Gillespie’ye göre 50’lerde çok sayıda caz müzisyeninin İslamiyet’e yönelmelerinin nedeni İncil’deki “kardeşini sev” buyruğuna rağmen beyazların siyahları kardeşten saymamaları.
Newsweek dergisi 1966 yılı sayılarından birinde “Yeni Caz” başlığı altında altı sayfalık özel bir dosya hazırlamıştı. Derginin görüş aldığı caz eleştirmeni Nat Hentoff, bir caz devriminden söz ediyor ve bu hükme varırken de esas olarak John Coltrane’in bir yıl önce yayınlanan iki albümünü göz önüne alıyordu. Hentoff’un sözünü ettiği albümler kısa aralarla yayınlanan Love Supreme ve Ascension (Miraç) idi.
Coltrane’in, ölümünden iki yıl önce yaptığı bu albümler, onun kariyerinin son aşaması sayılan özgür caza açıldığı dönemin ürünleridirler. Gerçekten ömrünün son iki yılında Coltrane’in saksafonundan çıkan sesler değişmiş, tonları zenginleşmişti.
Bir şükran albümü
Love Supreme’i uyuşturucu alışkanlığından kurtulduktan sonra kaydetti.
Eroin bağımlılığından kurtulmasını ilahi bir varlığın inayetine bağlıyordu.
Love Supreme bu nedenle değişik spritüel kaynaklardan güç alarak, bir tür kültürel melezliğe dayanarak yapılmış bir şükran albümüdür. Bu kaynaklar arasında Afro-Amerikan kültürünün yanısıra Doğu mistisizminin ve İslam inancının da etkisi vardır.
Genelde beyaz kültürel hegemonyaya, özelde swing döneminin beyazlaşmış cazına karşı yeni bir dinamik ve direnişçi kültür oluşturabilmek için caz müzisyenleri Afrika’nın yüreğine ve Karayipler’e döndüler, o arada İslam coğrafyasına da uğrayarak bu coğrafyanın değerlerini, kimi öğelerini benimsediler ve müziklerine kattılar. Kendi de Bahai inancına sempati duyan Dizzy Gillespie’ye göre 50’lerde çok sayıda caz müzisyeninin İslamiyet’e yönelmelerinin nedeni İncil’deki “kardeşini sev” buyruğuna rağmen beyazların siyahları kardeşten saymamaları, Müslümanlar arasında ise ayrımcılığa yol açan renk ve ırk çizgisinin bulunmamasıydı.
İslamiyet kentlerdeki yoksul siyahlara beyaz insanın kibrine, küstahlığına, ırksal ayrıcalık ve kültürel üstünlük iddialarına karşı koymada bir güç veriyordu. Şöyle de söylenebilir: İslamiyet, siyah kültürde Latin Amerika’daki kurtuluş teolojisine ve ezilenlerin pedagojisine benzer bir yere sahipti. Siyah cemaatin kültür işçileri olan caz müzisyenleri bu konuda öncü bir rol oynadılar. İslamiyet’i hem bireysel olarak, hem de komüniteyi selamete ulaştıracak bir değerler sistemi olarak kavradılar ve benimsediler.
Müslüman cazcılar
John Coltrane’in çevresinde de Müslümanlığı benimsemiş, çok sayıda müzisyen vardı. Daha da önemlisi karısı Naima Müslüman’dı (Uzun yıllar Coltrane’in topluluğunda piyano çalan McCoy Tyner’ın karısı Ayşe Davis de Müslüman’dı ). Eroin bağımlılığından kurtulmaya çalıştığı dönemde Naima bir anlamda onun koruyucu, kollayıcı meleği olmuş, şifa vermişti.
Coltrane Müslümanlığı seçmemişti, ama değişik inançların öğelerini, değerlerini içeren bir senteze ulaşmıştı.
Nihai bir noktayı işaret etmeyen bu melezlik Love Supreme’de doğaçlama yoluyla ruhsal arayışa dönüşmüştü.
