Mevlana Celaleddin-i Rumi… Bir büyük Allah dostu, tasavvuf mesleğinin kâmil mürşidi, Mevlevilik yolunun pîri. Fani alemden geçeli sekiz asır olmasına rağmen hala insanlara yol göstermeye devam ediyor. Batı’da pek çok kişi onun vasıtasıyla İslâm’la tanışıyor. Eserleri, her dönem, dünyada çok satan kitaplar listesinin üst sıralarında yer alıyor. Türbesi ziyaretçi akınına uğruyor. Mesnevi’nin girişinde ‘Herkesin zannında dost oldum’ dediği gibi, herkes bir şekilde kendini ona yakın görüyor. O ise kendini "Ben canım bedende oldukça Kur’an’ın bendesiyim. Muhammed Muhtar’ın ayağının tozuyum." diye anlatıyor.
802. doğum yılını kutladığımız şu günlerde “Mevlana’yı ne kadar anlıyoruz?” sorusu geliyor akıllara… İşte Allah yolunda geçen bir ömrün hikayesi…
Asıl ismi Muhammed
Bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Belh şehrinde 30 Eylül 1207’de dünyaya gelen Mevlana‘ya, Muhammed ismi konuldu. Dedesi’nin lakabı da Celaleddin olduğu için Muhammed Celaleddin denilmeye başlandı.
Dönemin en büyük alimlerinden olan Bahaeddin (Sultan) Veled‘in oğlu olan Mevlana ve ailesi, Belh şehrinde siyasi istikrarın ortadan kalkması ve Moğol istilası tehlikesi üzerine göç ederek, dönemin ilim ve sanat merkezi konumunda olan Bağdat‘a geldi.
Oradan Kutsal Topraklar’a geçip hac görevini yerine getiren aile, daha sonra Şam, Malatya ve Erzincan üzerinden eski adı Larende olan Karaman’a ulaştı.
Baba Bahaeddin Veled, 1225 yılında, 17 yaşında olan oğlu Muhammed Celaleddin‘i (Mevlana), kafilenin üyelerinden Semerkantlı Lala Şerafeddin’in kızı Gevher Hatun ile evlendirdi.
Bahaeddin Veled, o dönemde Selçuklu devletinin başkenti olan ve ilim irfan sahiplerine kucak açmasıyla bilinen Konya’ya, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından davet edildi. 7 yıl Karaman’da kalan aile, 5 Mayıs 1228’de Konya’ya gelerek ovanın ortasındaki bu başkente kalıcı olarak yerleşti.
Çocuk yaşlarındayken babası Bahaeddin Veled’in derslerine devam eden Muhammed Celaleddin, babasının 1231 tarihinde vefatının ardından bir süre onun yerine babasının öğrencilerinin eğitimiyle görevlendirildi.
O güne kadar Farsça, Türkçe ve Arapça’yı iyi derecede öğrenmiş olan Muhammed Celaleddin, bir dönem Şam ve Halep’e giderek, Haleviye Medresi’nde dini eğitimini tamamladı. Ardından Konya’ya tekrar dönerek, Sultan Alaaddin Keykubat’ın kurduğu, bugün İplikçi Camii‘nin bulunduğu yerdeki Ebul’l-Fazl Medresesi’nde müderrislik görevine devam etti.
Ancak aldığı dini eğitimlerle kafasında doğan bazı düşünceleri sorgulamaya başlayan Mevlana, kendisini boşlukta hissettiği bir dönemde, Tebriz‘den çıkıp Anadolu’ya gelen gezgin bir derviş olan Şems ile 24 Kasım 1244’de Konya sokaklarında karşılaştı.
İki denizin buluşmasından Mevlana doğdu
”İki denizin kavuşması” (Marece’l Bahreyn) olarak nitelendirilen bu buluşmanın ardından Mevlana, medresedeki görevini ve camide verdiği ve halktan büyük ilgi gören vaazlarını bırakarak, Şems ile birlikte, inzivaya çekildi, 3 yıla yakın bir süre çok az halk içine çıktı.
Dünyada şu an en az Mevlana’nın fikirleri kadar ilgi gören semayı, çokça yapmaya başladı.
Bu 3 yıllık manevi etkileşim sonucu Muhammed Celaleddin, Mevlana ismini aldı. Bu dönemde Farsça ve Arapça şiirlerinin sayısı artmaya başladı, bugün kendisiyle özdeşleşen Mesnevi’sini yazdı. Bu arada, sohbetlerinin sevenleri tarafından kaleme alınması ve dikte edilmesinden oluşan Fih-i Mafih (Onda olmayan bundadır), devlet büyüklerine yazdığı 147 adet mektubun toplandığı ‘Mektubat’ isimli kitap oluştu.
Mevlana ve Mevlevilik
Mevlevilik; tamamen sevgi ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir müessesedir. Hazreti Mevlâna, yaradana gönül veren, bütün dünyadaki yaratıkları yaradandan ötürü sevmeyi ve bizlere sevgiden söz etmeyi öğreten bir aşk piridir.
Denizi bir testiye dökersen ne kadar alır? Bir günün kısmetini.
İşte deniz nasıl testiye kabın genişliği kadar sığarsa Mevlana da kelime kalıplarına ve bizim idrakimize, istidadımız nisbetinde sığar.
"Aşık ol aşık, aşkı seç ki sen de seçilmiş bir insan olasın" diye seslenir.