Oruçta olduğu gibi zekâtın da öncekilere gönderildiği ile ilgili Kur’an’da açıkça bir bilgi yoktur. Günümüzde yaşayan dinlerin kutsal metinlerinden de İslam’daki özelliği ile zekâta benzer bir uygulamaya rastlayamıyoruz. Belki insanlara yardım sadedinde değerlendirilebilecek bazı tavsiyelere yer verilmekte ancak bunların iman esasları içerisinde yer almadığı net olarak görülmektedir. Buna göre zekât, evrensel peygamber Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği evrensel dinin sosyolojik yapısını öne çıkarıcı ve üstelik farz olmakla da Müslümanların keyfine bırakılmayacak kadar önemli bir ibadettir.
Sözlükte artma çoğalma ve temizlik anlamlarına gelen zekât Kur’an’da genel olarak namaz ile birlikte anılmaktadır. Geçtiği yerlerin çoğunda “ve ekîmüssalâte ve âtüzzekâte” (namazı kılın, zekâtı verin) ifadesiyle emredilirken bir yerde “vellezinehüm lizzekâti fâilûn (onlar ki, zekât için yaparlar)” (Mü’minûn, 4) ayetiyle dikkatlere sunulmaktadır. Surenin ilk ayetlerinde mü’minler için kurtuluşun ilkeleri sıralanırken namazın ardından yine hemen zekât ibadedetinin emredilmesi ve üstelik farklı bir üslupla yer verilmesi oldukça manidardır. “lizzekâti fâilûn” ifadesini lafzî çeviri yaparak “zekât için yaparlar” diye bilinçli olarak yazdım. Yani zekât için çalışırlar, işlerini yaparken zihinlerinin bir köşesinde zekât ibadetini hep canlı tutarlar demektir.
Tefsirini büyük oranda toplumsal problemleri dikkate alarak ve bunlara çözüm arayarak kaleme alan Seyyid Kutub bu ayet ile ilgili şunları söylüyor: “Zekât, kalp ve malın temizliğidir: Kalbin cimrilikten temizlenmesi, kişinin bencillikten kurtulmasıdır, şeytanın fakirlik konusunda verdiği vesveselere üstün gelmesidir. Allah katındaki karşılık ve mükâfata güvenmesidir. Mal için temizliktir zekât. Geri kalanını da temiz ve helal kılar. Zorunlu durumların dışında artık hiç kimsenin hakkı yoktur bu malda. Bu mal etrafında herhangi bir kuşku, herhangi bir dedikodu çıkarılamaz. Zekât, toplumun bir kesimi, her şeyden mahrum, yoksulluk içinde yaşarken diğer kesiminin bolluk içinde tantanalı bir hayat yaşamasından dolayı meydana gelen dengesizliğe karşı koruyucu bir kalkandır. Zekât bütün fertler için toplumsal bir güvencedir. Çaresizlerin toplumsal garantisidir. Çözülmeye ve dağılmaya karşı toplumun sigortasıdır” (Fîzilâli’l-Kur’an, Mü’minûn, 4’ün tefsiri).
Zekâtın sosyolojik ve psikolojik işlevini ne kadar da güzel dile getiriyor merhum Seyyid Kutub. İslam, kendi medeniyetini inşa ederken sosyal katmanlar arasında uçurum haline gelmiş dengesizliği ortadan kaldırmak ve denge medeniyeti olduğunu tüm insanlığa ilan etmek için, fakir fukaranın, garip gurabânın, ezilmişlerin, sömürülmüşlerin durumlarını iyileştirmeye yönelik hükümler koyuyordu. Psikolojik olarak da mal sahiplerine şu mesaj veriliyordu: “Mal ve mülkün esas sahibi Allah’tır. Sen şimdilik bunun bekçisisin. Tamamını kendi nefsini tatmin için kullanamazsın. Bu malın şu kadar miktarını hesaplayıp şu kimselere vereceksin. Bu Allah’ın kesin bir emridir, yani farzdır vs.” gibi uyarılarla dünyanın dengesinin bozulması önünde büyük bir işlev görmektedir.
Zekâtın paylaşım ve yardımlaşma medeniyetine sağladığı katkıları kısaca şöyle özetleyebiliriz: Zekât hem malı temizler, bereketlendirir, çoğalmasını sağlar, hem de mal sahibinin gönlünü zenginleştirir, ahlakını yükseltir, mala olan hırsını azaltır, şükrünü artırır. Fakir ve zengin arasındaki soğukluğu ve hasedi giderir, onları birbirine yaklaştırır, aralarında doğabilecek dengesizlikleri ortadan kaldırır. Fakir, zekâtını veren zengine “Allah daha çok versin” diye dua eder. Zekâtını veren zenginin tattığı mutluluğu gören fakir de aynısını yaşayabilmek amacıyla zekât verebilecek duruma gelmek için gayret eder, daha çok çalışır.
İyiliği tüm çağlara ve tüm coğrafyalara taşımayı va’deden İslam’ın mü’minleri zekâtını titizlikle hesabedip muhtaçlara ulaştırmalı. Müslümanların zekât potansiyeli yeryüzünde aç ve açıkta Müslüman bırakmayacak kadar yükûn tutmaktadır. Bugün dengesi bozulmuş dünyanın zekâtla tedaviye ne kadar da ihtiyacı vardır. Bu sebeple Müslümanların yeniden bir zekât eğitimine tâbî tutulmaları gerekir. Ramazanın yüreklere nüfuz eden manevi atmosferinden de istifade ederek zekâtın önemi her vesileyle anlatılmalı, hatırlatılmalı. Hatta Kur’an ayı, oruç ayı tanımlamalarına bir de “zekât ayı” ilave edilerek, Müslümanların zekâtlarını bu ayda vermelerini gelenek haline getirmeleri temin edilmeli. Ayetler, hadisler, sahabe sözleri, peygamberimizin uygulamaları canalıcı vurgularla sık sık tekrarlanmalı. Örneğin şu ayet esasında Müslümanları ürpertmeli ve hemen hiç beklemeden zekâtını hesaplayıp vererek malını temizlemelerini ve kıyamet günündeki azaptan kurtulmalarını sağlamalıdır: “Cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara): “işte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın (denilir)” (Tevbe, 35).