Daha çabuk öğreniyor, daha hızlı düşünüyor, yaratıcıkta sınır tanımıyorlar. Farklılar, özeller. Yaşıtlarına göre özellikle akademik yönden daha ilerideler. Onlar, üstün yetenekli çocuklar.
Sayısal zekâ puanları, yani IQ’ları 130’un (130 puanın üstü üstün yetenekli kabul ediliyor. Normal bir çocuğunki 90-110 arasında) üzerinde.
El Cezire’nin haberine göre Türkiye’de 2013 nüfus sayımına göre 0-14 yaş arası nüfusun yüzde 2’si üstün yetenekli. 0-14 yaş arası üstün yetenekli çocuk sayısı yaklaşık 377 bin.
TÜBİTAK araştırmasına göre; Türkiye’de 0-24 yaş aralığında 682 bin üstün zekâlı birey var.
Bu sayı da nüfusun yüzde 2’sini oluşturuyor.
Şanslı olanlar yurtdışına giderken, çoğunun yetenekleri yok olup gidiyor. Aileler ne yapacağını bilemez durumda. Üstün yetenekli çocuklar için devlet okulu yok. Onlarca özel okul var. Aralarında çok iyi eğitim verenler de var, ticari kuruluş haline gelenler de. Ailelerin çok iyi araştırıp seçmesi gerekiyor.
Okullar arasında Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi (TEVİTÖL) en ciddi, en eski ve en saygın kuruluşlardan biri. Burslu ya da yarı burslu eğitim veriliyor.
Okullar arasında Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Özel Lisesi TEVİTÖL ekonomik ve sosyal açıdan zor durumda olan üstün yetenekli çocukların eğitimini ücretsiz sağlıyor. ABD’de Üstün Yetenek Eğitimi’nde master ve doktorasını tamamlayan ve Boğaziçi Üniversitesi’nde bu konuda eğitim veren Dr. Bahar Eriş TEVİTÖL’ün örnek bir okul olduğu görüşünde: “Akademik olarak en önemli kuruluş. İşleyen, çok başarılı bir model. TEVİTÖL mezunları çok iyi yönlendiriliyor ve en iyi üniversiteleri kazanıyor.”
Okul yok ama devletin üstün yetenekli çocuklar için attığı bazı önemli adımlar var.
DESTEK ODALARI: Okullarda üstün zekâ tanısı konulan çocuklar için, talep gelirse, bireysel eğitim planı yapılması ve destek odaları açılması zorunluluğu var. Okullarda üstün zekâ tanısı konulan çocuklar için, talep gelirse, çocuğun yeteneklerine uygun, sadece o çocuk için hazırlanan Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı uygulanması ve yine bu yetenekleri destekleyen destek odaları açılması zorunluluğu var. Bazı derslerden muaf tutulan çocuğa haftada 12 saate kadar eğitim verilebiliyor. Çocuk sayısının üçü geçmemesi tavsiye ediliyor. 2006’dan bu yana uygulanan yönetmelik çoğu aile tarafından bilinmiyor.
EĞİTİM DESTEĞİ: Millî Eğitim Bakanlığı öğretmenlere bu çocuklarla ilgili zaman zaman kurslar veriyor. Kurslara katılıp katılmamak öğretmenin isteğine bağlı.
Dr. Bahar Eriş’e göre, bu kurslar yeterli değil: “Üstün Yetenekli çocukları keşfetmek, doğru yönlendirmek, iyi eğitmek, kurs programıyla olacak şeyler değil. Bence eğitim fakültelerinde zorunlu ders olmalı.”
AİLEYE DESTEK: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aileler için farkındalık eğitimi vermeye hazırlanıyor.
BİLSEM: Devlet çapında sistemli olarak uygulanan tek eğitim, Bilim Sanat Merkezleri yani BİLSEM. 4’üncü sınıftan sonra okul sonrası ek eğitim programı olan BİLSEM’in en büyük özelliği üstün yetenekli çocukları bir araya getirmesi. Aynı ilgi alanlarına sahip çocuklar uzman öğretmenlerle üç derse kadar ücretsiz kurs alabiliyor. Bilişim teknolojisi, bilgisayar, robot, matematik ve zekâ oyunları, fizik laboratuvarı, resim, müzik ve yabancı dil gibi dersler var. Turnuvalar yapılıp, geziler düzenleniyor. Türkiye’de yaklaşık 10 bin çocuk eğitim alıyor.
64 ilde 72 adet BİLSEM var. 1995’ten bu yana faaliyet gösteriyor. Ancak öğrenci seçiminde torpil işlediğine dair TBMM tutanaklarına geçen ve Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da doğruladığı tespitler var.
