Bu hem sürprizlerle açık bir akşam vaat ediyor hem de sıradan bir dinleyici olarak kendi başıma karar verme özgürlüğü tanıyordu. Borusan Müzik Evi’ndeki konser salonunda seyircilerle birlikte onu beklerken programa göz gezdirdim. Sırasıyla Schumann’ın etütlerini, Beethoven’ın Waldstein sonatını ve Rahcmaninov’un Üç Etüt’ünü icra edecekti. Zor seçimler… Sonra o girdi yarı aydınlık salona. Selam verip taburesine oturduktan sonra ibadet eder gibi başını öne eğip içine doğru dua etti ya da bana öyle geldi. Bu muhtemelen onun konser öncesi ritüellerinden birisiydi. Bir piyanistten ziyade manastırına çekilen bir azize benziyordu. Sonra kırılgan karakterini ilk bakışta belli eden ince, uzun parmaklarıyla usulca tuşlara dokunarak Schumann’ın melankolisini taşıdı bize.
Konser boyunca üslubun icracı için bile önemli olduğunu düşündüm. Dinlediğimiz yorum sadece onun sanatsal yeteneğini, tercihini değil, hayattaki duruşunu, kişiliğini ve müzik tutkusunu da gösteriyordu çünkü. Aslında sanatın diğer dallarında da böyledir. O yazarın, ressamın ya da müzisyenin derdinin marifetini ‘seyirciye’ göstermekten ziyade sanatıyla bu hayata bir şey katmakta olduğunu tınılarla, işaretlerle, kelimelerle sezersiniz. Furkan’ı gözümü kapayarak dinlerken müziğinde seyirciyi canlı tutan gerilimi hissettim. O beyaz tuşlar üzerinde sıçrayan serçeler misali dolaşırken, hem gündelik hayatın bir parçası olan seyircisiyle birlikteydi, hem de bestecilerin mistik dünyasına aitti sanki.
18 yaşına kadar Trabzon’da yaşayan Furkan Özyazıcı, İstanbul’da konservatuvar öğrenimine geç denilebilecek bir yaşta başlamış. Piyanoyu özel derslerle öğrenmiş ve çocukluğundan itibaren tutkuyla bağlandığı müzik hayatına üç kez ara vermiş. Doğrusu başına gelenlere rağmen ailesinin de desteğiyle hedefine ulaşmak için direnmesine hiç şaşırmadım. Onu dinlerken hissettiğim tam da böyle bir müzik tutkusuydu. Furkan yaşadığı ciddi bir hayal kırıklığının ardından iki yıl piyanoya elini sürmemiş. Sonra bir gece piyanonun başına oturmuş. İki yıl önceki bir röportajında kendisi anlatıyor: "O günden sonra tekrar okula dönüşte piyano başına geçtim, haftada bir derse gittim ama hâlâ hobi olarak bakıyordum. Elime Chopin’in 1. Balad’ının yer aldığı bir albüm geçti. Günler boyunca dinledim ve konser piyanisti olmaya karar verdim."
Furkan Özyazıcı’nın notalar arasına itinayla yerleştirdiği boşlukların zamanlamasındaki ‘şiiri’ hissettiğinizde, onun ritim ve armoni sezgisiyle, kararlı ve soylu duruşuyla gelecekte bir virtüöz olacağını rahatlıkla anlayabilirsiniz. Moskova Konservatuvarı’nın yüksek lisans bölümünde solistlik eğitimini tamamlayan piyanisti belli ki ihtiraslı bir müzik hayatı bekliyor. Furkan’ı dinlerken Beethoven’ın müzisyenlere dair söylediklerini hatırladım: "Müzisyen aynı zamanda şairdir; kendini bir çift gözle başka ve daha güzel bir dünyaya, büyük ruhların onunla eğlendiği ve omzuna zor görevler koyduğu bir dünyaya götürülmüş hissedebilir". Bence daha şimdiden müzik çevrelerinde deha olarak anılan genç piyanist, bu hakikati kalp gözüyle kavramış.
Zaman