Peki rock müzikte bu yılın en fazla öne çıkan ‘yeni keşifleri’ kimler oldu? Onları zirveye taşıyan özellikleri neler?
Müzik dergilerinin yılın en iyi albümleri sıralamaları belli oldu. Gözlerimiz Tom Waits, Kate Bush, Radiohead, PJ Harvey gibi listelere kazık çakmış saygıdeğer büyüklerin arasında yeniyetmeleri aradı. Mojo, Uncut ve NME’ye göre 2011’de rock’a taze kan getirenler acaba kimlerdi? İlk ürünleriyle ‘İlk 50’ sofrasına kimler oturdu? Kendi adlarını taşıyan albümleriyle Anna Calvi, Cat’s Eyes, Yuck ve Unknown Mortal Orchestra ilk akla gelenler. ‘New Brigade’ ile Iceage ve ‘Go Tell Fire To The Mountain’ ile Wu Lyf ‘i unutmayalım.
Maskeli isyan: Wu Lyf
Yılın esas bombası; Manchester’lı Wu Lyf dörtlüsü adlarıyla, sanlarıyla, maskeli yüzleriyle, ‘heavy pop’ namlı insafsız sound’larıyla etraflarında yarı mistik, yarı politik bir ayla oluşturmayı başardı. Wu Lyf’ın açılımı şöyle: World Unite Lucifer Youth Foundation. Yalnızca bir müzik grubuyla değil, sanki bir örgütle, anarşist bir sanat kolektifiyle karşı karşıyayız.
Manchester’lı efsanevi Stone Roses grubu 1989’da, ilk albümünün kapağına, 1968 Mayıs’ına atfen, polisin sıktığı biber gazına şifa niyetine kullanılan limon kesikleri koymuştu. Wu Lyf elemanları daha ileri gidip kendilerini sitüasyonistlere, Guy Debord gibi düşünürlere yakın hissediyorlar. Dolayısıyla 1968 isyanı, onların dünyasında da anlamlı bir yer kaplıyor. İnternet sitelerini açtığınızda, Barcelona takımının taraftar kulübünden çocuk çetelerine uzanan çeşitli içerikte onlarca fotoğraf kolajının ortasında, kamerayı Occupy Wall Street eylemlerinde dolaştıran bir video klip duruyor.
Dans temposuyla marş temposu arasında mekik dokuyan davullar, yumuşak başlı org nağmeleri ve bir girdapta debelenen zarif gitarlar düşünüldüğünde, müziklerinde bir tutam Talking Heads’e, bir tutam Vampire Weekend’e ilaveten, Stone Roses ve Happy Mondays’in Manchester sound’uyla akrabalık bulmak mümkün. Oysa ‘Manchester United’çılık oynamaya, hemşerilik mirasıyla anılmaya gönülleri yok. Wu Lyf’çılar, Minor Threat, Fugazi, Minutemen gibi Amerikalı bağımsız hardcore punk gruplarını daha çok seviyorlar. Solist Ellery Roberts’ın liseli bir Tom Waits gibi tınlayan öfkeli sesi, Wu Lyf müziğine damgasını vuran ana unsur.
Her kuşak kendi yarınını kendi eliyle çizmek istiyor. Ellery Roberts, 25 yaşına geldiğinde, yani beş yıl sonra, Wu Lyf’ı imha edeceğine dair ant içmiş. Bekleyelim, görelim. The Who gitaristi Pete Townshend da, “Umarım yaşlanmadan ölürüm” dizeleriyle ünlü ‘My Generation’ı yazdığında 20 yaşında değil miydi?
Iceage
Klasik bir punk rock dörtlüsü kimliğindeki Iceage henüz 20’sine basmamış elemanlardan oluşuyor. Roskilde festivali ve Lars Ulrich dışında rock kültüründe pek esamisi okunmayan Danimarka’dan çıkıp İngiltere ve ABD’de bu kadar sükse yapmak az buz marifet değil.
Unknown Mortal Orchestra
Unknown Mortal Orchestra, funk’tan Beck’e uzanan bir etki ağında, deneyselliği elden bırakmadan, kıpır kıpır, havai bir müzik icra ediyor. Yeni Zelandalı bir gitaristin girişimiyle kurulan ekibin merkez üssü, Amerika’nın indie-rock yatağı Portland şehri.