Coltrane kendini müzikal, zihinsel ve ruhsal bir akıntıya bırakmıştı. Kendi geçmişinden, siyah ırkın tarihinden gelip geleceğe doğru süzülen bir akıntıya.
Love Supreme’de henüz müziğe harmonik bir yaklaşım sürüyordu ama atonaliteye bir yöneliş de duyuluyordu.
Coltrane’in modal cazına alışmış olan eleştirmenler Ascension’ı gürültü olarak nitelediler. Oysa kırk dakikalık doğaçlama albüm inanılmaz bir disiplinle gerçekleştirilmiş; müzisyenlerin iç seslerine en fazla kulak verdikleri anlarda, sololarda dahi kardeşçe dayanışmayı ifade eden kolektif tutum terk edilmemişti. Doğaçlama ve dayanışmanın, kaos ve demokrasinin bir arada düşünülmüş olması Ascension’ın önemli bir özelliğidir.
Siyahların kolektif belleği
Coltrane’in bu çığır açıcı albümü çoğu zaman Ornetta Coleman’ın Free Jazz albümüyle kıyaslanır. Gerçekten, kapak tasarımları dahil, benzerlikler bulunabilir ama, en önemli ortak nokta yeni bir caz estetiğinin doğumunda oynadıkları roldür. Bir başka deyişle, özgür cazın ebeleridir bu iki albüm.
Ascension’da hiçbir melodik ve harmonik yön dikkate alınmadan, belirlenmiş hiçbir sınır tanımadan tonal yapı sökülüp atılırken bilincin yükseldiği yeni bir özgürlük alanına da geçilmişti.
Albüm salt müzik estetiği bakımından değil, politik bilinç açısından da devrimcidir. Haziran 1965’de kaydedilmişti; yani uzun sıcak bir yazın başında, Watts ayaklanmalarından yalnızca iki ay önce. Kısaca şunu söyleyeceğim: Ascension, siyah toplumda bilinç değişikliğinin baş gösterdiği bir dönemin ürünüdür.
Bob Kaufman, cazın “yaşayan ses” olduğunu söylemişti. Öyledir gerçekten. Caz müzisyeni ve dinleyicisi bu dünyadaki varlıklarını hissederken bir yandan da geçmişleriyle bağlarını tazelerler. Ascension politik düzeyde siyahların kolektif belleğine sesleniyor, orada yankılanıyor, kızgın bir çığlığa dönüşüyordu.
Beyazlığın ilgası
İmam Amir Baraka (LeRoi Jones) notaları tersinden çalarak siyah insanın deneyimlerini anlatabileceği yeni bir dilin oluşmasına katkıda bulunan Coltrane’i beyaz duyarlılıkları öldüren “güzel filozof” olarak tanımlamada çok haklıdır.
Kanıt mı istiyorsunuz? Peki o halde. Nat King Cole, tam bir Tom Amca tavrıyla bütün kariyeri boyunca beyaz müziğe ait olan ve lekesiz, bembeyaz duyguların dile getirildiği baladları kadife sesiyle cilamıştı.
Coltrane ise aynı baladları saksafonuyla parodileştirdi, onları bozdu.
“Güzel filozof” bu anlamda gerçekten öldürücü bir müzik yaratmıştı. Onun müziği tarihçi David Rudiger’in ırkçılığa karşı önerdiği (ve Chicago gerçeküstücülerince de benimsenen) “beyazlığın ilgası” (abolition of whiteness) projesiyle de tam bir uyum içindedir.
Coltrane’in kariyerinin ve yaşamının son döneminde oluşturduğu yeni estetiğin günümüzde Gil-Scott Heron’dan anarşist cazcı Daniel Carter’a değin siyah müziğin en radikal sözcülerine kapı açtığı savına pek itiraz eden olmayacaktır sanırım. Burada vurgulanması gereken, Coltrane’in etkisinin müzikle sınırlı kalmadığıdır.
Onun yeni estetiği siyah yazın, en başta İmam Amir Baraka’nın şiir ve oyunları üzerinde de etkisini duyurdu.