ÜNİVERSİTEYE SINAVSIZ GEÇİŞ HAKKI: 2012’de YÖK’teki yeni yönetmeliğe göre, Yükseköğretim Kurulunca belirlenecek usul ve esaslara göre, belli sanat ve spor dallarında üstün kabiliyetli olduğu tespit edilen öğrenciler ile Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunca (TÜBİTAK) tespit edilen uluslararası bilimsel yarışmalarda ödül kazanan öğrenciler, ilgili dallarda eğitim yapmak kaydıyla yükseköğretim kurumlarına yerleştirilebilir.
Yurt dışında üstün yetenek eğitimi konusunda öne çıkan ülkeler Kanada, İsrail ve ABD. Bu ülkelerde uzun zamandır sistematik olarak üstün yetenekli çocuklara destek veriliyor. Bütçe ayrılıyor, modeller oluşturuluyor.
ABD’de sıklıkla tercih edilen önlemler zenginleştirme (Tüm öğrenci grubuna hitap eden ana öğretim programı dışındaki her tür öğrenme etkinliğini kapsar ve var olan öğretim programına yapılan bir ilavedir), hızlandırma (Öğrencilerin kendi yaş düzeylerinin üstündeki sınıflara yönlendirilmesi, Amerika’da kullanılan 19 çeşit hızlandırma türü var), özel eğitim imkânları sağlama. ABD’de eyalet sisteminden dolayı, her yerde aynı şekilde uygulanan bir üstün yetenekli çocuklar eğitimi yok.
Üstün yeteneklilerin eğitimi konusunda her eyaletin kendi eğitim sistemi var. Örneğin Alabama Eyaleti’nde 6 yaşından itibaren en az 12 yıl üstün yetenekli çocuklara uygun eğitim ve özel hizmet verilmek zorunda.
50 eyaletten 30’unda ‘bu çocuklara hizmet verilmelidir’ diye kanunlar/yaptırımlar/fonlar vardır. Bazı eyaletlerde emlak vergilerinden pay aktarılıyor
Üstün yetenekliler eğitiminin en ciddiye alındığı ve hem kuramsal hem de uygulamalı pek çok çalışmanın yapıldığı ülke İsrail. Konu bir ulusal öncelik olarak görülüyor. İsrail’de üstün zekâlılar eğitimi kanuni zorunluluk.
İsrail’de üstün yetenekli çocuklar için hızlandırma, sınıf atlama ya da üst sınıftan ders alma, zenginleştirme (ek dersler) gibi yöntemler uygulanıyor. Okul dışı etkinlikler ve Bilim ve Sanat Merkezleri’ne ağırlık veriliyor.
Üstün yetenekliler eğitiminin örgün eğitimle en uyumlu biçimde kaynaştırıldığı, bilimsel verilerle eğitim kuramlarının yerinde uygulamaların yapıldığı ülkelerden biri de Kanada. Ağırlıklı olarak karma eğitim veriliyor. Yani üstün yeteneklilerle diğer öğrenciler aynı sınıfta eğitim görüyor. Okullardaki özel programlarla ayrı dersler de alan öğrenciler bir yandan da üstün yetenek sergilemedikleri alanlarda yaşıtları ile normal öğretimlerine devam ediyor.
TBMM Üstün Yetenekli Çocuklarla ilgili Araştırma Komisyonu’nun 2012 yılına ait raporunda çarpıcı bir tespit var: “Resmî eğitim politikalarını belirleyenler/yönetenler bu alana ve konu ile ilgili çabalara karşı genellikle duyarsız kalmayı tercih etmişlerdir.”
Türkiye’deki bu özel çocukların hikâyelerini onlardan ve ailelerinden dinledik.
Buğra Coşkun, 15 yaşında
15 yaşındaki Buğra Coşkun: Ara sıra yaşımı bile düşünürüm
“Aslında dördüncü boyutta değil üç buçuğuncu boyutta yaşadığımızı düşünüyorum. Çünkü eğer zaman boyutunda yaşasaydık geçmişi ve geleceği kontrol edebilirdik.”
Buğra ile sohbetimizin ilk cümlesi bu. Annesi Müge Coşkun hemen araya giriyor: “Biz seni anlamıyoruz Buğra.” Kahkaha atıyoruz. Röportaj boyunca da kahkahalarımız kesilmiyor. Buğra’nın inanılmaz ince ve zengin bir mizah duygusu var.
Kâğıthane Anadolu Lisesi’nde okuyor. Okulunun adını söylerken düşünüyor, annesinden yardım alıyor. “Yaşımı bile düşünürüm arada sırada.” deyip gülüyor. IQ testinden dâhi olduğu sonucu çıkmış. Ama sınıf atlamayı psikolojik olarak uygun bulmamışlar. Buğra, “Dersleri yata yata geçmek en güzeli.” diyor.
