“Bu topraklarda yaşayan her genç arkadaşım ecdadımızla iftihar edebilir…”

İslam
Ülke TV ekranlarından canlı olarak yayınlanan ‘Aslında Ne Oldu’ programında Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk’ün sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaklaşan ramazan ayı, geçtiğimiz ...
EMOJİLE

Ülke TV ekranlarından canlı olarak yayınlanan ‘Aslında Ne Oldu’ programında Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztürk’ün sorularını yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, yaklaşan ramazan ayı, geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığının ev sahipliğinde 50 ülkenin katılımıyla İstanbul’da gerçekleşen uluslar arası takvim birliği kongresi, Almanya Federal Parlamentosunda alınan Ermeni kararı, İslam dünyasında yaşanan gelişmeler ve gündeme ilişkin diğer konular hakkında açıklamalarda bulundu.

Ramazanın iklimine girildiği bugünlerde, tüm İslam aleminin ramazan ayını tebrik ederek söze başlayan Başkan Görmez’in konuşmasından öne çıkan bazı satır başları şöyle;

“Ramazan ayı her sene bize kendimizi hatırlatmak için gelir…”

Ramazan ayının hayırlar, bereketler getirmesini yüce Allah’tan niyaz ediyorum. Ramazan biz Müslümanlar için çok şey ifade ediyor. İnsanoğlu unutkan bir varlık. Her şeyi unutması bir tarafa gündelik hayatın akışı içerisinde kendisini unutuyor. Kalbini unutuyor. Rabbini unutuyor. Kardeşini unutuyor. İnsan olduğunu unutuyor. Ramazan, bir hatırlatmadır. Din, insana insan olduğunu hatırlatan bir mesajdır. İnsana kendisini unutmamasını bildiren bir mesajdır. Ramazan her yıl bize bizi yeniden hatırlatmaya geliyor. ‘Kendinize gelin. Nereye gidiyorsunuz? Senin bir Rabbin var. Sen çok kıymetli bir varlıksın. Sen yüce bir varlıksın. Senin bir kalbin var. Ona sahip çık. Senin annen baban var. Etrafında insanlar var. Bütün bunların farkında ol. Bütün bunların farkına vararak bir hayat yaşa. Nefsinize esir olmayın. Dünyaya teslim olmayın’ diyor. İşte ramazanın bize getirdiği en büyük nimet bize bizi hatırlatmaktır. Ramazan bize özgürlük getirir. Bütün bu mesajlarla geliyor ramazan.

“Oruç ibadetinin bize kazandırdığı en büyük hürriyet irade hürriyetidir…”

Ben ramazanı her yıl bütün müminleri içine alan bir mektebe benzetirim. Ramazan okulu. Muhteşem zengin bir programı var. İçinde imsak var, oruç var, iftar var, teravih var, Kadir Gecesi var, fıtır sadakası var. Sonu bayramla bitiyor. Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden azad.  Üç ayrı bölümden oluşuyor. Böyle muhteşem bir mekteptir. Bu mektebin gayesi bize özgürlük kazandırmaktır. Oruç ibadetinin bize kazandırdığı en büyük hürriyet irade hürriyetidir. Bütün ibadetlerin farziyeti bize irademizi özgür kılmayı öğretmektir.

“Ramazanın bir manası da, ‘Tozu toprağı alıp götüren yağmur’ demektir…”

Ramazan kelimesinin manası bile çok şey ifade ediyor. İki kökten gelir ramazan. ‘Ramad’ ve ‘ramda’. Ramad, ‘kavurucu ateş’ demektir. Bu manayı verdiğimiz zaman, ‘bizde var olan bütün kötülükleri yakıp kül eden bir ay’ manasına gelir. Ramda ise, ‘sonbahar yağmurları’ demektir.  Yazın ortaya çıkan bütün o tozu toprağı alıp götüren yağmurun adıdır. Bizim de yüreklerimiz tozlanıyor. Topraklanıyor. Kalplerimiz paslanıyor. Nasır tutuyor.  Duygularımız ile köreliyor. Hem bir kavurucu ateş gibi gelip bizdeki kötülükleri alıp götürüyor hem de yüreğimizin, kalbimizin, duygularımızın, ruhumuzun üzerindeki pası, kiri tertemiz yapan bir yağmur gibi geliyor. Gerçekten biz de hem ümmet olarak hem insanlık olarak o yağmura muhtaç çatlamış toprak gibi ona hasret kaldık. İyi ki ramazan var ve ramazan inşallah bu güzellikler ile gelir. Hem coğrafyamızda hem de bütün insanlığımızda yaşanan bütün bu acıları, bu kötülükleri beraberinde alır götürür.

