Çerkes Hasan Paşa kimdir,Çerkes Hasan Paşa olayı nedir?

Tarih
Çerkes Hasan Bey, Çerkeslerin Zevş kabilesi beylerinden, Gazi İsmail Bey’in oğluydu. 1864 yılında Çerkesistan’dan İstanbul’a gelmiş ve Bahriye Mektebi’nde başladığı tahsilini H...
EMOJİLE

Çerkes Hasan Bey, Çerkeslerin Zevş kabilesi beylerinden, Gazi İsmail Bey’in oğluydu. 1864 yılında Çerkesistan’dan İstanbul’a gelmiş ve Bahriye Mektebi’nde başladığı tahsilini Harbiye Mektebi’nde tamamlayarak, olaydan dört sene evvel mülazım rütbesiyle mezun olmuştu. Sultan Abdülaziz zamanında Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından “Yüzbaşı” rütbesiyle, merkezi Bağdat’ta olan altıncı orduya tayin edilmişse de himaye gördüğünden gitmemişti. “Dar-ı Şuray-ı Askeri Yaverliği” göreviyle İstanbul’da kalmış ve daha sonra Sultan Abdülaziz’in büyük oğlu Yusuf İzzeddin Efendi’nin yaverliğine tayin edilmişti.

Olayın başlangınç noktası: Sultan Abdülaziz’in ölümü

Sultan Abdülaziz’in tahttan indirildikten beş gün sonra, 1876 Haziran’ındaki feci ölümü özellikle kendi yakınlarını çok üzmüştü. Bunlardan birisi de Sultan Abdülaziz’in eşlerinden Nesrin veya Neş’erek Kadın Efendi’nin kardeşi ve padişahın kayınbiraderi olan Çerkes Hasan Bey’di.

 Hasan Bey, Sultan Abdülaziz’in bir darbeyle tahttan indirilmesi ve ölümünde birinci derecede rol oynayan Serasker Hüseyin Avni Paşa’ya karşı  bir intikam hırsına kapılmıştı. Hüseyin Avni Paşa’nın,  Hasan Bey’i kendisi için tehlikeli addedip, Bağdat’taki altıncı orduya gitmesini istemesi de intikam hırsının amillerinden biriydi.

 

 Serasker Hüseyin Avni Paşa

 

Çünkü Serasker Hüseyin Avni Paşa, kendisine kesin emir vererek “Bağdat’a gideceksin, artık bir dayanacak yerin kaldı mı ?” demiş ve o da cevaben “siz büyük zatsınız; böyle tebeddülat-ı azime üzerine benim gibi küçük bir zabiti Bağdat’a göndermenize teessüf ederim” diye karşılık vermişti. Ayrıca, hal’ gecesi “soğuk algınlığı” sebebiyle hasta olan kardeşi Nesrin Hanım’ın, Sultan Abdülaziz’le birlikte Topkapı Sarayı’na yağmur atında götürülürken, darbeciler arasında bulunan Binbaşı İzzet Bey tarafından üzerindeki şalın alınarak yağmur altında bekletilmesi ve hakarete uğraması sebebiyle hastalığının daha da ağırlaşması ve ölmesi Çerkes Hasan Bey’i iyice bilemişti.

Baskın planı

Bütün bu sebeplerle bir plan yapan Çerkes Hasan Bey,  ayak direyip Bağdat’a gitmemiş, bunun üzerine tutuklandıysa da kardeşi Bahriye Mülazımı Osman Bey ve Hassa Müşiri Redif Paşa’nın himayesiyle serbest bırakılmıştı. Redif Paşa kendisini çağırıp Bağdat’a gitmediği için azarlamış o da: ” Yarın giderim, gitmezsem tard edin, ne yaparsanız yapın demiş ve Cibali’de bulunan eniştesinin konağına gelerek eşyalarının hazırlanmasını istemişti. 

Daha sonra Serasker Hüseyin Avni Paşa ile vedalaşmak ve özür dilemek bahanesiyle ” Ben Serasker paşanın yalısına gidiyorum saat altıya kadar gelirim” demiş, orada bulunanların sabah gitsen demeleri üzerine ” sabah kalabalık olur, onun için gece gidiyorum” diyerek bir kayıkla saat iki de konaktan ayrılmıştı.

