla batılılaşmayı daha ıslah edilmiş, muhafazakar bir forma girmiş şekliyle yeniden üretir. Modernleşmeyle sorunu bitirmiştir; daha doğrusu bunu sorun alanı olmaktan çıkarmıştır; devlet gerekli olduğunda en doğru olanı yapan, tarihin akışına müdahale eden ‘üst akla’ dönüşmüştür.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..

Yeni Şafak