Patti Smith’ten beri böylesi gelmedi: Anna Calvi
Anna Calvi’yi tarihi bir şarkıya getirdiği yorumla tanıdık: Altmış yıllık ‘Jezebel’i, bilimkurgu filmlerinden kaçmış bir flamen Laine, Edith Piaf, Gene Vincent ve Charles Aznavour alınmasın ama bilmezdik bu şarkının bu kadar güzel olduğunu, Calvi söylemeden önce.
İtalyan bir baba ve İngiliz bir annenin Londra doğumlu 28 yaşındaki kızı Calvi, 2010’da Nick Cave’in Grinderman’iyle turneye çıkınca, önce ‘Dişi Nick Cave’ diye anıldı. Onu sahnede seyreden Brian Eno, “Patti Smith’ten beri böylesini ne gördüm ne duydum” dedi. İlk albümünü PJ Harvey’nin sağ kolu Rob Ellis’le birlikte kaydedince, bu sefer ‘Yeni Polly Jean’ lakabı takıldı. En nihayet Jeff Buckley’de karar kılındı ki bu benzetme bütün bu iltifatlar içinde galiba en isabetlisiydi. Sesiyle yarattığı sihir, feryatlarla fısıltılar arasında kurduğu kılcal denge, ancak Jeff Buckley’yle kıyaslanabilirdi.
Anna Calvi, ‘Jezebel’i ve sonraki cover’larını (Elvis Presley, Leonard Cohen, Burt Bacharach) single’larına serpiştirirken, ‘Mercury Ödülleri’ne aday gösterilen ilk albümünde yalnızca kendi bestelerine yer verdi. Şiddetli arzulardan, yalnızlıktan, geceden, insanın içindeki ve dışındaki karanlık diyarlardan bahseden besteler bunlar. Her bakımdan ‘antika’ bir albüm var elimizde. Tuhaflığını ve sarsıcılığını, bir çırpıda özetleniveren derin hislere olduğu kadar enstrümanlara da borçlu. Calvi’nin elektro gitarı eski blues büyücülerine, spaghetti-western’lere selam duruyor. Cayır cayır yanan bu itfaiyelik gitara sadece tok sesli bir davul ve Hint işi el pompalı bir harmonium refakat ediyor.
Teknolojiye direniş: Cat’s Eyes
Anna Calvi’nin harmonium’u varsa, ‘Cat’s Eyes’ın da ‘Wurlitzer’i var. Çağdaş yaşama, ileri teknolojiye karşı kendi çapında bir direniş: Bu köhne klavyeli aletlerdeki ısranın ardında sadece farklı bir ses ihtiyacının değil, farklı bir zaman hayalinin de izleri seziliyor.
Cat’s Eyes, aslında yeterince ‘çaylak’ sayılmaz. İkilinin erkek tarafında Londralı post punk grubu The Horrors’un davudi sesli şarkıcısı, Filistin asıllı Faris Badwan bulunuyor. Kız tarafı Rachel Zeffira ise İtalyan asıllı Kanadalı bir soprano. Güçlerini sesleri arasındaki tezattan alıyorlar, düetlerinde kulağa ister istemez Serge Gainsbourg – Jane Birkin gerilimi yansıyor. Kutsal kitaplardaki mesellerden de beslenen grubun bir keresinde ekstraya çıkıp Vatikan’ın dini erkânı önünde çaldığını hatırlatalım. Cat’s Eyes’ın genellikle sakin sularda seyreden, zaman zaman atağa kalkıp hızlanan nazenin pop melodilerine isli puslu, loş bir hava hâkim. Anna Calvi’yle bir diğer ortak özellikleri ise şu: David Lynch filmlerine düşkünlük.
Peki rock müzikte bu yılın en fazla öne çıkan ‘yeni keşifleri’ kimler oldu? Onları zirveye taşıyan özellikleri neler?
