Afrika’nın ‘Mahrem Macera’sı

Etkinlikler
İnsanlığın kendine yabancılaşması olarak niteleyebileceğimiz modernite, tarihte eşine az rastlanır etkilere sahip bir değişim/dönüşümün genel adıdır. Batılı muhayyiledeki ahiret yurduna karşı -ki bunu...
EMOJİLE

İnsanlığın kendine yabancılaşması olarak niteleyebileceğimiz modernite, tarihte eşine az rastlanır etkilere sahip bir değişim/dönüşümün genel adıdır. Batılı muhayyiledeki ahiret yurduna karşı -ki bunu Cennetin Krallığı olarak kodlar Hristiyan teoloji– bu dünyada yeryüzü cennetini kurmayı hedefleyen modern paradigma; son tahlilde ciddi bir kriz içerisindedir. Başta da dediğim gibi, bu süreç insana insanlığına unutturdu.

Hastalıklı muhayyile

Peki insan kendine yabancılaşırken hiç mi karşı çıkan, birşeylerin yanlış gittiğini söyleyen olmadı! Oldu elbet, Franz Kafka, Jean-Paul Sartre, Albert Camus, Nietzsche ve benzerleri, bu hastalıklı muhayyilenin vicdanı olmayı denediler. Ve kısmen başarı sağladılar da. Fakat hastalığa neden olan da, hastalığı haber veren de, aynı kültür dünyasının mensupları…

Mezkur isimler tabi ki hastalıklı ruh dünyasını tanımada yardımcı olabilirler ama Müslümanlık için söyledikleri şeyler hep uzaktan duyulan bir ağıttan öteye gitmeyeceğe benziyor.

Avrupa dışından bu hastalıklı muhayyileyi anlatmaya çalışan, bu marazlı hayat algısının insanlığa söyleyecek sözünün kalmadığını bir Afrikalı da, Franz Fanon da söylemişti. Lakin onun söyledikleri de farklı bir kültür evreninden, hayat tarzından mülhem bir karşı duruş değildi. Söyledikleri o kadar Avrupalı’ydı ki ‘Yeryüzünün Lanetleri’ne önsözü yine bir Avrupalı, Jean-Paul Sartre, yazmıştı.

Kalitesi de unutulmuşluğuyla orantılı olan öyle bir eser var ki, hem felsefecilerin hem de edebiyatçıların sıklıkla gündeme getirmeleri gerekiyor bu eseri. Yoksa bu felsefî roman Türkiye’deki Müslümanlar için bağıra bağıra ölecek. Hangi kitaptan mı bahsediyorum! Tabi ki Mahrem Macera’dan. Bizim, yani Müslüman Mü’min’lerin, modern istilaya karşı yaşadığı maceranın mahrem yanlarının anlatıldığı kitaptan. Yazarı Şeyh Hamidu Kan Bilal-i Habeşî ile hemşehri sayılır, zira kendisi Afrikalı.

Pakdil ve Afrika

‘Batıya bakmaktan boynumuz tutuldu’ der Nuri Pakdil, Batı Notları’nda. Ve batının kolonyalist/emperyalist faaliyetlerine ilk maruz kalan topraklarımız: Afrika. Afrika’nın diriliş muştusunu Hz. Peygamber-i Zîşân Efendimiz’in devr-i saadetlerine kadar götürür, Pakdil. O’na göre Allah Rasûlü’nün (a.s.) müezzin olarak Hz. Bilal-i Habeşî’yi seçmesi, aslında zamanın ahirinde diriliş muştusunun ilan edilecek yerin Afrika olacağındandır.

Postkolonyalizm

Şeyh Hamidu Kan’ın romana konu ettiği kişi, Samba Diallo, aslında herhangi birimiziz. Postkolonyalizmi yaşadığımız şu zamanda, birçok nosyon gibi kolonyalizm de biçim ve içerik değiştirmekte. Erken emperyalist dönemde sadece askerlerle gelip yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi sömürenler daha sonraki dönemlerde askerlerini geri çektiler ama arkalarında asker gücüne gerek duymadan sömürülebilecek topraklar bırakarak. Yani hayat tarzlarını hediye (!) ederek. Oysa şu anda tarihin sarkacı biraz daha geriliyor: Çünkü hem askerleri ile hem de hayat tarzları, paradigmalarıyla başımıza çullanmış bulunmaktadırlar.

