Cannes’da ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü alan Fransız yıldız Juliette Binoche, şiirin izini takip ederek Mevlana’ya ulaşmış. Sanatçı, “O büyük bir ilham kaynağı ve içsel bir seyahate güzel bir davetiye” diye konuştu.
Ece Gücer Reynourand’ın röportajı… Sinema kariyeri sayısız ödüllerle dolu Fransız aktris Juliette Binoche, son heykelciğini 63. Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülüyle aldı.
1997’de İngiliz Hasta’daki sıradışı oyunuyla ‘En İyi Yardımcı Kadın’ Oscarını alan 46 yaşındaki oyuncu, İranlı yönetmen Abbas Kiarostami’nin İtalya’da, bir Toscana kasabasında çektiği ‘Copie Conforme / Tasdikli Kopya’ filminde aşkı yakalamaya çalışan bir Fransız sanat galerisi sorumlusunu oynuyor.
Canlandırdığınız kadının hep bir umut ve sevgi arayışı var sanki, tıpkı Gena Rowlands’ın ‘Opening Night’ filmindeki gibi…
Kanımca, o kadın sevginin aciliyeti içerisinde. Adamın duygu ve heyecanlarını iteklemeye çalışıyor, neredeyse adama “Hadi bu kadar kayıtsız kalma, bir şeyler yapmalısın” der gibi, ama görünen o ki bu adamın pek umrunda değil. Çaresizlik kavramının özünde yine de bir umut yok mudur? İzleyici kendi hikayesini bulmaya çalışıyor filmde. Bence seyircinin bakış açısı da yaratılan eserin bir parçası.
Filmde de dendiği gibi… Bir sanat eserinin kopyası aslından daha değerli ya da aslı kadar değerli olabilir mi?
Hangi kopyadan bahsettiğinize bağlı. Bir şeyi kopya ettiğinizde onu yeniden yaratıyorsunuz aslında. Sinema zaten hayatın kopyasıdır, hayatın yoğunluğu içersine bir güç seçmektir. Belki de sinema hayattan bile daha güçlüdür. Film çekilirken, rolü oynarken orada oluşan şartlar, her şey tepenize inip sizi baştan aşağı giydirebiliyor. O anki oyunculuğunuza aldanmalarınızı, hatıralarınızı, hayal gücünüzü katıyorsunuz sonuçta. Oynarken, içinizde o an oluşan şeyler, o kadar yoğun olabiliyor ki! Ben bundan güç alarak oynuyorum.
Neden ille de Abbas Kiarostami?
Onun filmlerini hep beğenmişimdir. Onun siyah beyaz çocuklarla ilgili filmlerini gördüğümde bambaşka bir coşku sarıyor beni. Onun filmlerinde sevdiğim şey, doğayı, daha çok insan doğasını bu kadar güzel filme çekmeyi bilmesi. Filmlerindeki görüntüler, vizyon, bana gerçek hayatın yansımaları gibi geliyor. Hayalim hep yaratıcı yönetmenlerle çalışmaktı. Hollywood’da film yapıp ünlü ve zengin olmaya çabalamak değildi.
Daha kolay bir iş yapmak isterdim
Pek çok kez bu işi bırakmak istemişsiniz…
Evet bir çok defa, özellikle ‘Köprü Üstü Aşıkları’ filmini çekerken her şeyi bırakmak istedim. Oyuncu olmak bazen çok zor bir şey. Daha kolay bir iş ile meşgul olmak isterdim.
Ama sonuçta hala oyuncusunuz…
Aslında farkında olmadan kendimle imzaladığım bir özgüven kontratı bu.
Kariyerinizin başlangıcındaki filmlerde ‘aşk işlerinde ağır işçi’ rolleriniz göze çarpıyor. Bu tip rollere bayıldığınızı söylemiştiniz bir yerlerde…
Bu benim için duyguların derinliklerine bir keşif seyahati gibi, beni öylesine sarıyor ki! Oyunculuğu daha çok felsefi bir deneyim olarak yaşıyorum.
MEVLANA ÜÇ DİNİN KESİŞMESİ GİBİ…
Sufizmle de ilgilisiniz. Sizi büyük İslam felsefesine çeken içsel güç ne?
Şiire olan merakım! Bir gün Mevlana’yı keşfettim. O bana büyük ilham verdi. Mevlana’nın felsefesinde Hıristiyanlığa ve Taoizm’e yakın bulgular edindim. Bütün bu dini öğeleri özümsemek o kadar güzel ki. Mevlana’nın yazıları gerçekten büyüleyici, ilham verici ve hiçbir fikri tepeden kabul ettirmeye çalışmıyor. Mevlana içsel bir seyahate güzel bir davetiye.
Sinemanın ne olduğunu resmeden bir an, bir kaç saniye olsaydı bu sizin için ne olurdu?
Hayatım!
Botokslu oyuncu olmaz!
Onun yaşlarındaki birçok Hollywood starının botoksla güzelliklerini koruma çabasını eleştiren sanatçı “Yüzüme botoks enjekte ettirseydim, bir daha oyunculuk yapamazdım. Yüz mimiklerimi oynatamazdım. Doğallıktan bahsederken, kanımca botoks kullanımı, sanki doğal bir manzarayı mahvetmeye benziyor” diyor.
KASİYERLİKTEN DÜNYA STARLIĞINA
“Yolun başında genç ve parasız bir aktrisken kimseler destek olmadı. Alabildiğim tek destek o dönemdeki İtalyan sevgilimdendi. Gerçekten çok cömertti. Zor zamanlardı, aktris olarak bin bir güçlükle çabalıyordum. Sonunda ev eşyaları satan bir mağazada kasiyer olarak iş buldum. Bir gün Godard’ın filmine oyuncu olarak alındığımda artık çalıştığım mağazayla vedalaşma vakti gelmişti. Mağaza müdürü beni, oyuncu olmanın ne kadar belirsiz bir şey olduğunu söyleyerek ikna etmeye çalıştı. Ben de ona, ‘Her şey için sağ olun, ama bu benim hayalim’ diyerek yoluma gittim.”