Veysi Selimoğlu’nun moderatör olduğu panelin konuşmacıları Abdulhakim Beyazyüz ve Oktay Altın idi.
Veysi Selimoğlu açılış konuşmasında öncelikle gerek ülke içinde gerek ümmet coğrafyasında vahiy dışı anlayışlarla kuşatıldığımızı, bu kuşatmadan Müslümanların da etkilendiğini belirtti. Ayaklarımızı sırat-ı müstakimde sabit tutmadığımız takdirde İslami kimliğimizle çelişen pratiklere düşebileceğimizi, dolayısıyla Müslümanın cahili sistemde muhalif bir kimlik sergilemek zorunda olduğunu ifade etti. Sistem içi araç ve kurumları İslami kimlikten taviz vermeden kullanmanın gerekliliğini de belirten Selimoğlu bu çerçevede muhalefet ve maslahat dengesini nasıl kurarız sorusuyla sözü Abdulhakim Beyazyüz’e verdi.
‘Muhalefet’ kelimesinin Kuran’da ihtilaf, halife, muhtelif gibi şekillerde geçtiğini, muhalifliğin kime karşı durduğumuza göre olumlu veya olumsuz bir değeriolacağını ifade ederek söze başlayan Abdulhakim Beyazyüz bu bağlamda müslüman için muhalif olmanın zorunlu olmadığını ancak içinde yaşadığımız cahili toplumda kendimizi muhalif kimliğe sahip kesimler olarak tanımlamanın yanlış olmayacağını belirtti.
‘Maslahat’ kavramının uygun olan, faydalı olan şey anlamına geldiğini ve Müslümanlarca temel ihtiyaçlar olarak bilinen din, mal, can, nesil, akıl emniyeti yararına olan hususlar olarak da anlaşılabileceğini ve maslahatın geçmiş dönemlerde de sıkça konuşulduğunu ekleyen Beyazyüz sözlerinin devamında şunları söyledi:
“İçinde yaşadığımız toplum mutlak anlamda kendisini düşman kabul edebileceğimiz bir toplum olmadığı gibi mutlak anlamda teslim olacağımız bir toplum da değil. Sistemin açık bir şekilde cahili hüviyete sahip olduğu da ortada ve AK Parti’nin sistemin bu cahili yapısında bazı gedikler açsa da tamamen düzeltemediğini görüyoruz.
Topluma baktığımızda ise bir kısmı samimi Müslümanlar oluşurken, bir kısmının açık bir şekilde İslami değerlere düşmanlık ettiğini görüyoruz. Büyük bir bölümü de bazı İslami duyarlılıkları olan fakat ciddi bir bilince sahip olmayan kişilerden oluşuyor. Bizler de tevhidi şiar edinmiş Müslümanlar olarak Hz. İbrahim’in çizgisini sürdürmeye çalışıyoruz. Bu da ancak vahyi özümsemekle mümkün ve fert bazında bunu yapmamız mümkün olmuyor. İçinde yaşadığımız sistemse bazı açılardan önümüzü açarken bazı noktalarda da yolumuza taş koyuyor. Bu bağlamda bu sorunu aşmamız bazı kardeşlerimizin yaptığı gibi kendimizi sistemden soyutlayıp toplumu tekfir ederek mümkün olmayacaktır. Aynı şekilde bazı kardeşlerimiz gibi iktidarın her şeyi yaptığı, bize düşen bir görev olmadığı yanlışına düşüp sisteme eklemlenerek de mümkün olmayacaktır.
Bu iki çizgiden farklı olarak İslami bir kimlik ve bağımsız bir duruşla hayatın her boyutuna vahyi işlememiz, söylemek istediğimiz şeyi pratiklerimizle ortaya koymamız gerekir; iktidara küfretmenin, her şekilde karşısında olmanın da makul bir yanı yoktur. İktidarın İslami anlayışa uygun pratiklerini AK Partiyle özdeşleşmemek kaygısıyla reddetmemeliyiz, yanlış gördüğümüz hususlara da açık bir şekilde karşı çıkmalıyız. Bizim maslahat anlayışımız İslami sınırlarla belirlidir. Tüm kesimleri razı etmek gibi bir tavrın içine girmemiz de doğru değildir ve bunun altından kalkmamız da mümkün olmayacaktır. Eğer biz İslam’dan hareketle, Müslümanların maslahatını merkeze alarak hareket ediyorsak geriye kalan kesimin bu noktadaki eleştirisinin bir anlamı olmayacaktır.”
Abdulhakim Beyazyüz’ün ardından sözü Oktay Altın aldı.
Muhalefet kavramının kabaca eleştirel yaklaşım olduğunu söyleyerek söze başlayan Oktay Altın sözlerinin devamında eleştirinin önemine ve gerekliliğine dikkat çekti.
