Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Mehmet şahin’in Star Açıkgörüş’teki yazısı….
Ortadoğu’da yaşanan jeopolitik kırılmaların tamiri kolay sağlanamayacak sonuçlar doğurduğu/doğurmakta olduğu görülmektedir. Bölgenin mevcut durumunun oluşmasına en fazla katkı sağlayan iki jeopolitik kırılma olarak Arap Baharı diye adlandırılan Arap Halk Hareketleri ve 5+1 ülkeleri ile İran arasında varılan anlaşmayı sayabiliriz. Çünkü söz konusu bu iki önemli gelişmenin bölgenin siyasi ve toplumsal yapısında deprem etkisine neden olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Buazizi’nin yaktığı ateşle Tunus’ta başlayan halk hareketi kısa bir zaman içerisinde dalgalar halinde Arap dünyasını etkisi altına aldı. Tunus ve Mısır örneğinde olduğu gibi bazı diktatörler koltuklarını hızla kaybederken bazı ülkelerde değişim Yemen örneğinde olduğu gibi daha sancılı oldu. Halk hareketleri Suriye’de ise tam bir kör düğüme dönüştü/dönüştürüldü.
Jeopolitik kırılmalar
Arap Ortadoğusu’nda halkın söz konusu hareketlerle özne olma ihtimalinin ortaya çıkması hem bölgede hem de dışarıda önemli güç odaklarını fazlasıyla rahatsız etti. Çünkü halk iradesinin yönetime güçlü bir şekilde yansıma ihtimalinin ortaya çıkması uzun yıllardır iktidarı elinde tutan etnik, dini, mezhebi, ideolojik tüm azınlık grupları ad hoc ittifaklar yapmaya sevk etti. Kimler mi rahatsız oldular? 1) Halktan kopuk cumhuriyet yönetimlerinin yöneticileri rahatsız oldular. 2) Halk iradesinden çekinen krallıklar ve emirlikler rahatsız oldular. 3) Gayri Müslim azınlıklar rahatsız oldular. 4) Müslüman azınlıklar rahatsız oldular. 5) İsrail rahatsız oldu. 6) Ortadoğu’da çıkarları olan büyük güçler rahatsız oldular.
Sözü edilen bu gruplar ve devletler ortaya çıkan güçlü talebi etkisiz kılmak için kirli ittifaklar yapmaktan geri durmadılar. İlk olarak, 3 Temmuz 2013 tarihinde Mısır’da gerçekleştirilen darbeye ve destek verenlere, İkinci olarak Suriye’de yaklaşık olarak beş yıldır devam eden iç savaşın gelmiş olduğu boyut ve bu çerçevede oluşan ittifaklara bakıldığında ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Bölgedeki sözünü ettiğimiz yönetimleri ellerinde tutanlar ve bölge dışı güçler bölgedeki çıkarlarını koruyacağım derken maalesef Ortadoğu’da devletler zayıflama sürecine sürüklendiler. Devletlerin yerlerini içlerinde terör örgütlerinin de bulunduğu devlet dışı aktörler almaya başladı. Bugün Afganistan-Pakistan’dan Fas’a kadar olan coğrafyaya şöyle bir baktığımızda gerçekten devlet gibi işleyen kaç devlet sayabiliriz? İran, Türkiye, İsrail’in yanında birkaç devleti daha dışarıda bırakacak olursak bölgede neredeyse dört başı mamur bir şekilde işleyen devletin kaldığını söylemek oldukça zor.
Adeta bölge, devlet dışı aktörler cehennemine dönüşmüş durumdadır. Özellikle bazı ülkelere baktığımızda devletler değil devlet dışı aktörler karşımıza çıkmaktadır. Bunun için en çarpıcı örnekler olarak Suriye, Irak ve Yemen’deki mevcut durumu verebiliriz. Bugün Suriye’de gidişatı sadece Şam değil, DAEŞ, Hizbullah, PYD gibi onlarca örgüt belirlerken Irak’ta ise sadece Bağdat değil, DAEŞ, Haşti Şaabi, Peşmerge vb benzer örgütler/yapılar etkili olmaktadır.
