Biyografilerle Sürgün ve İntihar

Etkinlikler
Röportaj: Bilal Can Biliyoruz ki, sadece kitap yazmakla uğraşmıyorsunuz. Her insanın kendini anlattığı birkaç cümlesi vardır, ona özel; “ben” diye başlayan… Kendinizden biraz bahsed...
EMOJİLE

Röportaj: Bilal Can

Biliyoruz ki, sadece kitap yazmakla uğraşmıyorsunuz. Her insanın kendini anlattığı birkaç cümlesi vardır, ona özel; “ben” diye başlayan… Kendinizden biraz bahseder misiniz?

Evet, insanın kendisini anlatması en zor şey. Doğrusu nereden nasıl başlamam gerekiyor, bilemiyorum. Çünkü hala bir arayış içerisindeyim. Kendimi hayatın neresine koymalıyım, nerede durmalıyım; bunun mücadelesi içindeyim hala. Bu sebeple, bu “bahsetme” meselesine teknik olarak değinmek isterim sadece. Gebze’de doğduğumu ve aslen Ardahanlı olduğumu ifade etmekle iyi bir başlangıç yapmış olabilirim belki de. Çocukluk yıllarında Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Necdet Evliyagil’e karşı duyduğum sempatinin, beni kaleme muhatap kıldığıysa, itiraf etmem gereken önemli bir nokta. Lise yıllarında tanıştığım Nurettin Durman, Mustafa Özçelik ve Hüseyin Akın da üzerimde emeği olan birkaç isim… Önceleri şiire karşı derin bir hayranlık içindeydim. Bu sebeple birkaç şiir kitabım ve antolojilerim yayınlandı. Ancak son yıllarda aldığım, içimde beslediğim şiir perisini altın bir kafeste saklamak kararını uyguluyorum. Şiir çok değerli… Benzersiz… Ancak şiirimin biraz dinlenmesi gerekli; çünkü şu sanal âlemle birlikte şiir de kirlendi iyice. Bu sebeple şiirimi dinlendirmeli ve bu kirlilikten uzak tutmalıyım biraz. Yine bu sebeple son birkaç yıldır araştırma ve biyografi çalışmalarına ağırlık verdim. Bunun dışında şiir ve edebi konularda zaman zaman konferanslarım oluyor; gidiyorum çağrıldığım yere. Özellikle genç edebiyat dostlarından oldukça memnunum. Çok güzel şeyler yapıyorlar ve ben de onlara elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Son olarak da ticaretle uğraşıyorum. Hayat maceram böyle sürüp gidiyor işte.

Yazarlığa başlangıç evreniz nasıl oldu. ‘’Bir sabah uyandım ve yazar olmaya karar verdim’’   gibi bir hikâyeniz var mı bu sürece geçiş evresinde.

Ben ilkokul öğrencisiyken, TRT’de şair Necdet Evliyagil’in “Şiir Bahçesi” adlı bir programı vardı. O program çok hoşuma giderdi. Bir çizgi filmi bekler gibi, “Şiir Bahçesi”ni beklerdim ve severek izlerdim. Evliyagil’e karşı olan özentim ve sempatim beni ufak denemelere itti. Denedim.  Yazdıklarım birkaç kez okul gazetesinde yayınlanınca, hele bir de “Yeliz” yazdığım şiirleri beğenince, beni kalemin ve kağıdın sarhoşu halinde buldular. (Yeliz, ilkokul aşkı, bu arada.)

İlk kitabınız ‘’Yakın Dönem Şiirimizde Aşk’’ çıktığında neler hissettiniz. Bu kitap hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Evet ilk yayınladığım kitap bir antolojiydi.  İnsanlar ilk, kendi şiirlerini kitaplaştırarak başlarlar işe. Ben o kadar cesur değildim. Sonradan pişman olacağım kitapları yayınlamak en büyük korkumdu, hala da bundan çok korkarım. Çünkü “usta” dediğimiz şairlerde bile bunun örneğini gördüm. Kitapta pişmanlık çok tatsız bir şey. İnsan, her zaman gurur duyacağı eserlere imza atmalı. “Laf olsun” diye kitap çıkarmamalı. Yoksa bir kitap çıkartmak çok kolay. Matbaaya gidersiniz, parasını verirsiniz, basarlar. Bu korkunç olan! Dostlarım kendi şiirlerini kitaplaştırarak başlamışlardı; bende en sevdiğim şairlerin, en sevdiğim şiirlerini kitaplaştırmakla başlamak istemiştim işe.

