Tarihi mahallede, duvar ve pencerelerinde Roma dönemi malzemelerin kullanıldığı Aya Elena Kilisesi, geçmişte yaşam alanı olarak kullanılan mağaralar, kayaların oyularak yapıldığı oda mezarlar, zengin ahşap süslemeleri ile ilgi gören taş camiler bulunuyor.
Orta Anadolu’nun en eski yerleşim merkezlerinden olan bölge, tarihi kaynaklarda farklı kültürlerin bir arada yaşadığı, erken Hristiyanlık döneminin önemli bir merkezi olarak geçiyor.
Yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı mahallede, yöresel lezzetleri canlı müzik eşliğinde sunan ve tarihi mimarisini koruyan işletmeler, gece ışıklandırmalarıyla da dikkati çekiyor.
Hristiyan ve Müslüman iki toplum yaşıyordu
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Bahar, yaptığı açıklamada, Sille’nin tarihinin 5 bin yıl öncesine dayandığını söyledi.
Mahallenin her köşesinde Roma ve Bizans taşlarını görmenin mümkün olduğunu belirten Bahar, şöyle devam etti:
“Milattan sonra 327 yılında Bizans İmparatoru Konstantinus’un annesi Helena, hac için Kudüs’e giderken Sille’ye uğramış, buradaki ilk Hristiyanlık dönemi oyma mabetleri görmüş, Sille’de bir mabet yaptırmaya karar vermiştir. Bugün gördüğümüz onun kurduğu kilise değil, yıkılmış, tahrip olmuş. Daha sonra İkinci Mahmut zamanında yeniden yapılmıştır. Üzerindeki kitabe Yunan alfabesiyle yazılmış ama metin Türkçe’dir. O dönemde Sille’de Hristiyan ve Müslüman iki toplumun yaşadığını biliyoruz.”
Bahar, bazı mezar taşları, çeşme ve mağaralarda Hristiyan ve Müslüman kültürün bir arada yaşadığına dair belirtiler gözlemlediklerini anlattı.
Mağaraların çoğunun Roma döneminde yapıldığına dikkati çeken Bahar, şunları kaydetti:
“O dönemde mezarları oda şeklinde kayalara oyma geleneği var. Mağaralardan bazılarının mezar yapıldığını görüyoruz ama bunlar daha sonra Bizans döneminde kilise ya da manastır gibi kullanılmış. Doğu yamacında mağara halinde Eflatun Manastırı var. Bölgeye Türkler geldiğinde burası ortak yaşam alanları olmuş. Mağaralar ev, samanlık, ahır olarak kullanılmış.”
Yer altından birbiriyle bağlantılı odalar var
Bahar, savaş dönemlerinde mağaraların sığınak görevi gördüğüne işaret ederek, “Doğuya bakan yamaçlarda yerle bir olmuş mimari alanlar var. Burası volkanik bir arazi, bir kısmı andezit. Kazı yaparken yumuşak ama havayla temas ettiğinde Kapadokya’da gördüğümüz gibi sertleşiyor. Yer altından birbiriyle bağlantılı odalar var” ifadelerini kullandı.
Sille’nin tanıtım faaliyetleri ile Kapadokya kadar ilgi görebileceğini dile getiren Bahar, şu değerlendirmede bulundu:
“1980’li yıllarda Sille nüfusu canlıydı ama 1990’lı yıllara doğru insanlar yavaş yavaş çekildi, Selçuklu Belediyesinin restorasyon çalışmaları ve Yeşil Vadi projesiyle bölge yeniden canlandı. Sille’de hafta sonları adım atacak yer kalmıyor. Hem doğal güzelliği hem de tarihi özellikleri bakımından neden bir Kapadokya kadar olmasın. Özellikle inanç turizmi bakımından batılılar henüz tam olarak keşfetmiş değil. Burada önemli bir imparatorun annesinin kilisesi var, Aya Elena. Bu isim onlar için çok önemli. Kudüs’te de bir kilise yaptırmış bir kadındır.”
Bahar, 19. yüzyılda inşa edilen Sille Çay Camisi ve Karataş Camisi’nin mihrap, minber ve kürsüsünde zengin ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinin yer aldığını aktardı.
Osmanlı’nın kuyumculuk merkeziydi
Sille’nin Osmanlı döneminde önemli bir kültür ve ticaret merkezi olduğunu da vurgulayan Bahar, şöyle konuştu:
“Osmanlı döneminde önemli bir kuyumculuk merkeziydi. Hatta o dönem Konya’dan daha fazla öne çıkıyordu. 1926’daki mübadeleyle buradaki ustaların Yunanistan’a gitmiş olması, mahalleyi olumsuz etkiledi. 1990’larda yok olma tehlikesi yaşıyordu ki geri dönüş oldu, canlandı. Konya’nın, çevresiyle 2 milyon 200 bin nüfusu var. Şu anda hızlı trenle de çevre illeri çekiyor. Böylesi güzelliklerimizi yeterince tanıtır, kültürünü, tarihini, doğasını anlatırsak, bölgeye daha fazla yerli ve yabancı turist çekebiliriz.”
YeniŞafak