6 aylıkken konuştu
“Çok zor bir çocuktu. Uyumazdı. 20 günlükken bana tepki verebiliyordu. Altı aylıkken konuşmaya başladı (Bebeklerin normalde konuşma yaşı iki yaş civarı). Yedi aylıkken ayağa kalktı. Dokuz aylıkken elimden tutup yürüyordu (Bebekler normalde 1 yaş civarında yürür). 2,5 yaşında görsel kopyalama yoluyla okumaya başladı (Normal okuma yaşı 6-7).
Boğaziçi Üniversitesi’nde üstün yetenekli çocuklar konusunda eğitim veren Dr. Bahar Eriş, her üstün yetenekli çocuğun erken okuması, erken yürümesi, erken konuşması gerekmediğini söylüyor: “Bazıları geç konuşur, geç yürür. Einstein beş yaşında konuşmuş örneğin.”
Müge 2,5 yaşında okuyan oğlu ile ilgili komşularına danışmış önce.“Komşular devreye girdi. ‘Sakın okutma’ dediler. Biz de elinden her şeyi aldık ve sorularına da cevap vermedik.”
Buğra şakayla hemen araya giriyor: “Nasıl insansınız siz!”
2,5 yaşında meraklı sorulara da başlamış. “Anne neden örümcekler arıları ya da sinekleri avlıyor?’ diye sordu. ‘Hepsi böcek değil mi bir böcek bir böceği neden avlıyor?’ Zaten üstün yetenekli çocukların en çok kullandığı cümle “Bu nedir?”.
Buğra, annesi bunu anlatırken hayat düsturunu da özetliyor: “Bilime ilgim vardı. Çünkü neden yaşıyoruz ki. Bu yaşamımızın sırrını çözmeyeceksek neden yaşıyoruz?”
Buğra okul öncesi çoğu üstün yetenekli çocukta görülen dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunuyla karşılaşmış. Ünlü bir psikolog üç yıl ilaç tedavisi uygulamış. Ancak teşhis ve tedavinin yanlış olduğu, bir başka psikoloğun, “Bu çocuk dâhi.” tespitiyle anlaşılmış.
Kreş öğretmeni de beş yaşında tüm gezegenleri, dünyaya uzaklıklarını, büyüklüklerini bir çırpıda sayınca Buğra’nın özel eğitim alması gerektiğini söylemiş. Ancak aile “Özel eğitimin ne olduğunu bilmiyorduk, bize anlatılmadı doğru dürüst, sonunda mahalledeki özel okula verdik.” diye anlatıyor o dönemi.
Çocuk dâhi, aile panikte!
Okul zor başlamış. Yazmamak için çok diretmiş. Ödevleri yapmamış. Buğra’ya göre dersler çok sıkıcı olduğu için dikkatini verememiş. “Eğlenmediğim, kullanmadığım bilgileri neden öğreneyim?” diyerek yine birçok üstün yetenekli çocuktaki ortak bir özelliği gösteriyor: Her şeyi sorgulamak.
Buğra’ya IQ testi dokuz yaşında yapılmış. Özel okuldan devlet okuluna geçtiğinde okulun rehber öğretmeni aileyi çağırıp “Buğra çok özel, RAM’dan randevu aldım” demiş. RAM yani Rehberlik Araştırma Merkezleri, her ilçede bulunan, üstün yetenekli çocuklara IQ testinin yapıldığı resmi merkezler. IQ testiyle o zaman tanışmışlar ve Buğra 39 derece ateşle girdiği sınavdan 148 puanla çıkmış. 130 puanın üstü üstün yetenekli kabul ediliyor.
Ailede gururdan çok panik havası hâkim olmuş. “Çok büyük bir sorumluluk bir kere. Türkiye’de hiçbir şey yok çünkü yapabileceğiniz. RAM’da da hiçbir şey yapamazsınız dediler.”
Akademisyen Dr. Bahar Eriş panik duygusunun normal olduğunu düşünüyor. “Çünkü” diyor, “Devletin kurumları arkamda, çocuğuma sahip çıkılacak” duygusu yaşanmıyor.
Buğra, üstün yetenekli çocuklar konusunda en önemli Devlet kurumu BİLSEM’e girişler için 4. sınıfta yapılan sınavı kaçırdıklarında bir daha kurslara katılamamış. Devlet okulunda öğretmenden yönlendirme ya da RAM görevlilerinden de psikolojik destek almamışlar.