Daha sonra çıkan ‘’Şairin Kırılan Kalbi’’ kitabının hikâyesi nasıldır?

 “Şairin Kırılan Kalbi” kitabın içerisinde bulunan bir şiirimin adıdır. Topluma karşı bir sorumluluk duygusu taşıyan insanlar nadiren gülerler. Genelde yüzlerinde ve yüreklerinde hüzün vardır. Yürekleri ve gönülleri kırıktır. İçinde yaşadıkları toplumun, ya da farklı coğrafyalardaki toplumların acı veren yanlarından dolayı burukturlar. Bilmem! Her halde bundan olsa gerek, bir şiirime bu ismi vermiş ve bu ismin ekseninde bir takım cümleleri biriktirmiştim. İsim hoşuma da gitmişti. Beni anlatıyordu. Kalbim kırıktır benim. Kalbimin kırıklığını hiç unutmamak için de bir kitabıma bu ismi vermiştim; “Şairin Kırılan Kalbi!”

İntihar Eden Ünlüler İsimli kitabınıza gelecek olursak, neden İntihar. Cesar Vallejo, ‘Acı çekiyorum, acı çekiyorum bugün / Adım Cesar Vallejo olmasaydı da çekerdim bu acıyı’ cümlesindeki karşılığın bir sonucu mu intihar?

Vallejo, kendisini aç bırakarak intihar eden Şili’li tuhaf bir şair. Buna özellikle değiniriz. Aslında tamamen tesadüfen başladı intihar macerası. Ve çok farklı noktalara geldi. Bir biyografi serisi yapmayı kararlaştırdık yayınevimizin editörü Musa Öztürk’le birlikte. Bu sebeple bir araştırma yapıyordum. Biyografi kitaplarını ve kitaplara konu olan isimleri inceliyordum.  Sonra ünlü bir ismi incelerken (Andre Gorz) hayatını kendi elleriyle noktaladığını öğrendim. İlgimi çekti. İncelediğim bir başka ismin de (Cesare Pesave) aynı akıbete uğradığını gördüm. Sonra bir başkası da (Reşat Çiğiltepe) hayatına kendi elleriyle son vermişti. Sonra bir başkası, (Marilyn Monroe), sonra bir başkası (Anne Sexton), sonra daha başkası (Jack London), sonra daha da başkaları (Stefan Zweig, Sylvia Plath, Van Gogh) da intiharı seçmişlerdi. Bu beni çok etkilemişti. Bu konu üzerinde çalışmaya başladım. Konuyu inceledikçe, müntehirlerin yakınlarıyla görüştükçe, intihara teşebbüs etmiş fakat hayatta kalmış insanlarla konuştukça olayın seyri değişti. Çok sıra dışı sebepler ve sonuçlarla karşılaştım. Çok etkilenmiştim. İntiharın bir kalemde geçilemeyecek bir konu olduğu kanaatine vardım ve aylarca üzerinde dutdum. İnsanların acıları, çaresizlikleri, buhranları, ihanete uğramışlıkları ve daha onlarca psikolojik hakikat beni iyice konunun merkezine taşımıştı. Çok zordu. Çalışmalarımın sonunda bu kitap ortaya çıktı.

İntihar oranları edebiyatla ilgilenen yani yazar kesiminde daha çok karşılaşan bir durumdur diyebilir miyiz?

Aslında tespit tam olarak doğru olmamakla birlikte, haklılık payı da taşıyor. Dünyada her saat çok sayıda insan intihar ediyor. Bunların büyük bölümü “sıradan” insanlardan oluşuyor.  En fazla “sıradan” insanlar intihar ediyorlar. Ama bunların içinden belli bir “sıfat” taşıyanları süzecek olursak, edebiyatçıların, şairlerin daha fazla bu vakaya muhatap olduklarını görebiliriz. Bunun birçok sebebi var. Bir defa edebiyat ve şiirle ilişki içinde olan insanlar sayısal bakımdan çok fazla. Yani bir heykel tıraşla bir şair arasında sayı farkı önemli. Sayısal üstünlükten dolayı da bu hadise en çok şairler üzerinde görülüyor gibi… Bir de şu var; yazarlar ve şairler düşünen ve sürekli hareket halinde olan beyinlerdir. Kendileriyle ve toplumda aralarındaki çatışma sürekli aktif haldedir. Bazen duygu yoğunluğu bu çatışmanın yazarın ve şairin bir çıkmaza sürüklenmelerini sağlayabilir. Bazıları kendilerini bu çıkmazdan kurtarabilecek kabiliyetteler. Bazılarıysa kurtuluşu, bedenini terk etmekte bulurlar. Bu çok yönlü çok hassas bir mesele. Bu şekilde yazarak cevaplamak sahife sayımızı oldukça çoğaltacak. O nedenle bu kadarla yetinelim.