Bölgesel sistemin çöktüğü, devletlerin asli görevlerini yerine getiremediği/çöktüğü ve bunların yerine küçük ve kontrolsüz siyasi birimlerin belirleyici olduğu zamanlar ve mekanlar bize ister istemez “Ortaçağı” hatırlatmaktadır. Maalesef bugün Ortadoğu’nun mevcut durumu bize iyi zamanları çağrıştırmaktan oldukça uzaktır. Bazı devletler an itibariyle rahatlıkla başarısız devlet kategorisine girmişken kalan bazıları ise başarısız olma yolunda hızla yol almaktadırlar. Bu durumda yukarıda bahsedildiği üzere devlet dışı aktörler öne çıkarken bölge dışı güçlerin de hızla bölgedeki kesifliğinin önü açılmaktadır. Küçük siyasi ve terör gruplarının artığı zamanlarda devlet içi çatışmalar yoğunlaşırken bölgesel rekabet/kutuplaşma çatışma çizgisine doğru ilerlemektedir. Tarihsel etnik, mezhebi, ideolojik fay hatları daha bir belirgin hal alırken kimlik siyaseti toplumsal grupların yönünü belirler hale gelmektedir. Aynı zamanda tarihsel epistemolojik merkezler zayıflarken/çökerken yeni yerlerde ahistorik, nevzuhur yapılar ortaya çıkmaktadır. Ve ortaya çıkan söz konusu bu nevzuhur hareketler bir taraftan tarihi, geleneği, birikimi, mekanı ve medeniyeti yok ederken diğer taraftan yeni bozucu güçlerin önünü açmaktadır.
İran’ın değişen rolü
Ne demek isteğim DAEŞ’in bir buçuk yılda neden olduğu büyük yıkıma bakılarak rahatlıkla görülebilir. Ortadoğu’daki ikinci önemli jeopolitik kırılmanın 5+1 ülkeleri ile İran arasında İran’ın nükleer programı konusunda varılan anlaşmayla oluştuğu görülmektedir. Nasıl ki, 1979 yılında İran İslam Devrimi bölgede yeni bir jeopolitik yapılanma ortaya çıkardıysa şimdi de 5+1 ülkeleriyle İran’ın anlaşmaya varması bölgeyi yeni bir jeopolitik sürece soktuğu rahatlıkla görülmektedir. Söz konusu anlaşmayla birilikte İran’ın İslami kimliğinden uzaklaştığı ve reel politiğin dibine vuran bir ulus devlet davranışına büründüğüne şahit olmaktayız. Bölgede yeni değişen jeopolitik yeni müttefiklikleri beraberinde getirmektedir. 1979 yılında idealist/dini bir devlet kimliğiyle ortaya çıkan ve “rejim ihracı” peşinde koşan İran günümüzde kurmakta olduğu yeni ittifaklarla ulusal çıkar peşinde koşan bir aktör rolü oynamaktadır. İran’ın değişen rolüne karşın bölgede de yeni yapılanmaların oluştuğuna şahit olmaktayız. Yemen’de İran’ın artan müdahaleci rolüne karşı on Arap ülkesinin bir araya gelerek kurdukları ittifak bunun en göze çarpan örneğini oluşturmaktadır.
Ortadoğu’da yaşanan bahsettiğimiz iki jeopolitik kırılmanın etkisi kuvvetle muhtemel devam edecektir. Çünkü, şuan kötü gidişatı durduracak bölgede ve uluslararası alanda ciddi inisiyatiflerin oluşmadığı görülmektedir. Hatta, bırakın yeni inisiyatiflerin kurulmasını, aksine bölge devletleri ve büyük güçler kendi aralarındaki mücadeleleri Ortadoğu’da “vekalet savaşları”na dönüştürmüş durumdalar ve bu kirli mücadele Ortadoğu’yu uzun süre yıkıcı güçlerin elinde “Ortaçağ” ortamında tutacak gibi gösteriyor.