Buğra diğer çocuklarla pek anlaşamıyor. “İnternette onun tanımı var. Forever alone, sonsuza kadar yalnız yani.” diyor. Annesi Müge bu sene daha rahat olduklarını anlatıyor: “Biz sadece bu sene biraz iyiyiz. Üstün Yetenekli Çocukların Aile Platformu ÜYÇAP’ta bizim gibi insanlar olduğunu gördük.”
Bu sene ilk kez arkadaşlarıyla bir kez dışarı çıkmış. 15 yıl sonra ilk kez. Evde bayram havası yaşanmış.
Buğra hâlâ tek başına dışarı çıkamıyor. O sırada bir bilgisayar programı formülü, bir kitabı düşünüp dalıyor, gideceği yeri geçiyor hatta kayboluyor. Diğer üstün zekâlı çocuklar gibi dalgın, dağınık. Yine çoğu üstün zekâlının ortak özelliklerinden biri olan takıntıları var: “Banyoya nasıl girdiysem öyle geri geri çıkıyorum. Yatağın ne tarafından yattıysam o tarafından kalkıyorum. Diğer taraftan kalkarsam çok kötü bir şey olacakmış gibi geliyor.”
Psikolojik destek konusunda şanssız olan Buğra ve ailesi sağlıklı bir tedavi alamamış. Terapist “Normal olmalısın.” diye ısrar etmiş, fizik kitaplarını yasaklamış. Buğra “Normal değilim ki neysem oyum.” diyor.
Anlaşılmama sorununu TÜBİTAK bilim şenliğinde de yaşamışlar. Buğra’nın elektromanyetik dalgalar üzerine geliştirdiği ve “Çok çok önemliydi, dünyayı değiştirebilirdi.” projesi kabul edilmemiş. “Muhtemelen tek başına bu projeyi hazırladığına inanmadılar ya da anlamadılar.” diyor Müge. Buğra’nın patenti alınmamış onlarca buluşu var…
Üstün yetenekli olduğundan çevresine, okuluna, öğretmenine zorunluluk olmadıkça bahsetmemişler. Bu arada birçok okul değiştirmek zorunda kalmış.
Annesi anlatıyor: “Uyumsuzluk vardı. Çocukların Buğra’yı rahatsız edici davranışları oluyordu.”
Buğra “Ben de rahatsızmışım.” diye araya girince annesi biraz üzgün biraz kızgın devam ediyor: “Boynunu sakatladıklarını unutuyor musun? Sürekli sırtına yazılar yazıldığını. Çantanı alıp hepsini sınıfa dağıttıklarını.”
“Seni kıskanıyorlar mıydı?” diye soruyorum. “Sanmam. İnsanlarla ilişkilerimde nasıl davranacağımı o zamanlar bilmiyordum. Zaten zekâ, olayları karıştırmaktan başka işe yaramıyor. Merakınız varsa öğreniyorsunuz bir şekilde. Zekâ olayları fazla düşünmenize, bu nedenle garip davranmanıza neden oluyor.” diyor.
Okulda verilen eğitimi sorguluyor. Neden internetten bulunacak bilgileri ezberlemek zorunda olduğunu anlamıyor. Her şeyi deneyerek öğrenmekten yana. Bir gün sınıfta pi sayısını yeniden keşfetmiş. Dairenin çevresi ve çapı arasında aynı oran olduğunu cetvelle tek tek ölçerek bulmuş. Heyecanla öğretmenine 3,14 sayısını bulduğunu söylediğinde bunun yıllar önce bulunduğunu duymak biraz hayal kırıklığı yaratmış ama herkesi güldürmüş. Şimdi derslerde her şeyi kendi ispatlıyor.
Hedefi; “Bir bilgisayar programı geliştirip bunu bir şirkete satmak, bu parayla garson olarak dünyayı gezmek.” Şu anda da yürümesini denetlediği bir robot yapıyor.
Buğra bugüne kadar hiçbir yardım ve burs almamış. Müge, “Dünya bize uyum gösteremedi. Buğra’yı biz dünyaya uydurmak zorunda kaldık.” diyor. “20 yıl sonra kendini nerede görüyorsun?” diye sorduğumda, “Hala hayatta olur muyum bilmiyorum çok dikkatsizim” deyip gülüyor. ABD ya da Japonya’da yaşamak istiyor. “Yapay zekâ bu ülkelerde daha gelişmiş çünkü.” diyor.
Arda Kafalı, 12 yaşında
12 yaşındaki Arda Kafalı: Atom altı parçacıkları incelemek istiyorum. Belki madde yaratabiliriz.
