Bayram geldi ama…

İslam
Nihat Hatipoğlu’nun Sabah gazetesindeki yazısı… Dizelerin söylenme sebebini bilirsiniz. Recaizade Ekrem’in çok sevdiği dostu, bestekâr Şevki bey vefat eder. Bu vefat, Recaizade Ekrem...
EMOJİLE

Nihat Hatipoğlu’nun Sabah gazetesindeki yazısı…

Dizelerin söylenme sebebini bilirsiniz. Recaizade Ekrem’in çok sevdiği dostu, bestekâr Şevki bey vefat eder. Bu vefat, Recaizade Ekrem’i hayli sarsar. Bahar gelmiştir. Sevinmek lazım ama dost olmayınca baharın da tadı kalmaz. Şevki’siz baharın şevkinin olmadığını anlatır Recaizade. Ve şöyle der:

“Gül hazin, sümbül perişan, bağ-ı zarın şevki yok,
Geldi amma neyleyim sensiz baharın şevki yok”

Bayram geldi. Hoş geldi. Sefa verdi. Ama İslam âleminin durumunu görünce bayramın şevki kalmadı diyecek hale geliyoruz. Bu cümleleri ümitsiz olasınız diye değil, daha da gayret edesiniz diye söylüyorum. Hiç mi hiç ümitsiz değilim. İnşallah gelecek günler güzel olacak. Karanlık aydınlığa mağlup olacak inşallah. Gayretimizi ve duamızı hiç azaltmayacağız…

***

Perşembe günü bayram. Kurban Bayramı. Bayrama girerken üzüntülerimiz var. Bütün İslam âleminde kaos var. Yüz binlerce muhacir yollarda. Çocuklar şok yaşıyor. Anneler çaresiz. Ortadoğu ülkelerini yöneten aciz yöneticiler, halklarını ateşe atarken aşiretlerine dayandırdıkları iktidarlarını sürdürmeye çabalıyorlar. Acaba Türkiye olmasa, ülkemizin sorumlularının, yönetici ve halkının duruşu olmasa İslam âlemi ne hale gelecek. Bu milyonlar nereye sığınacak!

Mezhepsel, dini ve ırksal savaşlar başını almış gidiyor. Müslümanlar birbirlerini hunharca katlediyorlar. Hayvanlara reva görülmeyecek bir hunharlıkla birbirlerini kesiyorlar.

Ülkemizi de bu noktaya getirmek için büyük çaba var. Hamd olsun halk oyuna gelmemek için direniyor. Sevginin, kardeşliğin, huzurun geleceği, tehdidin ve kanın ülkemizi terk edeceği günleri sabırla bekliyoruz.

Bu zor dönemde en büyük zararı Müslümanlara yine Müslümanlar veriyor. Silahla, kalemle, dedikoduyla, yalanla.

Dindar olduğunu iddia edenlerin, dine hizmet eden diğer insanları çirkince ve hunharca lekelemeye çalıştıklarını ibretle görüyoruz. Bundan ne kazandıklarını da anlamıyoruz.
Doğru haber değil, yalan ve dolan yayılıyor.

Bu topraklarda böyle kalitesiz işler yapılmıyordu. Bunlar hep yeni icat oldu.
Peki bunları yapanların, Müslüman’a kin ve husumet besleyip de gayrimüslimlere muhabbet besleyenlerin Allah’a ahirete, mizana, mahşere, sırata, mezarın karanlığına, münker nekire, cehenneme, hiç mi imanları yok! Hayatlarını Müslüman’ın kuyusunu kazmaya çalışan, Müslüman olduğunu söyleyenleri görünce daha çok dua etmemiz gerektiğini anlıyorum.

YARALI YÜREKLERE TABİP OLMALIYIZ

Hasta elem duyar. Acıdan kıvranır. Bana çabuk doktor bulun der. Doktor gelir ve muayene eder. Sonra problem varsa da iyisin, sıkıntı yok der. Hastanın elemi azalır. Gerçekten azalmasa da kendini rahatlamış hisseder. Ama doktor: ‘Durumun vahim. Yarına çıkamazsın. Gidicisin‘ derse o zaman adam yatakta iyice kaybolur. Ölmeyecek gibiyse de manen ölür.