“Muhalefet İslam tarihi boyunca olmuş mudur?” sorusuyla devam eden Altın, Hudeybiye Antlaşmasını örnek göstererek Allah Rasulü’nün Müslümanların maslahatını düşünerek bazı şeylerden taviz verebildiğini ve bunun Müslümanlar arasında infiale neden olabildiğini ifade etti. “Bu çerçevede muhalefet sadece İslam dışı olan için değildir, bizatihi Müslümanların egemen olduğu ortamda bile muhalefete ihtiyaç vardır ancak tarihimize baktığımızda muhalefetin kurumsallaştırılamadığını görüyoruz.” diyen Oktay Altın sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kur’an-ı Kerim’de ‘emr-i bi’l ma’ruf nehy-i anil münker’ emri sıkça tekrarlanmasına rağmen pratik hayatımızda bu emrin bir kuruma dönüşmediğini; dönüştüğü yerlerde de istenilen sağlıklı sonuçlar alınamadığını belirtti. Çünkü işin künhüne değil şekline daha fazla önem verilmiş.”
İlk iki halife döneminde kısmen de olsa muhalefet kültürünün uygulanıp olumlu neticeler verdiğini belirten Altın, Hz. Osman döneminde bu kültürün sekteye uğradığını ve merkezde başlayan küçük bir sapmayla iktidardaki kimselerin gitgide sorgulanamaz ve eleştirilemez hale geldiğini söyledi. Emeviler ve Abbasiler döneminde de bu eleştirilemez olma halinin katlanarak devam ettiğine değinerek devam etti.
N. Abdulhalık Mustafa’nın İslam siyaset düşüncesinde muhalefet ekolünü üçe ayırdığını ve bunların devrimci ekol, temekkün ekolü ve sabır ekolü olduğunu belirten konuşmacı bu tasnifin günümüzde de uygulayabileceğimiz bir sınıflama olduğuna değindi.
Mutezile örneğiyle sözlerini sürdüren Altın, iktidara gelene kadar Mutezile’nin iyi bir muhalefet örneği sergilediğini ancak iktidara geldikten sonra kendi umdelerini bir nevi dayattığını, baskıcı bir politikaya doğru evrildiğini ifade etti. Bu bağlamda gücün ve iktidarın çürütücü etkisine dikkat çeken konuşmacı; muhalefetteyken, sorumluluk yokken bir nevi daha rahat olunduğunu söyledi.
Her ne olursa olsun Emeviler’de de, Abbasiler’de de, Selçuklu ve Osmanlılar ’da da temel dayanağın Kur’an-ı Kerim olduğunu, yapılan her şeyin bir şekilde İslam’a uydurulmaya çalışıldığını dile getiren Altın; bunun içinde yaşadığımız ülkeden geçmişteki devletleri ayıran en önemli özellik olduğunu beyan etti. “Çağlar ve kurumlar değiştikçe muhalefetin imkânları ve şekli de değişiyor; bütün peygamberler tevhid mücadelesi vermiştir ancak hepsinin farklı şekillerde bu mücadeleyi verdiğini görüyoruz.” diyerek konuşmasına devam etti.
Cumhuriyet dönemine geldiğimiz zamansa Türkiye Cumhuriyetinin geçmiş devletlerden İslam’a karşı konumlanması ve dine rağmen bir politika üretmesiyle ayrıldığını ve dolayısıyla burada muhalefetin yöntemlerinin de değişmek mecburiyetinde kaldığını ifade etti.
Konuşmasının sonunda Altın şu hususlara da dikkat çekti:
“Kur’an-ı Kerim’in ötekilere yaklaşımına baktığımızda tümüyle tek bir bütün olarak mücadele etmediğini, benzerliklerini vurgulayıp ortak noktalar bulmaya çalıştığını, karşıdakileri düşüncelerine göre bölerek her birine ayrı politikalar geliştirdiğini görüyoruz. Fakat son dönem biz Müslümanlarda bizden olmayanı yeknesak bir kalıba sokma refleksi gelişti. Ve açıkçası bu refleks Kur’ani yönteme uygun bir yöntem değil.
Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyetinin de tüm politikalarına bir bütün olarak bakmamalıyız. AK Parti’nin 2002’deki politikalarıyla bugünkü tutumlarına aynı tavrı gösteremeyiz. Türkiye Cumhuriyetinin adı değişmese bile yasaları değişmektedir. Laik sistem devam ettikçe biz yine muhalif olmak zorundayız lakin karşımızdakinin de sabit olmadığını görerek hakkaniyetli bir duruş sergilemeliyiz. Sistem içi araçları kullanırken hiçbir şekilde, asla ve kat’a taviz veremeyeceğimiz İslami ilkelerimiz bizler için sabitelerdir ve önemli olan yapılan şeydir, kim yaparsa yapsın olumluluklar desteklenmeli, olumsuzlukların karşısında durulmalıdır.”
Program soru-cevap faslının ardından sona erdi.