Arda ile konuştuğumda Marmaris Turunç’ta üstün yetenekli çocuklar aile yaz kampındaydı. Kivinin DNA’sını açığa çıkarıp, gökyüzünü teleskopla izledikleri, aynı zamanda denize girip eğlendikleri bir kamp.
Üstün zekâlılara yönelik böyle onlarca aktivite merkezi var: Üstün Zekâlılar Enstitüsü, İTÜ Bilim Merkezi, Nesin Matematik köyü, Anadolu Üniversitesi Üstün Yetenekliler Eğitim Merkezi, Çocuk Vakfı Üstün Yetenekli Çocuklar Araştırma Merkezi, İnönü Çocuk Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi Çocuk Üniversitesi, Türkiye Üstün Yetenekli Çocuklar Vakfı, Üstün Yeteneklileri Destekleme Derneği, Türkiye Zekâ Vakfı, Bilim Merkezi ve bazı belediyelerde üstün yetenekler için destek programları… Araştırıp çocuğa en uygun olanı bulmak gerekiyor.
Arda IQ testi sayesinde kolejde burslu okumuş. Bu sene yeni bir koleje başlıyor. Büyüyünce kurumsal fizikçi olmak istiyor. “Atom altı parçacıkları incelemek istiyorum. Belki madde yaratabiliriz” diyor.
Annesinin anlattığına göre felsefe, mitoloji ve tarih konusunda çok derin bilgisi var. “Komünizmin eşitliğini, liberalizmin özgürlüğünü seviyorum.” diyor. Onun da çok yakın bir arkadaşı yok. En çok bilgisayar oyunu oynamayı seviyor. İnsanların onunla konuşurken gözlerine bakmamasına sinir oluyor. Sevdikleri ölmesin diye ölümsüzlük iksiri bulma planları yapıyor. Rol modeli Nobel ödüllü kurumsal fizikçi Richard Phillips Feynman.
Annesi Tülay Kafalı “Hepimiz çok büyük zorluk yaşadık” diyor. Yakın çevresinden bile eleştirildiği olmuş. “Peşinden koşturma, bu kadar uğraşma” demişler. İçgüdüleriyle çocuğuna yol çizmiş.
Arda erken konuşan, erken yürüyen üstün yeteneklilerden değil. Ama okuması erken olmuş. Üç yaşında okumaya başlamış. Beş yaşında ilk kez yuvada keşfedilmiş. Öğretmeni “Biz Arda’ya yetemiyoruz.” deyip aileyi IQ testi yapmaya yönlendirmiş. Bu testle bir özel okuldan burs almış. Okulda çok şanslıymış çünkü harika bir öğretmeni varmış; Nergis Işık. 54 yaşında. Devlet okulundan emekli, sevgi dolu örnek bir öğretmen.
Ona minnettarlar: “Ücretini cebinden ödeyip, pazar gününü feda edip bizimle özel bir kuruluş olan ‘Üstün Zekâlılar Enstitüsü’ eğitimlerine katıldı. Bu yıl başlayacağımız, Nergis öğretmenin de şu anda öğretmenlik yaptığı, eğitim ve öğretmen kalitesi daha yüksek olan okulun farkını bile kendi cebinden ödemek istedi. ‘Yeter ki çocuk ziyan olmasın.’ dedi.”
Sabır şart!
Nergis öğretmen bu mesleğe 38 yılını vermiş. Çocuklarla daha iyi iletişim kurmak için çizgi film izleyen, derste kuklalar hazırlayan, bilgisayar kursuna giden, hiperaktivite derslerine katılıp bu tip öğrencileri daha iyi anlamaya çalışan bir öğretmen. Nergis öğretmen Arda’nın ilk yıllarını anlatıyor:
“Arda çok yetenekli bir çocuktu ama aynı zamanda çok dalgındı ve asosyaldi. Ayakkabısının bağı çözülür bağlamazdı çünkü kitaba dalmıştı. Arkasına basar ya da ayağından çıkardı ayakkabı. Pantolonu belinden aşağı kayar toparlanmazdı. Dalgın, sakin, çok dağınıktı. Üstelik burslu bir çocuk, tüm gözler üzerindeydi. ‘Burslu ama daha ayakkabısını toplayamıyor’ deniliyordu. Kitap okurken bir şeye odaklanmışken, diğer şeyleri önemsemezdi. Yazmada çok büyük sıkıntısı vardı. Çok basit becerilerde, kendini ifade etmede, grup içinde güven duymada eksiklikleri vardı. Hiç kaygım olmadı. ‘Arda başarır’ dedim. Gerçekten çok büyük mücadeleler verdim. Ayakkabısını giyemeyen çocuk hep son noktayı koyup harika yorumlar yapıyordu. Sınıfla onu kaynaştırmak adına mücadele verdim. Burslu olduğu için yönetime ve diğer öğretmenlere karşı da korudum. Öğretmenler Arda’nın derste kitap okumasına karşıydı. Ama onun hem kitap okuyup hem de dersi dinleyebildiğini anlattım. İnsanlar itaatkâr, dersi dinleyen çocuk istiyor. Üçüncü sınıfta da düğüm çözüldü. Yazıda, kendini ifadede, sosyal ilişkilerde çok ileri seviyelere geldi. Sabırlı olmamız çok önemli.”
