Ortadoğu’nun sorunları nasıl çözülür?

Fikir
Harvard Üniversitesi Belfer Bilim ve Uluslararası İlişkiler Merkezi araştırma görevlisi  Ishac Diwan’ın Aljazeera Türk’teki yazısı… Bugün Lübnan’da Ortadoğu’daki mev...
EMOJİLE

Harvard Üniversitesi Belfer Bilim ve Uluslararası İlişkiler Merkezi araştırma görevlisi  Ishac Diwan’ın Aljazeera Türk’teki yazısı…

Bugün Lübnan’da Ortadoğu’daki mevcut çalkantının tüm belirtilerini görmek mümkün. Suriye ve Irak’tan yeni gelen mülteciler, uzun süredir burada bulunan Filistinli mültecilere katılıyor. Ülkenin iki yıldır cumhurbaşkanı yok; İranlı ve Suudi destekçilerinin arasındaki husumeti yansıtan rakip siyasi kesimler, iç yönetimi zayıflatıyor. Siyasi yolsuzluklar yaygın. Çöpler her zaman toplanmıyor.

Ancak Lübnan, toparlanma belirtileri de gösteriyor. Yatırımcılar ve girişimciler, yeni şirketler kurmak için risk alıyor. Sivil toplum grupları faydalı girişimler öneriyor ve uyguluyor. Mülteciler  okula gidiyor. Siyasi hasımlar, güvenlik risklerini azaltmak için işbirliği yapıyor. Dini liderler, bir arada yaşamayı ve hoşgörüyü destekliyor.

Şiddetli devrimlerden barışçıl çözümler çıkabilir, ama Ortadoğu gibi derin ve çözümsüz kalmış hizipleşmelerin devrede olduğu bir yerde böyle bir neticeye varılması daha düşük bir ihtimaLübnan’ın bu dirençli hali, büyük ölçüde ülkenin acı dolu iç savaş hatıralarından (1975-1990) kaynaklanıyor. Buna karşılık, bölgenin geri kalanının tecrübeleri – ki buna uzun bir otokratik yönetim geçmişi ve yıllardır alttan alta kaynayan, ancak ihmal edilen sorunlar da dahil – çatışmayı körükler nitelikte. Suriye, Irak ve Yemen şu anda savaşın pençesinde. Diğer yandan, Filistinlilerin giderek kötüleşen durumu da hâlâ Arap ve Müslüman dünyasının daimi sorunu olarak yerini koruyor. Bu büyük girdabın içinde ise uluslararası gündemlere sahip yeni radikal gruplar gelişiyor.

Son iki yılda çatışmalar ulusal sınırları aşarak küresel güvenliği tehdit eder hale geldi. Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Irak ve Suriye’de Sünnilerin uzun yıllardır yaşadıkları sıkıntıları suistimal ederek bu iki ülkenin toprak bütünlüğünü bozup, Rusya, İran, ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın güç yarışına girdiği stratejik bir iktidar boşluğu yarattı. Söz konusu ülkeler bu yarışı kimi zaman vekilleri aracılığıyla yürütmekle birlikte, doğrudan askeri müdahaleleri de gittikçe artıyor.

Çatışan bölgesel çıkarlar

Her ülkenin kendi gündemi var. İran, bölgede geçmişten bu yana hakim olan Şii nüfusu destekleyerek nüfuzunu yansıtmak isterken, Suudi Arabistan da Suriye’nin İran destekli devlet başkanı Beşşar Esed’e başkaldıran kesimleri silahlandırarak ve arka bahçesi olarak gördüğü Yemen’deki İran varlığı ile mücadele ederek Tahran’a karşı koyuyor. Türkiye ise Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünün bozulması ile gündeme gelen bir Kürt devletinin kurulması olasılığına karşı çıkıyor.

Bölge kalıcı bir çatışmanın girdabına doğru giderek daha fazla çekiliyor görünürken, istikrarı ancak diktatörlerin ya da bağnaz dincilerin sağlayabileceğine inanmak kolay. Ancak böyle düşünmek, 2005’te Beyrut’ta, 2009’da Cezayir ve Tahran’da çıkan ilerici ayaklanmaları, 2011’de Tunus’ta başlayıp bölgeye yayılan Arap Baharı’nı unutmak demek.

Ortadoğu’nun nereye doğru gittiğini anlamak için, önce geçmişe bakıp bölgenin bu noktaya nasıl geldiğini kavramamız gerekiyor. Arap milliyetçiliği ve beraberindeki modernleşme arzusu, Arapların 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndaki yenilgisi ve 1986 petrol krizinin ardından ortaya çıkmaya başladı. Ulusal liderler, baskı yoluyla kontrolü sağlarken, siyasi reformlardan kaçınmak için de İslamcı muhalif partileri bir korku unsuru olarak kullandı. Adam kayırmacılığın baskısı altında kalan milli ekonomiler, düşük bir büyüme performansı gösterdi; hükümetler meşruiyetini yitirdi.