Müzik dergilerinin yılın en iyi albümleri sıralamaları belli oldu. Gözlerimiz Tom Waits, Kate Bush, Radiohead, PJ Harvey gibi listelere kazık çakmış saygıdeğer büyüklerin arasında yeniyetmeleri aradı. Mojo, Uncut ve NME’ye göre 2011’de rock’a taze kan getirenler acaba kimlerdi? İlk ürünleriyle ‘İlk 50’ sofrasına kimler oturdu? Kendi adlarını taşıyan albümleriyle Anna Calvi, Cat’s Eyes, Yuck ve Unknown Mortal Orchestra ilk akla gelenler. ‘New Brigade’ ile Iceage ve ‘Go Tell Fire To The Mountain’ ile Wu Lyf ‘i unutmayalım.
Maskeli isyan: Wu Lyf
Yılın esas bombası; Manchester’lı Wu Lyf dörtlüsü adlarıyla, sanlarıyla, maskeli yüzleriyle, ‘heavy pop’ namlı insafsız sound’larıyla etraflarında yarı mistik, yarı politik bir ayla oluşturmayı başardı. Wu Lyf’ın açılımı şöyle: World Unite Lucifer Youth Foundation. Yalnızca bir müzik grubuyla değil, sanki bir örgütle, anarşist bir sanat kolektifiyle karşı karşıyayız.
Manchester’lı efsanevi Stone Roses grubu 1989’da, ilk albümünün kapağına, 1968 Mayıs’ına atfen, polisin sıktığı biber gazına şifa niyetine kullanılan limon kesikleri koymuştu. Wu Lyf elemanları daha ileri gidip kendilerini sitüasyonistlere, Guy Debord gibi düşünürlere yakın hissediyorlar. Dolayısıyla 1968 isyanı, onların dünyasında da anlamlı bir yer kaplıyor. İnternet sitelerini açtığınızda, Barcelona takımının taraftar kulübünden çocuk çetelerine uzanan çeşitli içerikte onlarca fotoğraf kolajının ortasında, kamerayı Occupy Wall Street eylemlerinde dolaştıran bir video klip duruyor.
Dans temposuyla marş temposu arasında mekik dokuyan davullar, yumuşak başlı org nağmeleri ve bir girdapta debelenen zarif gitarlar düşünüldüğünde, müziklerinde bir tutam Talking Heads’e, bir tutam Vampire Weekend’e ilaveten, Stone Roses ve Happy Mondays’in Manchester sound’uyla akrabalık bulmak mümkün. Oysa ‘Manchester United’çılık oynamaya, hemşerilik mirasıyla anılmaya gönülleri yok. Wu Lyf’çılar, Minor Threat, Fugazi, Minutemen gibi Amerikalı bağımsız hardcore punk gruplarını daha çok seviyorlar. Solist Ellery Roberts’ın liseli bir Tom Waits gibi tınlayan öfkeli sesi, Wu Lyf müziğine damgasını vuran ana unsur.
Her kuşak kendi yarınını kendi eliyle çizmek istiyor. Ellery Roberts, 25 yaşına geldiğinde, yani beş yıl sonra, Wu Lyf’ı imha edeceğine dair ant içmiş. Bekleyelim, görelim. The Who gitaristi Pete Townshend da, “Umarım yaşlanmadan ölürüm” dizeleriyle ünlü ‘My Generation’ı yazdığında 20 yaşında değil miydi?
Iceage
Klasik bir punk rock dörtlüsü kimliğindeki Iceage henüz 20’sine basmamış elemanlardan oluşuyor. Roskilde festivali ve Lars Ulrich dışında rock kültüründe pek esamisi okunmayan Danimarka’dan çıkıp İngiltere ve ABD’de bu kadar sükse yapmak az buz marifet değil.
Unknown Mortal Orchestra
Unknown Mortal Orchestra, funk’tan Beck’e uzanan bir etki ağında, deneyselliği elden bırakmadan, kıpır kıpır, havai bir müzik icra ediyor. Yeni Zelandalı bir gitaristin girişimiyle kurulan ekibin merkez üssü, Amerika’nın indie-rock yatağı Portland şehri.
Patti Smith’ten beri böylesi gelmedi: Anna Calvi
Anna Calvi’yi tarihi bir şarkıya getirdiği yorumla tanıdık: Altmış yıllık ‘Jezebel’i, bilimkurgu filmlerinden kaçmış bir flamen Laine, Edith Piaf, Gene Vincent ve Charles Aznavour alınmasın ama bilmezdik bu şarkının bu kadar güzel olduğunu, Calvi söylemeden önce.