Arda, bilimsel anlamda okulun seviyesini de çok yükseltmiş. Diğer çocuklar bilgisinden, sorularından olumlu etkilenmişler.
Nergis öğretmen mesleğinin sırrını anlatıyor: “Hep söylüyorum, sınıf öğretmenliği 1, hekimlik 2, bu işleri gönül verenler yapmalı”
Öğretmen, özellikle ilk yıllarda Arda ve onun gibi üstün yetenekli çocuklar için çok önemli. Çünkü üstün yetenekli çocuklar için normal çocuklara hazırlanan müfredat çok yetersiz ve kafaları farklı çalışıyor. Bu durumda da öğretmenin anlayışlı ve özverili olması çok büyük önem taşıyor. Örneğin birçok üstün zekâlı gibi Arda da ders sırasında kitap okuyor. Yazı yazmaktan hiç hoşlanmıyor.
Arda okulla Balmumu Müzesine gitmiş. Rehber “Kanuni 46 yıl tahtta kaldı” derken Arda “43 yıl” demiş. İnatlaşmışlar. Arda haklı çıkmış. Sadece bilmek için öğreniyor. Aşırı meraklı. Öğrenmeye doymuyor. “Arda’dan çok şey öğrendim.” diyen çok öğretmen var. Öte yandan kafasına kitapla vuran da var.
Kitap okumak en büyük tutkusu. Yorganın altında fenerle kitap okuyan bir çocuk. Yolda giderken annesine en son anlattığı konu din felsefecisiyle teolog arasındaki fark.
Arda’nın annesi şanslı hissediyor ama çaresizliğe kapılıp ağladığı dönemler de olmuş. Bu yıl, arkadaşları eşyalarını sınıfın dışına atmışlar, çok yavaş toparlanıp bir türlü sınıfı terk etmediği için. Tülay’a göre hakkını savunamıyor, niye böyle yapıyorsunuz demiyor.
Arkadaşları farklılığını garipsese de Arda’ya saygı duyuyor. Katıldığı bir kursta “Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olur?” diye sormuşlar. Öğrencilerden biri Arda’yı alırdım demiş ve eklemiş: “O her şeyi biliyor.”
Arda, devlet kurumu olan BİLSEM kurslarına devam etmiş. Ancak annesi bu konuda biraz dertli: “Bilim Sanat Merkezleri çok verimli değil. Çocuk haftada en fazla altı saatlik derslerle ne yapabilir ki.” Tülay Kafalı “Devletten çok beklentim kalmadı.” diyor. “Yolumuza böyle devam edeceğiz. Ülkenin kaynakları bu. Çocuklar ziyan oluyorlar.”
Arda da yurt dışını istiyor. Tercihi ABD ya da İngiltere.
Emir Alp 10 yaşında – Aybike 5 yaşında
Emir Alp ve Aybike kardeşlere üstün zekalı oldukları söylenmemiş.
Emir Alp ve Aybike iki kardeş. İkisi de IQ testlerine göre üstün yetenekli. İkisine de bu testten ve sonuçlarından bahsedilmemiş.
Emir Alp’in matematik, Aybike’nin resim yeteneği ön planda.
Her ikisi de normal zamanda yürüyüp, normal zamanda konuşmuş ama bebekken neredeyse hiç uyumamışlar. Hâlâ da öyleler. Gece 3-4 kez uyanıp kitap okuyup, sabah da altıda uyanırlarmış. Anneleri Zehra Emre, “Bu çocuklar kolay şarj oluyorlar, makine farklı çalışıyor.” diyor.
Emir Alp konuştuğunda ilk kelimesi “Bu ne?” olmuş. Dört yaşında tüm padişahları sayıyormuş.
Emir Alp sadece üstün yeteneklilerin eğitim gördüğü bir kolejde dört yıl okuduktan sonra şimdi normal bir özel okula geçmiş. Çünkü ailesi Emir Alp’in normal müfredatta, normal sınıfta devam etmesini istemiş. “Hayat bu okul gibi değil” diyor Zehra. “Hayatta herkes üstün yetenekli değil.”