Amansız bir iktidar kavgası

2011’de Tunus, Mısır, Suriye ve diğer bölge ülkelerinde rejimlerin düşmesine neden olan da işte bu stratejinin makul olmayışıydı. Söz konusu ülkelerde barışçıl bir siyasi geçiş sağlayacak hiçbir kurum kalmayınca, şiddet yanlısı gruplar sıradan vatandaşlara karşı üstünlük elde etti ve devamında da amansız bir iktidar kavgası başladı.

Şiddetli devrimlerden barışçıl çözümler çıkabilir, ama Ortadoğu gibi derin ve çözümsüz kalmış hizipleşmelerin devrede olduğu bir yerde böyle bir neticeye varılması daha düşük bir ihtimal. Suriye ve Irak’ta Sünnilerin, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Yemen’de Şiilerin, diğer her yerde Kürtler ve Filistinlilerin yaşadıkları sıkıntılara yansıyan eski, çetin ayrışmaların yeniden gün yüzüne çıkması ise mevcut durumu iyice tehlikeli kılıyor. Bu sorunlar otokratik baskıların altında yıllardır kaynıyor. Şimdi ise Pandora’nın kutusu açılmış durumda ve ortada inanılmaz derecede karmaşık bir jeopolitik bulmaca var.lusal aktörlerin çözüm için gereken alana sahip olabilmeleri, öncelikle küresel olarak, ABD ve Rusya arasında, sonra da bölgesel olarak, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail arasında gerilimin düşürülüp uzlaşma sağlanmasına bağlı.

Mevcut durumda Batı’nın da payı bulunuyor. Uzun yıllardır devam eden Filistin sorununu sonuçlandırmayı başaramayan Batı dünyası, Irak devletini parçalayarak, Afganistan’da mücahitleri finase ederek, Irak, Suriye, Mısır ve başka ülkelerde güvenlik gündemine uygun gördüğü diktatörleri destekleyerek sorunlara yenilerine ekledi.

ABD ve Rusya’nın büyük güç olarak gerçekleştirdikleri son müdahaleler, birçoklarına 1916’da Büyük Britanya ile Fransa arasında imzalanan ve bölgenin ulusal sınırlarını yeniden çizerek nüfuz bölgelerine ayıran Sykes-Picot Anlaşması’nı anımsatıyor. Fakat Sykes-Picot bilakis Ortadoğu’nun yeniden inşasında ne yapılmaması gerektiğine dair iyi bir model. Bölgenin yeni sınırlara ve hamiliklere değil, etnik ayrışmalara karşı daha dayanıklı ve dış etkiler karşısında daha güçlü olacak şekilde kurulmuş daha iyi devletlere ihtiyacı var.

Kamuoyu araştırmaları, Ortadoğu’da halkın büyük çoğunluğunun hukukun üstünlüğüne saygılı, insan haklarını koruyan ve farklı toplumların bir arada yaşamasını destekleyen, meşru devletler tarafından yönetilmek istediğini gösteriyor. Bu da küresel, bölgesel ve ulusal düzeyde ödün ve uzlaşma gerektiren, değerli bir amaç.

Ulusal aktörlerin çözüm için gereken alana sahip olabilmeleri, öncelikle küresel olarak, ABD ve Rusya arasında, sonra da bölgesel olarak, İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve İsrail arasında gerilimin düşürülüp uzlaşma sağlanmasına bağlı. Hedef, Filistinlilerin ve Kürtlerin durumu dahil, bölgede ayrışmaya neden olan başlıca meseleleri dikkate alacak ve Suriye ve Irak’ta sürdürülebilir bir siyasi uzlaşma için gerekli koşulları yaratacak genel bir anlaşmaya varmak olmalı.

Yıllardır çözümsüz kalan sorunları ele almak zor bir iş, ama artık hareketsiz kalma lüksü de yok. Ayrıca Ortadoğu’nun önemli fay hatlarının hiçbiri artık tek başına çözümlenemez.

Antonio Gramsci’nin yıllar önce yazdığı “Hapishane Defterleri” isimli kitabında da değindiği gibi, “Kriz, eski ölürken yeninin doğamamasından kaynaklanır ve aradaki iktidar boşluğunda da çeşitli marazi belirtiler ortaya çıkar”. İşte Ortadoğu’nun durumu da özetle bu. Burada yeni bir bölgesel düzen kurulabilmesi için büyük, küçük tüm aktörlerin Lübnanlıların yaptığı gibi ödün vermeye hazır olması şart. Taraflardan birini hüsrana uğratan bir savaş asla bitmez.


Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-includes/functions.php on line 5464

Notice: ob_end_flush(): failed to send buffer of zlib output compression (0) in /home/on5y/public_html/wp-content/plugins/really-simple-ssl/class-mixed-content-fixer.php on line 107