Haksız yere yenme sanatı

Samba Diallo medrese eğitimi almaktadır. Yüzyıllar boyunca atalarını aldığı gibi… Üstadı (kitaptaki çeviri böyle diyor ama o ‘mürşid’) O’na öğrettiklerini kâlden çok hâl diliyle öğretmektedir. Fakat uygar batılılat, gâvurlar, diğer Afrika ülkeleri gibi onların ülkesine de uygarlığı getirmeyi istemektedir. Burada uygarlığı taşıyıcı muharrik askerler değil, yeni okuldur, yani üniversite! Diallo ve halkı her ne kadar Samba’nın babası ve üstadı/mürşidi aksi kanaatte olsa da O’nu ve O’nun gibi en zeki öğrencileri yeni okula gönderip sonucun ne olacağını beklemeye koyulurlar. ‘Haksız yere yenme sanatını öğrenmek için onların ülkesine gitmek gerek’ (s. 40), işte bu kanaattedir Diallo ve halkı. Çünkü onları yenen uygar batılılar da haksızdı ama sonuçta onlar yenmişti. Tam da burada Hamidu Kan taşı gediğine koyuyor: ‘Birşeyi unutmadan diğeri öğrenilebilir mi!’ (s.37)

Doğunun 7’inci oğlu: Samba Diallo

Üstad Sezai Karakoç’un masal şiirini Samba Diallo’nun mahrem macerasında bağımsız düşünemeyiz. Zira batı, İslam’ın çocuklarını, herbirine farklı oyunlar oynayarak, kendine benzetmeye çalışmaktadır. Fransa’ya felsefe öğrenmek için giden Samba Diallo önce doğaya yabancılaşır. Daha önce Fransa’da bulunmuş Diallobe ülkesinden biri şöyle der çünkü: ‘Her yer simsiyah asfalttı… Gözlerim tüm alanı dolaştı, uçsuz bucaksız taş yığınıydı hep…

Hiçbir yerde çıplak toprağın yumuşaklığı yoktu. Dikilmiş kulaklarım, doymak bilmez gözlerim, sert asfaltın üstünde çıplak bir ayağın yumuşak yürüyüşünü boşu boşuna bekledi. Ortalıkta tek bir ayak görünmüyordu. Sert bir kabuğun üstünde sadece binlerce katı takırtıydı sanki duyulan. İnsanların ayakları etten değil miydi burada… Bu taş vadinin tam ortasından azgın bir makinalar nehri geçiyordu. O günkü kadar hiçbir gün bana otomobiller -halbuki onları önceden de biliyordum- asla bu kadar hükümran ve kudurmuş, böylesine sinsi ve itaatsiz görünmemişlerdi. Geçtikleri yerlerden hiçbir insan yürüyemiyordu.’ (s. 92, 93) Fani insanoğlunun kendi elleriyle kurduğu şehrin tam ortasında ölüdürcü yalnızlığı yaşıyordu insanlar.

Yeni okulda, yani modern paradigma rahiplerinin yetiştirildiği yerde, Samba yabancılaşmanın, özden uzaklaşmanın nasıl olduğunu şöyle dile getirir: ‘Evimizden çıkarken, kesinlikle geri dönüp dönemeyeceğimizi kestiremiyoruz. Yolun sonunda kendi maceramıza yeniliyor, tutsak düşüyoruz. Birden anlıyoruz ki, tüm yolculuğumuz boyunca durmaksızın değişmiş ve sonunda bir başkası olmuşuz… Kimi kez de değişim tamamlanmaz, bizi ikircikli bir duruma sokar ve şaşkınlıkla olduğumuz yerde kalakalırız. O zaman yüreğimiz utanç dolu, saklanacak yer ararız!’

Bundan sonra Üstad Sezai Karakoç’u dinleyelim;

Batılılar!
Bilmeden
Altı oğlunu yuttuğunuz
Bir babanın yedinci oğluyum ben
Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden
Babam öldü acılarından kardeşlerimin
Ruhunu üzmek istemem babamın
Gömün beni değiştirmeden
Doğulu olarak ölmek istiyorum ben
Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var:
Karşınızdakini değiştirmek

Japonca’ya da çevrildi

Otobiyografik bir felsefî roman olma özelliğini taşıyan bu kitap, yayımlandığında bir anda bütün dünyada meşhur olmuş, Japonca da dahil uzak doğu dillerine tercüme edilmiştir. Hakkında bir çok tez çalışması yapıldı. Şu anda baskısı Özgün Yayıncılık tarafında yapılmaktadır. Besmeleyle başlayan bir felsefî romanı özleyenler (Ah! Eskiden Rasim Baba’nın öykü kitapları da Besmeleyle başlardı) için, bu klas tavır hâlâ devam etmekte.

Son not: Üstad Sezai Karakoç’un Masal şiiri ile Şeyh Hamidu Kan’ın Mahrem Macera’sı yaklaşık aynı yıllarda -1960′lar- yazıldı.