“Ramazanın rahmet yağmuru, Suriye’de, Irak’ta, Arakan’da, Afganistan’da, Libya’da, Yemen’de Müslümanların üzerine yağacak inşallah…”

Bütün bu kötülüklere, acı ve ıstıraba rağmen ‘iyi ki ramazan var’ demeliyiz. Bütün o acıların içerisinde o zulümlerin içerisinde inleyen insanlara ya bir de o ramazan gelmese. Biliyoruz insanlık, Müslümanlar ramazana direniyor. Allah ramazana öyle güç vermiş ki o günden bugüne Müslümanları, insanları kuşatıp duruyor. Yeryüzü mabede dönüşüyor. Buna rağmen insanlar direniyor. Peygamberimiz, ‘herhangi bir toplumu ramazan gelir kuşatır, onlar da ramazana, arınmaya direnirlerse onlara yazıklar olsun’ der. Bütün acılara, ıstıraplara, kötülüklere rağmen ramazanın o yakıcı ateşi bütün bu kötülükleri azaltacaktır diye düşünüyorum. Ramazanın o ‘yağmur’ olarak adlandırdığımız rahmeti inşallah gelecek ve Suriye’de, Irak’ta, Arakan’da, Afganistan’da, Libya’da, Yemen’de Müslümanları kuşatan kötülükleri en azından azaltacak onlara Müslüman olduklarını hatırlatacak, onlara kardeş olduklarını hatırlatacak.

“Birlikte iftar yapan Müslümanlar daha sonra silahlarını omuzlarına alıp birbirlerini tekfir ederek katletmeleri ne büyük bir acıdır…”

Düşünebiliyor musunuz? Yan yana yaşayan Müslümanlar aynı orucu tutacak, sonra hep birlikte aynı iftarı yapacak, birlikte teravih kılacak. Sonra da silahlarını omuzlarına alıp birbirlerini tekfir edip katledecekler. Aman Allah’ım ne büyük bir acı bu. ‘Ya Rabbi bizi bu acıdan bir an önce kurtar’ diye dua edelim. Bu ramazanda bütün müminler duasını birbirine katarak, ramazanın mağfiret ikliminde coğrafyamıza yeniden selam getirmesini, barış getirmesini, eman getirmesini, güven getirmesini Allah’tan niyaz edelim.

Hicri Takvim Birliği…

 “Müslümanların neden bu halde olduğunun önemli göstergelerinden biri takvim farklılığıdır…”

Biz Müslümanlar neden bu halde olduğumuzun önemli göstergelerinden biri takvim farklılığımızdır. Maalesef öyle zamanlar oldu ki, aynı camide Müslümanlar iki defa bayram namazı kıldılar. Aynı şehirde mahalleler farklı bayramlar yaptı, ramazana farklı günlerde başladılar. Müslümanların azınlık olarak yaşadığı yerlerde daha büyük zorluklar yaşadı. 50 sene mücadele ettiler ‘bize bayramlarımızı tatil olarak verin’ diye. Bunu elde ettiler. O ülkeler sordular ’Bize tatil olarak istediğiniz günün takvimini verin’ diye. Mısırlı başka bir gün verdi. Suudlu başka bir gün verdi. Türk başka bir gün verdi ve hep birlikte mahcup oldular. Bu mahcubiyetten ümmeti kurtarmak için Diyanet İşleri Başkanlığı aslında kadim zamanlardan beri çalışır. 1979 yılında İstanbul’da ‘Ru’yet-i Hilal Konferansı’ düzenleyerek o zaman en azından birkaç yıl birlikteliği sağlayabilmiş ancak sürekliliği sağlayamamış. Biz 2013 yılında İstanbul’da tekrar bütün İslam bilginlerini, bütün İslam dünyasını bir araya getirdik. Bu konuyu yeniden nasıl ele alacağımızı konuştuk. Bir hazırlık toplantısı yapıldı. Bu toplantıdan sonra biz astronomi âlimlerinden ve fıkıh alimlerinden oluşan bir ilmi heyet kurduk. Bu ilmi heyet 3 sene çalıştı. 3 sene sonra bütün İslam dünyasıyla da görüşerek bütün farklı düşünceleri ikiye indirdi. Birisi, tekli takvim sistemi diğeri ikili takvim sistemi. İkili Takım sisteminin sebebi özellikle Amerika kıtası, aradaki büyük saat farkından dolayı bir yerde gündüz bir yerde gece olduğu için bu sebeple gündeme geldi. Ama astronomi alimleri ve İslam fıkıh alimleri aslında tekli takviminde mümkün olabileceğini söylediler. Biz bunu daha çok önemsedik.