Emir Alp üstün yetenekli çocuklar özel okulunda zekâ ve yeteneği en çok geliştirdiği iddia edilen Renzulli sistemiyle eğitilmiş. Her çocuğa ayrı müfredat uygulanmış. Emir Alp İngilizce, Latince, Fransızca öğrenmiş. Proje dersi, satranç dersi, robotik dersi varmış. Yazmayı sevmiyor. Fantastik hikâyelerle bilim kurguyla ilgileniyor, çizimler yapıyor. Kendini ifadede zorluk çektiğini söylüyor annesi.
Hem giyinip hem konuşmayı bir türlü başaramıyor. Felsefe konuşuyor, bol bol ve ortalamanın üstünde bir hızla kitap okuyor. Plato’nun ‘Devlet’ kitabını, Sokrates’i, Montaigne’i hatmetmiş. Adalet, iyilik, kötülük, güç, coğrafya ile ilgileniyor. En çok istediği şey fantastik çocuk romanı yazarı Adam Blade ile tanışmak. Emir Alp’in de sosyal yaşamda arkadaş sorunu var. O da İngiltere ya da ABD’de yaşamak istiyor. “Son kitaplar ilk oralarda çıkıyor. Teknolojik aletler ve oyuncakların en iyisi ve en yenisi bu ülkelerde. Hem İngilizcem de gelişir.”
Konuştuğumuz anneler çocuk yetiştirirken yalnız kaldıklarından destek görmemekten şikâyetçi.
Zehra da yakın çevresinden “Abartmayın” kelimesini çok duymuş.
5 yaşında resim sergisi açtı
Aybike uzun saçları, pembeye olan düşkünlüğü, Barbie sevgisiyle tam yaşıtları gibi. Üç yaşında kreşe başladığında çok büyük sıkıntı yaşamışlar. Yalnızlaşmış. Aybike, başka hiçbir şey yapmadan sadece hayalindeki evi yapmak isterken, kreş öğretmeni sadece resim dersi saatinde diğer çocuklar gibi kırmızı çatılı, ağaçlı evler yapmasını istemiş. Herkes gibi olsun istemiş. Özel ihtiyaçlarına karşılık verememiş.
Bu çocukların en büyük sorunu da bu: Olduğu gibi kabul edilmemek.Eğitime evde devam etmişler. Bir yıl resme küsmüş. Sonra tekrar başlamış. Ve mahallede sergi açmış. “6-7 aylıkken kalem tutuyordu, bir yaşında çiçek çizmeye başladı. Şimdi soyut resimde çok iyi.” diye anlatıyor annesi. Siyah özel bir kâğıt üzerine dört yaşındayken yaptığı merdivenli soyut resmini gösteriyor: “Ben burada ağaca çıkmıştım merdivenle. Bunlar gökyüzü, bulutlar… Merdiven önce ağaca gidiyor, oradan bulutlara oradan da gökyüzüne…”
Aybike’nin bir tutkusu da yap-bozlar. Bir yaşından beri yap-boz yapıyor. İki yaşında 200’lü yap-boz yapıyormuş şimdi, 500’lükleri bitiriyor.
Çocuklarınızı 20 yıl sonra nerede görüyorsunuz diye soruyorum; “Emir Alp’in çok iyi bir programcı olacağını düşünüyorum, Aybike ise; sanırım görsel alanlarda akademisyen olarak çalışacak. Farklılıklarını korumalarını istiyorum.” diyor. “Aybike ve Emir Alp’e burada geleneksel bir toplumda geleneksel bir anlayışla, kendi çabamızla eğitim vermeye ve çocukların farklılıklarını korumaya çalışıyoruz. Burada; çocukların farklı olması değil; çalışkan olması önemli. Çok çalışıp, iyi okullar kazanıp mezun olmaları ve memur olmaları önemli. Bunun için sanırım bizi ileride yurt dışı bekliyor.”
Yalın Alpay, 34 yaşında
34 yaşındaki Yalın Alpay: 23 yaşımdan 29 yaşıma kadar 6 yıl bunalımdaydım
Geçmişte harika çocuk haberleriyle gazete manşetlerini süsleyen, 6 aylıkken yürüyüp, 2,5 yaşında okuyup yazabilen, üstün kapasitesiyle okula üçüncü sınıfta başlayan, hakkında doktora tezleri hazırlanan, IQ test sonucu 170′in üzerinde olan Yalın Alpay üstün zekâlı etiketinden çok çekmiş.