Hüseyin Avni Paşa’nın, Paşa limanında bulunan yalısına giden Hasan Bey, seraskerin o gece Mithat Paşa’nın konağında kabine toplantısında bulunduğunu öğrenince aynı kayıkla Sirkeci’ye geçmiş, bir lokantada yemek yeyip kafayı tütsüledikten sonra bir at kiralayarak Mithat Paşa’nın Beyazıt’taki konağına gelmişti. Bu sırada üzerinde 4-5 revolverle bir kama vardı.

 

Sultan Abdülaziz 

 

Devletin zirvesi Midhat Paşa’nın konağında

O günlerde ağır iç ve dış sorunları ve taht değişikliği meselesi olduğundan bakanların her gece bir konakta toplandıkları, olay gecesi de Mithat Paşa konağında oldukları anlaşılmıştı. Toplantıda Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Hariciye Nazırı Raşid Paşa, Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, Maarif Nazırı Ahmet Cevdet Paşa, Defter-i Hakani Nazırı Yusuf Paşa, Şuaray-ı Devlet Reisi Mithat Paşa, Amedci Mahmud Celaleddin Paşa, Sadaret mektupçusu Memduh Bey, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ve diğer bazı kimseler dâhil olmak üzere on üç kişi vardı. Toplantıya davetli olanlar gelip  “neşeler seşar ve simalarda asar-ı ibtisam bedidar” olduktan ve yemekten sonra meclis odasına geçilmişti.

Çerkes Hasan’ın Bakanlar Kurulu’na baskını

Çerkes Hasan da konağa gelerek ikinci kata çıkmış orada bulunan ağalar “Hasan Bey hayrola” diye gelişinin sebebini sormuşlar; o da “yarın Bağdat’a gidiyorum dedikten sonra Serasker Hüseyin Avni Paşa’yı sormuş, “Buradadır” cevabını alınca: “Beni Tayyar Paşa gönderdi serasker paşayı göreceğim demişti. O sırada seraskerin ağalarından Reşid Ağa da “meclis var içeriye giremem, abdeste çıktığı vakit söylerim diye cevap vermişti. Bunun üzerine  Çerkes Hasan, salonda biraz dolaşmış, ağaların içki haliyle kumar dalgınlığı ve uyuklamalarından istifade ederek tekrar ikinci kata gelmiş ve yavaşça meclis odasının kapısını aralayıp içreye bakmış; o sırada sadrazamın ağası “aman çekil, görürler de bize tekdir gelir” diyerek kapıyı kapatmıştı.

 Hasan Bey kapı aralığından baktığı sırada paşaların nerelerde oturduklarını görmüş ve kapı önündeki hademeyi aşağıdan yaver çağırtmaya göndererek bir elinde kama bir elinde revolver olduğu halde birden bire içeri dalıvermiş ve kendi ifadesiyle:

” Davranmayın dediğimde, cümlesi ayağa kalkıp Hüseyin Avni Paşa gözüme ilişti; hemen yedimdeki revolveri ateş etim; Hüseyin Avni Paşa’yı vurdum ve zannıma göre evvelce Hariciyye Nazırı Raşid Paşa’yı vurdum gibi hatırıma geliyor, sonra Hüseyin Avni Paşa’yı vurdum” şeklinde anlattığı saldırı sonucu  Serasker Hüseyin Avni Paşa”nın göğsüne ve karnına isabet eden kurşunlarla kere düşmesinden sonra meclis karmakarışık olmuş vükelanın her biri bir tarafa dağılmış kaçacak yer ararken, Hariciyye Nazırı Raşid Paşa korkusundan bayılmıştı. 

Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, arkasından yaklaşarak Hasan Bey’in kollarını yakalamış bu fırsat ile Sadaret mektupçusu Memduh Bey sofaya, Mithat Paşa ve Rıza Paşa harem tarafına kaçmış, Yusuf ve Cevdet Paşalar da Sadrazam Rüştü Paşa ile birlikte yanda bulunan küçük bir odaya savuşmuştu.

Herkes böylece bir tarafa kaçarken, odada Kayserili Ahmet Paşa, mücadelesine devam etmiş, Hasan Bey elindeki kamasıyla Kayserilinin parmaklarını ve kulaklarını doğramaya başlayınca yorulan Kayserili Ahmet Paşa, son bir hamle ile Hasan’ı sofaya çekip arkasından bir tekme atmış ve diğer vekillerin saklandığı odaya kaçmıştı. Bu sırada yaralı olan Hüseyin Avni Paşa’nın can acısıyla bulunduğu yerden kalkarak sofaya kadar gelip yere düştüğünü gören Çerkes Hasan, üzerine atlamış ve delik deşik ederek kama ile ağzını kulaklarına kadar açmıştı. İfadesinde ” vurduğunu zannettiği” ve odada sandalye üzerinde baygın halde bulunan Raşid Paşa’yı da göğsünden vurarak, kama ile gırtlağını kesmişti.