“Takvim farklılığı tartışması Kur’an ayetlerinin lafızları üzerinde dururken kainat ayetlerini okuyamamaktan doğan bir tartışmadır…”

Takvim farklılığı tartışması Kur’an ayetlerinin lafızları üzerinde dururken kainat ayetlerini okuyamamaktan doğan bir tartışmadır. Allah buyuruyor ki; ’Ben Ay’a ve Güneş’e bir hesap koydum. Siz o hesabı tespit edin’ buyuruyor. Peygamberimiz buyuruyor ki ‘Ay ve Güneş Allah’ın iki ayetidir’ diyor. Biz Kuran’daki o ayeti okuyoruz ama kainatı ihmal ediyoruz, kainatı unutuyoruz. Zannediyoruz ki sadece Kur’an ayetlerden ibaret. Halbuki kainat ayetlerden ibaret. ‘Güneşin doğuşuna yakın kalkın namaz kılın’ diyor Allah. Biz kalkıp Güneş’in hareketlerini tespit edip namaza durmuyoruz. Saate bakıp namaza duruyoruz. O zamanın tekniklerine göre yere çubuğu dikersiniz gölgesi iki kat olduğunda ikindi namazını kılarsınız. Biz şimdi öyle yapmıyoruz saate bakıp ikindi namazını kılıyoruz. Saat nasıl keşfedildi? Rabbimizin kainata yerleştirdiği o ayetleri okuyarak oradan yaptığımız çıkarımlarla tespit edildi. Bunlar birbirine alternatif ayetler değil. Kuran’ın ayetleri kainat ayetlerinin tercümesidir. Biz onları okuyup onları ihmal ettiğimizden kaynaklanıyor. Bütün sebep buradan kaynaklanıyor. Sebep metodolojiktir. O kainat ayetlerini okumayıp, ‘Ben onu tanımıyorum, oradaki verileri ben bilgi olarak kabul etmiyorum. Ben gözüme inanıyorum. Ben sadece yüksek tepelere gider çıplak gözle görerek bu ibadeti yaparım. Tıpkı Peygamberimizin zamanında olduğu gibi’ demekten kaynaklanıyor. Halbuki oradan bugüne çok şey değişti. Bunu da biz değiştirdik. Yeryüzüne astronomi ilmini takdim eden Müslüman alimler oldu. Uluğ Bey rasathaneyi kaç asır önce kurdu. İstanbul’da bütün camilerin avlusunda bir muvakkithane olmuştur.

“Suriye’de ayetleri yanlış anlayarak, birbirlerini öldürmeye dair hükümler çıkarmak ne kadar metodolojik problemse takvim farklılığı da öyle metodolojik problemdir…”

Yanı başımızda Suriye’de Bedir, Uhud, Hendek savaşlarıyla ilgili ayetleri yanlış anlayarak, doğru okumayarak oradan birbirlerini öldürmeye dair hükümler çıkarmak ne kadar yanlışsa, ne kadar metodolojik problemse bu da öyle metodolojik problemdir. Bu düşünce yapısı aynı parametrelerden kaynaklanıyor. Aynı yanlış noktalardan kaynaklanıyor. Ru’yet’i sadece görmek olarak tanımlıyor oysaki Ru’yet doğru bilmek demektir. Mühim olan o doğru bilgi. Aya çıktığımız bir zaman diliminde, güneşin, ayın, yıldızların, gezegenlerin, dünyanın hareketlerinin saniye saniye tespit edildiği bir zaman diliminde ‘Yok ben bunları tanımıyorum’ dersen problem çıkar. Bu toplantıda ilk defa bütün alimler bunu tartışmadılar. Dediler ki, ‘Hepimiz artık biliyoruz ki, astronomi ilminin verileri İslam’a göre de yakini bilgi ifade ediyor’ dediler.