İntihar eden kişilere halk nazarında genelde bir yüceltme ya da bir büyüklük yapmış gibi kaide var. Bu doğru mu?

Doğru, haklısınız. Gariptir, intihar eden insanlara karşı tuhaf bir sempati var.  Mesela sevenleri şair Sylvia Plath’ın mezarını neredeyse anıt mezara çevirecekler. O denli bir ilgi var yani. Sanırım, müntehirin o davranışını, kendileri için bir fedakârlık eylemi olarak görüyorlar.  Bu da bir hastalık hali. Yani kişinin belli zamanlarda anılmasını, adına şiir dinletileri ya da anma günleri yapılmasını anlıyorum. Ancak bunun bir ölçüsü olmalı. Kişinin bir kahraman olarak ele alınması, sanki övünülecek bir davranışa imza atmış gibi kabul edilmesi, çok tuhaf bir durum. Genelde, intihar eden insanın yaşadıklarına benzer şeyler yaşayan, sözümona çektiği çileleri çeken insanlarda bir sahiplenme ve sempati oluyor. Bu da onların psikolojik anlmada içine düştükleri çıkmazdan kaynaklanıyor bence.

İntihar Eden Ünlüler’den sonra bu serinin ikinci biyografi çalışması olan Sürgün Edilen Ünlüler eserinizi okuyuculara sundunuz. Son kitabınız hakkında biraz bilgi verir misiniz?

Sürgün de aynı intihardaki gibi bir biyografik araştırma kitabı. Topluma mal olmuş, büyük kitlelere öncülük etmiş, hayatlarını inandıkları değerler uğrunu feda etmekten kaçınmamış ünlü insanların hayat hikâyeleri var bu kitapta. Mehmet Akif, Nazım Hikmet, Ayetullah Humeyni, Aliya İzzet Begoviç, Aleksandr Puşkin, Şeyh Bedrettin, Dalay Lama, Said Nursi ve Şivan Perver gibi her ideolojiden ve inanç gurubundan ismin sürgün öykülerini dâhil ettim kitaba.

Sürgün evrensel bir ceza olarak var olagelmiştir. Sürgün yaşayan kişiler hakkında en ilginizi çeken kişi kimdi?

Kısa bir cevap verebilirim bu sorunuza: II. Abdülhamit, Mehmet Akif ve Said Nursi’nin sürgün öykülerini derlerken gözyaşlarımı tutamadım çoğu kez.

Bu kitapta belirli bir zamana dayalı olarak sınırlandırmışsınız. Mesela Ben Ebu Zerr Gıffari’nin de kitapta olmasını dilerdim. II. Abdülhamit ile başlayan sürgün biyografileri Ziya Gökalp ile sonlandırılmış. Yeni baskılarda yeni kişileri de eklemeyi düşünür müsünüz?

Aslında bu kitaba konu olabilecek isimler oldukça fazlaydı. Ancak bir, kişi ve sayfa sınırlandırması yapmamız gerekiyordu bu baskıda. O sebeple bazı kısıtlamalar oldu. İkinci baskıda içeriği artırmayı düşünüyoruz.

Biyografi serisi çalışmaları devam edecek mi?

Tabi, çok yakında “idam edilen ünlüler” basılmış olacak. Şu an son aşamasındayız. Sanırım birkaç ay içinde kitap dostlarına bu müjdeyi vereceğim.

Çalışmalarınız hakkında biraz bilgi verir misiniz?
İfade ettiğim gibi şu sıralar “idam edilen ünlüler” adlı biyografi kitabını hazırlıyorum. Ayrıca bazı yazar ve şair dostlarımın çıkacak kitapları için danışmanlık ve editörlük yapıyorum. Bir de çeşitli eğitim kurumlarında konferanslarım oluyor.

Söyleşi için teşekkür ederim.

Ben çok teşekkür ederim, çalışmalarınızda başarılar dilerim. 

on5yirmi5.com