İnsanoğlu yumuşak bir dile, gönül okşayacak bir ele muhtaç olur her zaman. Hastanın durumu vahim ise de, durumunu rahatlatacak bir söze ihtiyaç duyar. Moral olarak. Suçluya ceza, masuma ise feda olmak lazım. Her hastaya, her dertliye, her düşmüşe, her kıvranana durumuna göre ilaç lazım. Derdini anlamak, dinlemek lazım.

***

Hz. Peygamber (s.a.v.) bu anlamda da bize örnektir. Gönlü kırıklar, ayağı kaymışlar, derde duçar olanlar ona gelirlerdi. Dert belki aynıydı ama deva O’nda (s.a.v.) farklıydı. Hastalık aynı belki ama hastalar farklıydı. Ve O (s.a.v.) hastaya göre deva öneriyordu. 

***

Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki: Hz. Peygamber’e (s.a.v.) dedim ki: Ben gencim. Nefsime hâkim olamam diye korkuyorum. Evlenecek imkânım yok. Efendimiz sustu. Tam dört defa bu sözü tekrar ettim. Hepsinde sustu. Sonra: “Kalem kurumuştur. Sana ulaşan ulaşacak. Sabret zamanı gelinceye kadar” buyurdu. Seni evlendireyim demedi.
Başka biri geldi ve “beni evlendir” dedi. Neyin var diye sordu. Adam: Kuran-ı Kerim’i ezberden başka şeyim yok dedi. Efendimiz sustu. Neden sonra buraya gel buyurdu. Adam gelince de, mehir olarak Kuran’dan ezberlediğin karşılığında seni evlendiririz buyurdu. Hz. Ebu Hureyre’yi evlendirmedi ama, diğer delikanlıyı evlendirdi. Adamdan adama, çağdan çağa, şarttan şarta deva değişebilir. 

***

Gün geldi ‘Hz. Sa’d bin ebi Vakkas’ malının tümünü sadaka vermek istediğinde hayır dedi. Yarısını vereyim dediğinde yine hayır dedi.
Üçte birini vereyim dediğinde yine hayır dedi. Çocuklarının fakir kalması uygun değil buyurdu. Ama aynı Allah’ın Resulü (s.a.v.) Hz. Esma’ya Allah için verebileceğin kadar ver buyuruyordu.
Hz. Sa’d için bu, Hz. Esma için ise bu gerekiyordu. Tedavi farklı. Hastalık aynı olsa da, hastalar farklıydı çünkü. 

***

Bir adam soruyordu: Ey Allah’ın Resulü (s.a.v.) bana nasihat et. Cevaben şöyle buyurdu “Sinirlenme” üç kez aynı soruyu soruyordu, üç kez de cevap aynıydı.
Sinirlenme.
Hz. Ömer’in (r.a.) oğlu Abdullah (r.a.) sorduruyordu. Bana tavsiyede bulun. Cevap şöyleydi: “Abdullah iyi bir delikanlı. Bir de gece -teheccüd- namazı kılsa!” 

***

Toplumdaki kronik problemler de hastalık gibidir. Bir tabip gibi teşhisi iyi koyup ona göre tedavi etmek lazımdır. Yüreği Yüce Allah’a ulaşmış bir toplum sonradan bozulur, başka şeyleri Rabbinin yerine koyarsa o toplumun tedavisi onu yine Rabbine çevirmektir. 
Kalbi bir kez Allah’a dönmüşün kalbini başka yere çevirirseniz ebediyen helak olur. Ebediyen kaybeder. Ebediyen mutsuz olur. Ebediyen sıkıntı olur. Musibet olur. Ateş olur. Kendini de yakar, başkasını da yakar.
Çare: Kuran’a dönmektir. Nifaksız, şeksiz, şüphesiz, amasız, gecikmeksizin Kuran’a dönmektir.
Çare: Hz. Muhammed’e (s.a.v.) dönmektir.
Çare: Namazla, zikirle, edeple, ahlakla bezenmektir.
Çare: Beş vakit namaza dönmektir.
Çare: Allah’tan ve İslam’dan başkasına çevirenden Allah’a dönmektir.
Çare: Mekke’de İslam’a yeniden çağırır gibi çağırmaktır.
Çare: İrtidad etmiş, yıpranmış gönülleri Rabbıyla buluşturmaktır.

yazının devamını okumak için…