“Kongre, Diyanet’e 10 yıllık uluslararası tekli takvimi basıp dünyaya dağıtma görevi verdi…”

Bilim komisyonu iki görüşü götürmüştü. Birisi ikili takvim, diğeri tekli takvim. Önemli tartışmalar oldu. Son gün biz görüşleri oyladık. Artık dünyaya mahcup olmayalım diye. İttifak hasıl oldu. Sorun tamamen çözülmedi. Siyasi iradelerin de büyük görevi var. Bu kongrenin neticelerini takip etmek için bilim komisyonu kurduk. Bu kongre, Diyanet İşleri Başkanlığına önümüzdeki 10 yıl için uluslararası tekli takvim basıp dünyaya dağıtma görevi verdi. Bir yandan da bu kararı bütün İslam dünyasına bildirme görevini verdi. İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı sıfatıyla ilim heyeti bu ittifakı aynı zamanda sayın Cumhurbaşkanımıza takdim edecek ve İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde de bu konunun son kez gündeme gelecek ile nihayete ermesi beklenecek inşallah.

İslam Üniversitesi…

“İslam coğrafyasında yaşanan acıların sebeplerinin en temelinde din ile hayat arasındaki ilişki, metodoloji ve usûl sorunu yatar…”

İslam coğrafyasında yaşanan acıların sebepleri var. Bu sebeplerin en temelinde din eğitimi, dini eğitim sistemi, alim yetiştirme düzeni, din ile hayat arasındaki ilişki, metodoloji ve usûl meselesidir. Son 50 yılda Soğuk Savaş döneminin sona erip Sovyetler Birliği’nden, Balkanlar’dan öğrenciler daha çok belli bazı İslam ülkelerine giderek ilim tahsil etme imkanı buldular. Bunun geri dönüşü oldu İslam dünyasına. Bu geri dönüş bütün yönleriyle incelendiğinde bizim dini eğitim sisteminde dinle hayat arasındaki ilişkiyi öğretmede, İslam medeniyetini güncellemede, bugüne taşımada ciddi sorunlarımız olduğunu gösteriyor. Bu topraklarda tarih boyunca dünyaya takdim edilen İslam anlayışına baktığımız zaman çok önemli bazı özellikleri var. Birisi çoğunluk olarak ehl-i sünnet olarak adlandırdığımız İslam’ın tarih boyunca medeniyetler kuran ana yolunu temsil ediyor. Fakat hiçbir zaman Ehlibeyt yolunu karşısında görmüyor. Bilakis Ehlibeyt muhabbetin içine alıyor. Kendisini asla Şiiliğin alternatifi bir mezhep gibi görmedi. Ehli sünneti ehli beytin alternatifi asla görmedi.

“Dini ilimlerle fen ilimlerini birleştiren bütüncül geleneğe çok ihtiyacımız var…”

Bizim geleneğimiz ilim ve hikmet geleneğini beraber yürüttü. Soru sormayı, sebepleri araştırmayı günah değil sevap saydı. Önemli gördü. Dünya ahret ve din dünya dengesini çok iyi götürdü. Nice üniversitelerde felsefe öğrenmenin caiz olmadığı, kafa karıştırıcı şeyler olduğu söylendi. Ulumu İslamiye tefsir, hadis, fıkıh gibi ilimlere indirgendi. Zaten tartışmalar bundan kaynaklanıyor. Kainatın ayetlerini Kuran’ın ayetlerinden ayıramayız. Bizim geleneğimizde dini ilimler ve dini olmayan ilimler bir kırılma noktasıdır. Tefsir ne kadar İslami bir ilimse matematik, kimya o kadar İslami bir ilimdir. Neden matematik tefsir kadar İslami bir ilimdir. Çünkü biz Allah’ın kainata yerleştirdiği düzeni ondan öğreniyoruz. Bir geleneğimiz daha var o da irfan geleneği. Her türlü hurafeden arındırılmış. Tarikatlara hayat veren Kuran’a ve Sünnet’e dayanan bir irfan geleneğimiz var. Bu bütüncül geleneğe çok ihtiyacımız var. Bunun merkezi İstanbul olmalı. Bu ülkenin bu büyük projeyi İslam dünyasına ve bütün insanlığa takdim etmesinin artık biz gecikmiş vazife olduğunu ifade etmek isterim.

