Faruk Beşer Yenişafak gazetesinde “Kur’an İslamı” ve “Sünnet” hakkındaki yazılarına devam ediyor.
Hz. Peygamber’e verilen görevlerle onun sade bir postacı konumunda olmadığını, aksine Kuranı Kerim’i yaşayarak ümmeti için canlı bir örnek kılındığını gördük. Bununla beraber yine Kuranı Kerim’de ona itaat edilmesini, verdiği hükme rıza gösterilmesini, ona muhalefet edilmemesini isteyen, bunu yapmayanları tehdit eden yüzden fazla ayeti kerime var. Bu ayetlerin adeta bir özeti ise, “Rasule itaat eden Allah’a itaat etmiş olur” anlamındaki ayeti kerimedir (Nisa/80).
‘Kuran İslamı’ diye İslam’a yeni/bidat bir isimlendirme getirenler en azından bu ayetleri kabul etmek zorundadırlar. Tabii ki kabul ediyoruz ama bunlar Hz. Peygamber’in kendi muhatapları içindi, derlerse bunların artık Kuranı Kerim’de yer almasının bir anlamı kalmaz. Hayır, herkes içindir ama bu ayetler onlara başka şey söylüyordu bize başka şey söylüyor diyorlarsa, bununla da birincisi gibi, Kuranı Kerim’in anlaşılması konusunda tarihselcilik yöntemini uygulayanlarla aynı duruma düşmüş olurlar. Bilindiği gibi modernist Protestan Hıristiyanlar da Kitab-ı Mukaddes’i bu metotla kuşa çevirmiş ve onu modern hayat için ayakbağı olmaktan çıkarmışlardı. Böyle düşünenlerin bu yöntemi Kuranı Kerim’in sadece ahkâm ayetlerine değil, akideyi ilgilendiren ayetlerine de uygulamamalarının tutarlı bir izahı olamaz. Nitekim bazıları bunu da yapıyor. O takdirde biz de buProtestan fikirlere İslam demek zorunda kalırız. ‘Kuran İslam’ı’ dedikleri şeyin de vahiy İslam’ı değil, kendi küçük akıllarının İslam’ı olduğu anlaşılmış olur.
Sünnet vahiy midir?
Bilindiği gibi ‘vahiy’, Allah’ın kendine has yollarla peygamberlerine bilgi ulaştırmasıdır.
Bu ya vermek istediği bilgiyi elçisinin kalbine bizzat koymasıyla olur, ya elçisiyle doğrudan konuşur. Hz. Musa ile böyle konuşmuştur. Ya bilgiyi ona bir melekle gönderir, ya da sadık rüyalarla bildirir. Mutlak anlamda, yani kayıtlamaksızın ‘vahiy’ dendiğinde anlaşılan budur. Böyle bir vahyin sözü de manası da Allah’tandır. Sadece peygamberlere gelir ve Hz. Peygamber’e bu anlamda gelen vahiy Kuranı Kerim’den ibarettir. Böyle bir vahiy artık bitmiştir. Hz. Peygamber’den sonra vahiy aldığını iddia eden kimse peygamberlik iddia etmiş olacağından küfre düşer.
Ama bizzat Allah’ın kendisi bazı kullarına verdiği ilham anlamındaki bilgilere de belki mecazen vahiy demiştir. Mesela Hz. Musa’nın annesine, Hz. Meryem’e, hatta arıya ve yeryüzüne verdiği bilgiyi ya da kabiliyeti de O vahiy kelimesiyle anlatır. Hatta vahiyde gizlice fısıldama anlamı bulunduğu için şeytanın vesvesesi ve kötü insanların kötülüğü çağrıştırmaları da yine mecazen vahiy kelimesiyle ifade edilir.
Yani artık insanın kalbine doğan bilgiler Allah’tan bir ilham olabileceği gibi şeytanın fısıldaması da olabilir. Kul bu fısıldamaların kaynağını kesin olarak bilemez. Bu sebeple İslam âlimleri ittifakla kula gelen ilhamın başkaları için bir bilgi ifade etmeyeceğini, hatta kulun kendisini bile bağlamayacağını söylemişlerdir. Salih rüyalar da böyledir.
Ancak peygamberlere gelen ilham kula gelen gibi değildir. O onun Allah’tan olduğunu bilir. Allah’tan olduğunu bildiği böyle yoğun bir manayı Allah buyuruyor ki, diyerek, kendi kelimeleriyle ifade ederse bilindiği gibi buna Hadis-i Kutsî denir. Mana Allah’tandır ama sözler vahiy değildir. Onun gibi icaz taşımaz, namazlarda okunmaz.
Peygambere bunun bir alt düzeyinde ilhamlar da gelir, o ‘Allah şunu seviyor, şunu sevmiyor, Allah bana buyurdu ki, Cebrail kalbime fısıldadı ki’ diye bize bilgi verir. Böyle haberler sayılamayacak kadar çoktur. Bunlara Kuranı Kerim de işaret eder. ‘Biz sana bildirdik ki,’ denen pek çok şey Kuranı Kerim’de yer almaz. O halde bunlar bir başka yolla bildirilmişlerdir.
Peygamber için vahyin bir dördüncü derecesi daha vardır. Onun sözlerinin ve fiillerinin pek çoğunun bir beşer olarak kendi iradesi ve dilemesiyle gerçekleşmiş olduğu açıktır. Ancak burada iki önemli husus vardır: Birincisi, o sıradan bir beşer değildir, yapıp ettiklerinin Allah’ın ölçülerine uymayanları, sıradan kullarınkine göre çok daha azdır. Hatta bu konuda dikkatli bir Müslüman bile böyle olmayan gibi değildir. İkincisi, Allah onun beğenmediği fiillerini anında düzeltmiştir. O halde bundan, Allah’ın müdahale etmediği diğer bütün söz ve fiillerinin Allah tarafından onaylandığı sonucu çıkar. Çünkü onun söz ve fiilleri din olduğuna göre yanlış olduğu halde bırakılmaları makul olamaz.
İşte nasıl ki, Hz. Peygamber’in ashabında görüp de onayladığı, ya da ses çıkarmadığı söz ve fiiller takrirî sünnet kabul ediliyorsa, onun kendi söz ve fillerinin Allah tarafından müdahale edilmeyenleri de Allah’ın onayı anlamında takrirî vahiy olmuş olur. Bu sebeple bütün İslam âlimlerinin sünnete vahyi gayri metlüv demeleri çok anlamlıdır. Zayıf ve uydurma sözlere sünnet demediğimizi de her zaman tekrarlamak zorunda değiliz.