“23 yaşımdan 29 yaşıma kadar 6 yıl bunalımdaydım. Varoluşsal sıkıntım vardı. Herkes gibi ama uzun sürdü. Kendimi çok dâhi çok büyük, geri kalan her şeyi hiç olarak gördüğüm; benim söylediklerim önemli, onların söyledikleri önemsiz dediğim bir dönemdi. Şimdi böyle düşünmüyorum ve bu düşünceden kurtulur kurtulmaz çok mutlu oldum. Bunu şuna bağlıyorum; Ben çok küçükken keşfedildim. Hemen kamuya açıldım üstelik medya kanalları fazla yoktu. Ona rağmen yakın çevrem, öğretmenler, arkadaşlar herkes dâhi olduğumu biliyordu. ‘Madem ben bu kadar dâhiyim o zaman her şeyi benim yapmam lazım’ dedim. Bu sefer de çok başarılı olmama rağmen kendimi hep başarısız hissettim. 2003’te 23 yaşındayken İletişim Yayınları’ndan 25 sayfalık makalem yayınlandı örneğin. Utanmıştım kimseye söyleyemedim çünkü Oxford’dan çıkmasını bekliyordum makalenin. Sonra İstanbul Ekonomi’yi kazanmıştım. Benim için utançtı. Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde mastır yaptım. Yine utançtı. Niye Harvard’a Oxford’a gitmedim diye. Küçükken üstün zekâlı olduğumu bilmeseydim harika olurdu. Bu, kimsenin kaldıramayacağı bir yük.”
“Evlilik programlarından bile zevk alıyorum”
“2009′da sıradan olduğuma ve sıradanlığın mutluluk verici bir şey olduğuna bir gecede karar verdim. Kendime şu soruyu soruyordum: “Mutlu bir hayat mı, anlamlı bir hayat mı?” Anlamlı hayattan yana kullanıyordum tercihimi. Çünkü demek ki insan anlamsız bir hayattan korkuyor.
Anlamlı hayatı reddettiğim gün çok mutlu oldum. Hemen o gün başladı. 5 yıldır böyle devam ediyor. 2-3 yıldır hayatımda ilk kez televizyon izlemeye başladım. ‘Benim görevim var, zamanımı televizyonla harcayamam’ diye düşünüyordum. Oysa en temel sosyalleşme aracıdır. Şimdi evlilik programlarından bile zevk alıyorum. Herkes gibi olmanın, sıradanlığın keyfini sürüyorum.”
171 IQ’suyla, yaşadığı 6 yıllık kara dönemden sonra bu genç adam şimdi ne yapıyor? ABD’li ve Türk şirketler için finans analizi yapan Yalın Alpay yine üstün yeteneklerinden yararlandığı bir iş yapıyor. Kendi deyimiyle kimsenin tek başına yaptığına inanamayacağı, 30 kişinin işini tek başına yaptığı bir görev:”Şirketler için kitap ve rapor yazıyorum düzenli olarak. Finansal şirket değerlendirmesi ve karşılaştırmalı analiz yapıyorum.”
Yoğun iş hayatına sığdırdığı başka yetenekleri de var. Düşünce kuruluşu Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi TASAM’da danışmanlık, Radikal Gazetesi’nde kitap eleştirmenliği, Virgül ve Sabit Fikir dergilerinde yazarlık, Soyut Analiz Dergisi’nde editörlük… Aralarında Atatürk’ün Harbiye yıllarını anlattığı çizgi romanının da olduğu dört kitabı var. Artık en iyisi olmak ve dünyayı kurtarmak zorunda olmadığını bilen çok başarılı bir genç. Herkese tavsiyesi var: “Normal de olsan üstün yetenekli de olsan önemli olan kendinden memnun olmak. İnsanın üretebileceği en büyük sanat eseri kendisi…”
Çocuklara nasıl yaklaşmalı?
Dr. Bahar Eriş de gerekmedikçe çocuk mutsuz değilse ve sağlık sorunu yoksa IQ testi yaptırılmamasından ve sonucun çocuğa söylenmemesinden yana. IQ’su yüksek olsun olmasın, her çocuğa üstün potansiyeli varmış gibi davranılması gerektiğini söylüyor ve ailelerin yapması gerekenleri sıralıyor:
-Erken yaşta çocukla bol bol vakit geçirmek, oyunlar oynamak
-Karşılıksız ve koşulsuz sevgi vermek
-Disiplin vermek ve sınır belirlemek
-Bol bol kitap okumak
-Yeteneğini ortaya çıkarmak için müzelere, konserlere, tiyatroya, spor müsabakalarına götürmek, müzik dinletmek
-Yeteneği belli olduktan sonra çalışma disiplini kazanıp günde en az 3-4 saat çalışmasını sağlamak (Potansiyelin yeteneğe dönüşmesi için o konuda 10 bin saat çalışılması kuralı var)
-Öğretmenlerle işbirliği içinde olmak