İslam dünyasında yaşananlar…

“İslam dünyasında yaşanan acılar sebep değil birer sonuçtur…”

İslam dünyası olarak yaşadığımız bütün acılar birer sonuçtur, sebep değildir. Sebepler üzerinde durmalıyız. Sebepler üzerinde durduğumuzda bunun 200 yıllık bir mesele olduğu ortaya çıkacaktır. Biz bu coğrafyadaki sömürgeleri göz ardı ederek, işgalleri yok sayarak, işgallerin gölgesinde yüz binlerce insanın eğitimsiz kaldığını göz ardı ederek, coğrafyanın fay hatlarıyla oynanmasını göz ardı ederek olan biteni doğru değerlendiremeyiz, doğru neticelere varamayız. Mücadelenin devam ettiğini düşünüyorum, mutlak bir yenilgiden söz etmek doğru olmaz. Mutlak yenilgi olsa bu kavgalar da olmaz, bütün bu kavgalar da sona erer. Ama bizden kaynaklanan sebepleri de unutmamız gerekiyor. Bu konular üzerinde dururken önemli bir husus var ki, biz sadece ‘bütün bu dış sebeplerden dolayı başımıza bunlar geldi’ dersek yine yanlış yapmış oluruz, hata yapmış oluruz, bizden kaynaklanan sebepler üzerinde de durmalıyız.

“Eğer Irak işgal edilmeseydi, bu kadar insan eğitimsiz kalmasaydı belki de bugün DAİŞ veya benzeri şeyler olmayacaktı…”

Eğer Irak işgal edilmeseydi, 1,5 milyon insan ölmeseydi, bu kadar çocuk yetim kalmasaydı, on yıllarca bu kadar insan eğitimsiz, cehalet içerisinde kalmasaydı belki de bugün DAİŞ veya benzeri şeyler olmayacaktı. Afrika’da bu kadar zulümler, baskılar olmasaydı belki ne Şebab olacaktı, ne Boko Haram olacaktı. Ama bütün bu saldırılara rağmen biz mukavemet gücümüzü ortaya koymalıyız ve bizim çocuklarımız, Müslüman çocuklar bu yanlışa düşmemeli. Bu gibi hallerde dahi Müslümanlar birbirilerini öldürmek gibi bir gafletin içerisine girmemeli, doğru bir İslam’ı, ahlakı, adaleti, merhameti kendilerine en büyük saldırılar olduğunda dahi elden bırakmamalı, terk etmemeli,  Hz. Peygamberi bu noktada örnek almalıdır.

“Bütün dünyada bir küresel kötülükler sarmalı yaşıyoruz…”

Küresel kötülükler sarmalı yaşıyoruz dünyada. Bir dünya başka bir dünyaya zulmediyor. Bu zulüm cehalet üretiyor, şiddet üretiyor. Bu şiddet başka dünyalara İslamofobik nefretler olarak yansıyor ve bunlar birbirlerini beslemeye başlıyor, başka dünyalara kazandırıyor. Bir dünyadan bir dünyaya silah geliyor, gelen silah adedince mülteci gitmeye başlıyor. Bu küresel kötülükler sarmalından insanlığı kurtarmak için herkese vazifeler düşüyor. Bu kötülükler sarmalı sadece Müslümanlara, bu coğrafyaya ait değildir. Bu kötülüklerin müsebbibi tek başına Müslümanlar değildir. Bir defa en büyük haksızlığı yapmış oluruz. Bu kötülükler sarmalı küreseldir ve bütün insanlığın sorunudur. Bütün dünyanın sorunudur. Hep birlikte insanlık bunun üzerine yoğunlaşmadığı, düzeltmek için ortak bir çaba içerisine girmediği takdirde bunu çözmek mümkün olmaz.