Kayserili’yi bana verin!

Yine kendi ifadesine göre bunların ikisinin dahi öldüğünü anladıktan sonra, o sırada Mithat Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa ve Kayserili Ahmet Paşa’nın bulundukları odanın kapısını açmak üzere oraya hücum etmiş, içerdekiler oda kapısının kilitleri olmadığından arkasına bir kanepe koyup içlerinde en şişman olan Halet Paşa’yı oturtmuşlar kendileri de kapıya bütün kuvvetleriyle dayanmışlardı. 

Çerkes Hasan kapıyı zorlarken sadrazama; ” Sen millet babasısın, ayağını öpeceğim; Rıza Paşa’da velinimetimdir, size bir şey yapmam Kayseriliyi bana verin “ dedikçe Rüştü Paşa: “Oğlum Hasan Bey hiddetin üstündedir, kapıyı açmam yarın görüşürüz; bana bir şey yapmayacağını bilsem de hiddet arasında belki bir fenalık olur” gibi sözlerle yatıştırmaya çalışmış, o sırada yine Hasan Beyin ifadesine göre, “Ağalardan birisi başıma kama mıdır, nedir bilmem, bir şey ile vurdu; onun üzerine ben dahi yedimde bulunan revolveri ağaya sıkıp” onu da öldürdüm demişti.

Konakta çatışma ve Çerkes Hasan’ın teslim alınması

Daha sonra Çerkes Hasan Bey, sandalye ile mumların yandığı avizeyi düşürerek odanın perdelerini tutuşturmuş, üçüncü katta bunlar olurken aşağıda paşaların yaverleri, çavuşları ve ağaları 30-40 kişiyi bulduğu halde üçüncü katın merdiveni başında toplanıp, Çerkes Hasan’ın kurşununa hedef olmaktan korktukları için ileri gidememişlerdi. 

Nihayet yakındaki Hasanpaşa karakolundan askerler ve zaptiyeler gelip konağa ateş açmışlar ve yirmi kadarı, süngü ile yukarı çıkmıştı. Burada da süren kısa bir çatışmadan sonra Çerkes Hasan: “Ben askere silah atmam” diyerek silahlarını vermiş ve teslim olmuştu. Öldürülmemesi emredildiği için aşağı indirilirken Sadaret yaverlerinden Şükrü Bey, kendisini tahkir ettiği için Çerkes Hasan çizmesinden çıkardığı revolverle onu da öldürmüştü.

 Yakalandıktan sonra başından ve arkasından yaralı olan Çerkes Hasan, serasker kapısına getirilmiş( İstanbul Üniversitesi girişi) ve Süleymaniye’de ifadesi alınmıştı. Yarasına bakmak için gelen cerrahı: “Beni ya asacaklar yahut kurşuna dizeceklerdir; artık nafile yere yaralarıma baktırmak abestir.” Diyerek göndermişti. 

Yarasına rağmen ifadesini soğukkanlılıkla ve açıkça veren katil, yarası ağırlaşınca bırakılmış, ertesi gün ikinci kez ifadesi alınmış ve bu işi Sultan Abdülaziz’in hal’inden ve Hüseyin Avni Paşa’ya olan kininden dolayı yaptığını, kimsenin dahli olmadığı defalarca söylemişti.

 Nihayette ise, Divan-ı harpte yargılanarak, rütbeleri geri alınmış ve idamına karar verilmişti. 26 Cemaziye’l-evvel 1293 (Haziran 1876) Cumartesi sabaha karşı Beyazıt Meydanı’nda bir dut ağacına asılarak idam edilmiş, cesedi iki gün orada kaldıktan sonra Edirnekapı mezarlığına defnedilmişti.-Dünya Bülteni

Kaynaklar:

DANİŞMEND, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.4, s. 280-282, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1972.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, “Çerkes Hasan Vakası”, Belleten, c. IX, S. 33, s, 89-105. T.T.K, Ankara, 1945