İslam’da Her Hak Sahibine Verilmeli

İslam
Hz.Peygamber (s), Selmân (ra) ile Ebû’d-Derdâ’yı (ra) kardeş yapmıştı. Selmân, Ebü’d-Derdâ’yı sıkça ziyaret ederdi. Bir ziyaretinde onun hanımı Üm...
EMOJİLE

Hz.Peygamber (s), Selmân (ra) ile Ebû’d-Derdâ’yı (ra) kardeş yapmıştı. Selmân, Ebü’d-Derdâ’yı sıkça ziyaret ederdi. Bir ziyaretinde onun hanımı Ümmü’d-Derdâ’yı (r.anhâ) hayli eskimiş elbiseler içinde gördü. Ona: ‘Bu halin ne?’ diye sorunca, kadın:

‘Kardeşin Ebü’d-Derdâ dünya malı ve zevklerine önem vermez’, dedi.
O sırada Ebü’d-Derdâ eve geldi ve hazırlattığı yemeği Selmân’a ikram edip:
‘Buyurun, yemeğinizi yiyin, ben oruçluyum’, dedi. Selmân:
‘Sen yemedikçe ben de yemem’, diye karşılık verdi.

Bunun üzerine Ebü’d-Derdâ sofraya oturup yemek yedi. Gece olunca Ebü’d-Derdâ teheccüd namazı kılmaya hazırlandı. Selmân ona: ‘Uyu’ dedi. Ebü’d-Derdâ uyudu, bir müddet sonra tekrar kalkmaya davrandı. Selmân yine: ‘Uyu’, diyerek onu kaldırmadı. Gecenin sonlarına doğru Selmân: ‘Şimdi kalk’, dedi ve her ikisi birlikte namaz kıldılar. Sonra Selmân, Ebü’d-Derdâ’ya şöyle dedi:
‘Senin üzerinde Rabbinin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Hak sahiplerinin her birine haklarını ver.’

Daha sonra Ebü’d-Derdâ (ra), Hz.Peygamber’e (s) gidip olup biteni anlattı. Nebî (s):
“Selmân doğru söylemiş” buyurdu. (Buhari)

Anlaşılan o ki, Selmân (ra), Ebü’d-Derdâ’ya (ra), Peygamberimiz’den (s) öğrendiği tavsiyelerde bulunuyor; “üzerinde Rabbinin, nefsinin ve ailesinin hakları bulunduğu” hakikatini hatırlatıyor. Ebü’d-Derdâ (ra), bu olayı Rasûlüllah’a (s) arzedince; O da (s) Selmân’ı (ra) tasdik ediyor.

Bu olaydan, ashab-ı kiramın birbirini uyarıp eğiten örnek bir nesil olduğunu, bunu yaparken de şaşmaz ölçü olarak Kur’ân’ı ve sünnet-i Rasûlüllah’ı esas aldıklarını öğreniyoruz. Keza, birbirini uyarırken, oldukça kibar ve nazik davrandıklarını da görüyoruz. Selman, “kardeşi” Ebû’d-Derdâ’nın hanımı Ümmü’d-Derdâ’yı (r.anhâ) oldukça eskimiş elbiseler içinde görünce, buna bîgâne kalmıyor; Ümmü’d-Derdâ ise, kocasından şikâyet etmek yerine, onun dünyayı önemsemeyen faziletli kişiliğini hatırlatmakla yetiniyor. Nihayet Selman (ra), Ebû’d-Derdâ’nın (ra) nafile oruç tutma ve gece namazı kılma konusunu abarttığını da görünce, onun hem eşini hem de nefsini ihmal ettiği kanaatine vararak, oldukça nezih ve kardeşçe bir üslûpla kendisini uyarıyor. Sonra Peygamberimiz de (s) bunu onaylıyor.
Peygamberimizin (s) benzer şekilde Abdullah b. Amr İbni Âs’ı da (ra) uyardığı rivayet edilir:
“Allah’a yemin ederim ki, yaşadığım sürece gündüzleri muhakkak oruç tutup, geceleri de ibâdet ve tâatle uyanık geçireceğim.” diyen Abdullah’a (ra), Peygamberimiz (s) şöyle nasihat eder:

“Buna güç yetiremezsin. Hem oruç tut, hem iftar et; hem uykunu al, hem ibadet et; her aydan üç gün oruç tut; çünkü her iyiliğe on misli ecir ve sevap vardır. Bu ise bütün zamanını oruçlu geçirmek gibidir.”
Bir başka rivayete göre ise Peygamberimiz (s), Abdullah’a (ra) şöyle buyurmuştur:

“Böyle yapma, bazı kere oruç tut, bazan tutma; gece hem uyu, hem de teheccüde kalk. Şüphesiz senin üzerinde vücudunun hakkı vardır, iki gözünün hakkı vardır, hanımının hakkı vardır, ziyaretçilerinin hakkı vardır. Şüphesiz her aydan üç gün oruç tutman sana yeter. Çünkü senin için her iyiliğin on misli karşılığı vardır; bu da bütün zamanının oruçlu olması demektir.” (Buhari, Müslim)

Abdullah’ın, ‘Bunun daha çoğunu yapmaya gücüm yeter’, diye ısrar ederek âdeta pazarlığa girmesi üzerine Peygamberimiz (s): “Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün tutma; bu Dâvûd aleyhisselâmın orucu olup, oruçların en ölçülü (ve en faziletli) olanıdır.” buyurmuştur ki, bu da en uç sınırdır.
Nitekim Abdullah b. Amr (ra), genç yaşında iken yaptığı bu ısrardan, yaşlanınca pişman olmuş:
“Keşke Allah’ın Rasûlü’nün ruhsatını kabul etmiş olsaydım” demiştir.

Aynı hadisin devamında, Peygamberimizin (s) Abdullah’a “Ayda bir defa da Kur’ân’ı hatmet” buyurduğu, yine Abdullah’ın ısrarı üzerine; nihayet bunu “yedi güne” kadar indirdiği görülüyor.
Diğer rivayette Hz.Peygamber (s) der ki: “Senin çocuklarının da senin üzerinde hakları vardır.”
Evet, işte bütün mesele budur: Kul, üzerinde Allah’ın hakkı başta olmak üzere nefsinin, eşinin, çocuğunun, bedeninin, iki gözünün hatta ziyaretçilerinin ve diğer hak sahiplerinin de hakkı olduğunu bilerek yani dünya-ahiret dengesini hassasiyetle koruyarak hayatını sürdürecektir. Esasen kul, Allah’ın rızâsına uygun tarzda geçirilen bir hayatın her ânının ibadet sayıldığını unutmayacaktır. 

Allah (c.c) kulları için “kolaylık istediğini, güçlük istemediğini” (Bakara 2/185) beyan buyurmuş; Peygamber Efendimiz de (s): “Din kolaylıktan ibarettir” (Buhari) buyurmuştur. Kolay olanı zorlaştırmaya hakkımız olmadığı gibi, daha fazla kolaylaştırmaya da hakkımız ve yetkimiz yoktur.

Abdullah Yıldız/ 40 hadis 40 ders-Pınar yy-kitappinari.com