“Bütün insanlık bugün Suriye denilen bir yerde sınav veriyor…”

Bütün insanlık bugün Suriye denilen bir yerde sınav veriyor. Bu sınavı kaybedenler ve kazananlar var. Suriye imtihanı sadece Suriyelilerin imtihanı değil, bütün dünyanın imtihanıdır. Avrupa’da Suriyeli kayıp çocuklar ortaya çıkmaya başladı. Din değiştirmeler ortaya çıkmaya başladı. Misyonerlik faaliyetleri harekete geçti. Bu bizi harekete geçirdi. Biz Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Suriyeli kardeşlerimize yönelik din hizmetlerini ve din eğitimini vermek için büyük bir çaba içerisindeyiz. Suriye’den gelen insanlar içerisinden ilim adamı olan insanlarla işbirliği içerisinde bu hizmetleri yürütmeye çalışıyoruz. Başta Suriyeli olmak üzere yaklaşık 60 milyon mülteciden söz ediliyor dünyada. Bunların yüzde 80’ini Müslümanlar oluşturuyor. Biz ülke olarak kendi ülkemize aldığımız mültecilerin diline, ırkına, rengine, dinine, inancına bakmıyoruz. O gibi hallerde bizim dil-din araştırmasına girmemiz Allah’ın zoruna gider.

1915 Ermeni meselesi…

“Tarihte yaşanan hadiseler üzerinden Türkiye’ye bir fatura çıkarmaya kalkışmak ibret verici…”

Tarihte yaşanan hadiseler üzerinden küresel siyasetin Türkiye’ye, bu topraklara, bu coğrafyaya bir fatura çıkarmaya kalkışması ibret verici. Millet olarak insanlığın vicdan yükünü omzumuza aldığımız şu günlerde, yani 3 milyon Suriyeli kardeşimizi bağrımıza bastığımız, ülkemize aldığımız, lokmamızı paylaşmaya çalıştığımız şu günde, böyle bir kararı meclislerde onaylatmak, oradan bir mesaj vermeye çalışmak gerçekten üzüntü verici. Ben bunu Batıyı kuşatan İslamofobik nefretleri örtmeye çalışan bir teşebbüs gibi görüyorum. Son 6-7 ay içerisinde sadece Avrupa’da 600’ü aşkın İslamofobik nefret suçu işlendi, bunun 360’ı sadece Almanya’da işlendi.

“Millet olarak beş asır birlikte yaşadığımız hiçbir milletten ecdadımıza yönelik bir tek sitem duyamazsınız…”

Millet olarak 5 asır birlikte yaşadığımız hiçbir topluluktan, hiçbir ülkeden, hiçbir milletten bizim ecdadımıza yönelik bir tek sitem duyamazsınız. Dünyanın neresine giderseniz gidin, Bağdat’ından Balkanlar’a, Balkanlar’dan Yemen’e kadar gidin ve oradaki insanlarla konuşun, oradaki insanların hala büyük bir muhabbetle bu ülkenin tarihine saygı duyduğunu görürsünüz. Dünyanın neresine gidersek gidelim biz bunu görüyoruz.

“Bu topraklarda yaşayan her genç arkadaşım ecdadımızla iftihar edebilir…”

Bu topraklarda yaşayan her genç arkadaşıma sesleniyorum, bu yönümüzle iftihar edebilirler. Hiçbir ülkeyi sömürmedik, hiçbir sömürgemiz olmadı tarihte. Birlikte yaşadığımız hiçbir millete bir din dayatmadık. Bir dil dayatmadık. Bir inanç dayatmadık. Özgürce bıraktık. Ama bunu da dinimizin bize öğrettiği ahlak ve hukuka göre yaptık. Genç kardeşlerimiz hassaten tarih okusunlar. Avrupa’nın tarihini okusunlar. Batı’nın tarihini okusunlar. Doğu’nun tarihini okusunlar. Osmanlı’nın tarihini okusunlar. Allah ecdadımıza rahmet eylesin.

