Murat Bardakçı yazdı…
Ankara’daki Devlet Konser Salonu’nda bu akşam bir anma toplantısı yapılacak ve bir de konser verilecek.
Toplantı, divan edebiyatımızın en büyük isimlerinden olan Urfalı şair Nâbî hakkında olacak; konserde de Buhurizâde Mustafa Itrî Efendi’nin eserleri icra edilecek.
Nâbî ve Itrî hayata 1712’de veda etmişler ve 300. ölüm yıldönümleri olan 2012 yılı, UNESCO tarafından onların adı ile "Itrî" ve "Nâbî Yılı" ilân edilmişti.
Bu akşam verilecek olan konserin bundan tam 41 sene önceye dayanan hüzünlü ve aslında hiç yaşanmamış olması gereken bir macerası vardır, anlatayım:
12 Mart darbesinden sonra başbakan olan Nihat Erim, Amerika’daki üniversitelerde Türk Edebiyatı hocalığı yapan Talât Halman’ı Kültür Bakanlığı’na getirmişti.
Size belki tuhaf gelebilir ve anlamakta zorlanabilirsiniz: O yılların Türkiye’sinde Türk Müziği’nin eğitimi yasaktı, hattâ devlete ait konser salonlarında bir Türk Müziği konserinin verilmesi düşünülemezdi bile…
BİR KESİM AYAKTA!
Talât Halman bu saçmalığa son vermek ve belki de bir ilki hayata geçirmek istediğinden olacak, Ankara’daki evini her cumartesi günü musiki heveslilerine ve radyonun yetenekli gençlerine açıp ders veren ve onlarla birlikte musiki icra eden bestekâr İsmail Baha Sürelsan’dan Devlet Konser Salonu’nda bir "Itrî Konseri" vermesini istedi.
Lisede öğrencilik senelerimdi ve gayet iyi hatırlarım: Başkentin göbeğine sanki koskoca bir bomba düşmüştü! Bir kesim ayağa kalktı, "Atatürk’ün mirası olan senfoni orkestrasına mahsus salonda teksesli alaturka müzik yapılamaz" diye tutturdu. Ardından, Milliyet Gazetesi’nde devlet sanatçısı viyolonist Suna Kan’ın bir açık mektubu yayınlandı. Suna Kan, "Devlet Konser Salonu’nda böyle bir konser verildiği takdirde devlet sanatçılığı unvânını iade edeceğini" söylüyordu.
Netice tahmin edemeyeceğiniz şekilde oldu, konser iptal edildi, Nihat Erim hadiseden birkaç hafta sonra hükümette değişiklik yaptı, Talât Halman yeni hükümette yeralmadı ve Amerika’ya döndü!
Konserin iptal edilmesinin ardında Suna Kan’ın Milliyet’te yayınlanan açık mektubunun yanısıra Başbakan Erim’e gönderdiği bir başka mektubun da etkisi olduğu çok sonraları, bundan birkaç sene önce Erim’in günlüklerinin yayınlanması ile ortaya çıktı: Suna Kan konser tartışmalarının aslında Türk Müziği veya Itrî meselesi değil, "Atatürk devrimleri" olduğunu yazıyordu. Başbakan Nihat Erim de mektubun üzerine "Arayıp alâkadar olacağımı söyleyip kendisine teşekkür edelim" ve "Halman bana gelsin" gibisinden iki not düşmüştü.
O günden bugüne, Ankara’daki Devlet Konser Salonu’nda bir "ItrîKonseri" vermeye kimse cesaret edemedi!
NÂBÎ’Yİ UNUTMAYALIM
Devlet Konser Salonu’nda bu maceradan tam 41 sene sonra bu akşam verilecek olan konser, bazı saplantılardan kurtulmuş olmamızı göstermesi bakımından çok büyük önem taşıyor… Konseri dinlemeyi çok istedim, hattâ davet de edildim ama önceki gece yaptığımız Tarihin Arka Odası’nda altında saatler boyu oturduğumuz klimaların mâlûm etkisi yüzünden İstanbul’dan kıpırdayamayacak gibiyim…
Bu gece Itrîile beraberce anılacak olan Urfalı Nâbî, divan şiirimizin, özellikle de "hikemîşiir"in en güçlü şairlerindendir ve peygamberi övme maksadıyla kaleme alınmış olan "Na’t"ler arasında Nâbî’nin Nâ’t’i kadar güçlüsü yoktur.
Ama öyle bir gazeli vardır ki, hemen herkesin okuyup ibret almasını gerektirecek güzelliktedir: "Bağ-ı dehrin hem hazanın hem baharın görmüşüz / Biz neşâtın da gamın da rüzgârın görmüşüz" mısralarıyla başlar ve "Çok da mağrur olma kim meyhane-i ikbalde / Biz hezârân mest-i mağrurun humârın görmüşüz" diye devam eder.
Bugünün Türkçesi ile geniş tercümesini vereyim: "Biz, dünya bağının ilkbaharını da, sonbaharını da, sevincini de, gamını da gördük. …Talihinin açılmasından ve yükselmenden dolayı mağrur olayım deme, biz kapıldığı gururdan mestolmuş binlerce kişinin daha sonraları ne hâle geldiğini de gördük".