İtalyan bir baba ve İngiliz bir annenin Londra doğumlu 28 yaşındaki kızı Calvi, 2010’da Nick Cave’in Grinderman’iyle turneye çıkınca, önce ‘Dişi Nick Cave’ diye anıldı. Onu sahnede seyreden Brian Eno, “Patti Smith’ten beri böylesini ne gördüm ne duydum” dedi. İlk albümünü PJ Harvey’nin sağ kolu Rob Ellis’le birlikte kaydedince, bu sefer ‘Yeni Polly Jean’ lakabı takıldı. En nihayet Jeff Buckley’de karar kılındı ki bu benzetme bütün bu iltifatlar içinde galiba en isabetlisiydi. Sesiyle yarattığı sihir, feryatlarla fısıltılar arasında kurduğu kılcal denge, ancak Jeff Buckley’yle kıyaslanabilirdi.
Anna Calvi, ‘Jezebel’i ve sonraki cover’larını (Elvis Presley, Leonard Cohen, Burt Bacharach) single’larına serpiştirirken, ‘Mercury Ödülleri’ne aday gösterilen ilk albümünde yalnızca kendi bestelerine yer verdi. Şiddetli arzulardan, yalnızlıktan, geceden, insanın içindeki ve dışındaki karanlık diyarlardan bahseden besteler bunlar. Her bakımdan ‘antika’ bir albüm var elimizde. Tuhaflığını ve sarsıcılığını, bir çırpıda özetleniveren derin hislere olduğu kadar enstrümanlara da borçlu. Calvi’nin elektro gitarı eski blues büyücülerine, spaghetti-western’lere selam duruyor. Cayır cayır yanan bu itfaiyelik gitara sadece tok sesli bir davul ve Hint işi el pompalı bir harmonium refakat ediyor.
Teknolojiye direniş: Cat’s Eyes
Anna Calvi’nin harmonium’u varsa, ‘Cat’s Eyes’ın da ‘Wurlitzer’i var. Çağdaş yaşama, ileri teknolojiye karşı kendi çapında bir direniş: Bu köhne klavyeli aletlerdeki ısranın ardında sadece farklı bir ses ihtiyacının değil, farklı bir zaman hayalinin de izleri seziliyor.
Cat’s Eyes, aslında yeterince ‘çaylak’ sayılmaz. İkilinin erkek tarafında Londralı post punk grubu The Horrors’un davudi sesli şarkıcısı, Filistin asıllı Faris Badwan bulunuyor. Kız tarafı Rachel Zeffira ise İtalyan asıllı Kanadalı bir soprano. Güçlerini sesleri arasındaki tezattan alıyorlar, düetlerinde kulağa ister istemez Serge Gainsbourg – Jane Birkin gerilimi yansıyor. Kutsal kitaplardaki mesellerden de beslenen grubun bir keresinde ekstraya çıkıp Vatikan’ın dini erkânı önünde çaldığını hatırlatalım. Cat’s Eyes’ın genellikle sakin sularda seyreden, zaman zaman atağa kalkıp hızlanan nazenin pop melodilerine isli puslu, loş bir hava hâkim. Anna Calvi’yle bir diğer ortak özellikleri ise şu: David Lynch filmlerine düşkünlük.
Yuck
Yeni gruplar içinde öne fırlayan Londra çıkışlı Yuck, daha önce Cajun Dance Party’de çalan iki müzisyenin öncülüğünde kurulan bir dörtlü. Grunge’a fazla yeltenmeden gitar müziği yapıyorlar ve Sonic Youth, Jesus and Mary Chain, Pixies gibi gruplarla karşılaştırılıyorlar.Yeni gruplar içinde öne fırlayan Londra çıkışlı Yuck, daha önce Cajun Dance Party’de çalan iki müzisyenin öncülüğünde kurulan bir dörtlü. Grunge’a fazla yeltenmeden gitar müziği yapıyorlar ve Sonic Youth, Jesus and Mary Chain, Pixies gibi gruplarla karşılaştırılıyorlar.