“Almanya’daki vatandaşlarımız eziklik hissetmesin, çocuklarına birlikte yaşama hukukunu dünyaya nasıl gösterdiğimizi okutsunlar…”

Almanya’da yaşayan 3 milyonu aşkın vatandaşımız var. Orada yaşayan vatandaşlarımız bu karardan hareketle zerre kadar bir eziklik yüreklerinde hissetmesinler. Çocuklara bizim millet olarak tarih boyunca birlikte yaşama ahlakı, birlikte yaşama hukukunu dünyaya nasıl gösterdiğimizi, başka milletlerle birlikte nasıl yaşadığımızı, hukuku ve ahlakı nasıl paylaştığımızı onlara okutsunlar. 100 sene önce Batının hiçbir başkentinde siz kiliseyi, camiyi, sinagogu yan yana göremezdiniz, ama 4 asır önce İstanbul’da, Bursa’da, Edirne’de bütün bu mabetler yan yanaydı, bütün bu farklı din mensupları birlikte yaşıyorlardı ve onlara öyle emannameler, öyle özgürlükler verilmişti ki çağdaş dünya hala pek çok alanda onların gerisinde olmuştur.

“Batı’nın milletimize ders vermeye kalkışması, insanlığın vicdan yükünü omzumuza aldığımız bir zaman diliminde hiç kimseyi üzmeyecektir…”

Fatih Sultan Mehmet’in Bosna Hersekli kardeşlerimizle buluştuğumuzda yayınladığı emannameyi okusunlar. Yavuz Sultan Selim’in hakeza Kudüs’ü fethini okusunlar. Haçlıların da Kudüs’e vardıklarında yaptıklarını, Kudüs’e varıncaya kadar yolda neler yaptıklarını okusunlar. Tarih üzerinden milletimize ve tarihimize ders vermeye kalkışması, doğrusu Batı dünyasının topyekûn böyle bir seferberlik içerisine girmiş olması, hele hele milletimizin insanlığın vicdan yükünü omzuna aldığı bir zaman diliminde bunu yapmış olmaları hiç zerre kadar hiç kimseyi üzmeyecektir.

Terör meselesi…

“Almanya’da Meclis’te alınan kararın gayesiyle bizatihi terörün Türkiye’deki gayesi aslında aynı gayedir…”

Almanya’da Meclis’te alınan kararın gayesi ile bizatihi terörün Türkiye’deki gayesi aslında aynı gayedir. Türkiye’deki terörün asıl gayesi, tarih boyunca Anadolu’yu birlikte vatan kılmış, aynı inanç değerleri etrafında birleşmiş Türklerle Kürtleri karşı karşıya getirmek ve tarih boyunca İslam’a sadakatinde şüphe duyulmayan Kürt toplumunu, Kürt halkını, Kürtçe konuşan kardeşlerimizi İslam’a ve İslam medeniyetine aidiyetten mahrum bırakmaktır. Asıl gayenin İslam medeniyetine aidiyeti ortadan kaldırmak olduğu bütün yönleriyle görülüyor.

“Bu mülevves ideoloji ima yoluyla da olsa eğer bir mabede yaklaşırsa, bizim topyekûn halimizi gözden geçirmemiz gerekiyor…”

Bu mülevves ideoloji ima yoluyla da olsa eğer bir mabede yaklaşırsa, bizim topyekûn halimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Çünkü dini de kullanmaya başladılar. Dini, camiyi, mabedi, namazı, Cuma’yı da kullanmaya başladıkları için, öncelikle biz bu noktada kendimizi sorgulamalıyız. Eğer bu mülevves ideoloji, yani tarih boyunca İslam’ın insanlığa getirdiği değerleri düşman kabul eden bu ideoloji eğer ima yoluyla da bir mihraba, bir minbere bir cümleyle de olsa, bir işaretle de olsa bir camiye, bir mabede eğer yaklaşırsa, o takdirde Diyanet’in topyekûn kendi varlığını gözden geçirmesi gerekiyor.

“Terörün tahrip ettiği camilerin fotoğraflarını ibret olsun diye sergiliyoruz…”

Terör bölgedeki camileri tahrip etti. Bazıları tamamen yıkıldı. Vatandaşlar bu camileri Ramazan’a yetiştirecek şekilde yapmamızı istedi. Biz hemen kamu bütçesine de müracaat etmeden, Diyanet Vakfı’nın imkânlarıyla behemehal harekete geçerek Cizre’de, Silopi’de, Silvan’da, Sur’da ne kadar yıkılmış, tahrip edilmiş cami varsa hepsini yeniledik. Ramazana ibadete hazır hale getirdik. O camileri gezerken insanın kalbi dayanmıyor. O camiler, o mabetler günlerce karargâh haline getirilmiş, oraya kum torbaları doldurulmuş. Değer tanımadıklarının göstergesi. Biz bu camilerin fotoğraflarını ibret olsun diye Ahmet Hamdi Akseki Camiinin altında sergiliyoruz.

Paralel Yapı…

“Bu milletin zekatlarıyla ortaya çıkan bir yapının milletiyle kavga etmesi ve bu kavga üzerinden dinimize zarar vermiş olması kabul edilemez…”

Coğrafyamızın bütün bu mezalimle kana boyandığı bir zaman diliminde, yeryüzünde bütün Müslümanların mazlum konumuna düştüğü bir zamanda ve bütün bu mazlumların da bu topluma, bu millete, bu topraklarda yaşayan Müslümanlara bel bağladığı, umutla baktığı bir zaman diliminde, yine bu topraklarda 20 yıl, 30 yıl, 40 yıl bu milletin emekleriyle, sadaklarıyla, zekatlarıyla ‘ben sizin dininize, imanınıza hizmet edeceğim, ben sizin çocuklarınıza, eğitime yardımcı olacağım, ben ahlaklı insanlar yetiştireceğim’ vaadiyle ortaya çıkan bir yapının, bir hareketin mahza bir politik güce dönüşme arzusu, kendi milletiyle, kendi devletiyle, kendi ülkesiyle bir kavga başlatmış olması ve bu kavga üzerinden yüce dinimize zarar vermiş olması kabul edilebilecek bir şey değildir. Allah bunu affetmeyecektir, tarih bunu affetmeyecektir.

“Güç tutkusuyla başka ülkelere sığınıp oradan kendi ülkesiyle mücadele içine girmiş olunmasını kalbi bağ içinde olan kardeşimiz nasıl izah edebilir…”

Böyle bir zaman diliminde hangi inanç değeri, hangi ahlak değeri bu 40 yıllık sadaka, zekat, himmetle ortaya çıkmış bir yapının mahza bir güç tutkusu ile uluslararası politik bir arenada, başka ülkelere sığınıp oradan kendi ülkesiyle, kendi milletiyle, kendi devletiyle bir mücadele içerisine girmiş olmasını kalbi bir bağ içerisinde olan bir kardeşimiz nasıl yüreğinde izah edebiliyor ben anlamış değilim doğrusu.

“Bu kötülükler haşa Allah’tan vahiy geliyormuş gibi, haşa sevgili Peygamberimizle görüşülüyormuş gibi takdim edildi…”

Bunun içinde bir de din var, İslam var, Kur’an var, Kitap var, sünnet var, Peygamber var. Zaman zaman bütün bu kötülükler, bu yanlışlıklar, haşa Allah’tan vahiy geliyormuş gibi takdim edildi, bütün bunlar haşa sevgili Peygamberimizle görüşülüyormuş gibi takdim edildi. Onun için biz Diyanet olarak elbette buna sessiz kalamazdık. Elimizden gelen sadece ilmi ve ahlaki olarak bunu toplumumuzla, milletimizle paylaşmak, izah etmekti. Böyle bir zaman diliminde dinimizin bu açıdan çok büyük yara aldığını görüyorum. Gençlerimizin dünyasında İslam’ın değerlerinin itibarsızlaştığını görüyorum. Bu yapının ortaya çıkardığı yanlışlıklar çok daha büyük kötülükleri beraberinde getirdi. Bir an önce bütün bunları artık arkamızda bırakarak geleceğe bakmalıyız, ülkemizin geleceğini düşünmeliyiz. İslam ümmetinin geleceğini düşünmeliyiz, çocuklarımızı, gençlerimizi düşünmeliyiz.