Tire, bir zamanların en önemli yerleşim merkezlerinden biriydi. Bizans tarihçisi Pachmeres buraya “Keşişler Yöresi” demişti. Evliya Çelebi “Şehr-i Muazzam”ı uygun görmüştü. Kâtip Çelebi ise “Eski Taht Şehri”ni yakıştırmıştı. Aydın Vilayeti Salnamesi’nde Tire için “Ulemalar Yatağı” başlığı açılmıştı. Bu abartılmış bir başlık değildi. Çünkü 15’inci yüzyılda ünlü Osmanlı yönetici ve âlimlerinin çoğu bu topraklardan yetişmişti. İşte Hayrettin Paşa, işte Rum Mehmet Paşa, Sadrazam Lütfü Paşa, Lala Sinan Paşa…
Ünlü gezgin İbn-i Batuta’nın “Ahi Kenti” dediği Tire’de birçok egemenlik bir duraklamış, soluklanmış, eserini bırakıp bir sonraki egemenliğe teslim etmişti bu toprakları. İşte kanıtı: Hititliler, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Hellenler, Romalılar, Bizanslılar, Aydınoğulları, Osmanlılar, nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti.
Tire’nin önemini daha iyi kavrayabilmek için geçmişten birkaç not daha düşmek gerekir:
Bugün, “şirin küçük bir ilçe” diye tanımladığımız Tire’nin, ilkçağ Roma yönetimi sırasında “Küçük Menderes Senatörlüğü” olduğunu bilir miydiniz?..Veya Aydınoğulları zamanında koskoca bir “Sancak Merkezi”. Dahası, Tire darphanesinde Osmanlı hazinesi için mangır ve akçe kesildiğini… Tüm bunları bilseydiniz Tire’ye “küçük bir ilçe” yakıştırmasını yaparken biraz duraklardınız sanırım. Ben durakladım ve buraya “Cennet Tire” demeyi uygun gördüm. En çok bunu yakıştırdım.
Geçmişle ilgili bir not da şöyle: Timur, Ankara Savaşı’ndan sonra dinlenmek için Tire’yi seçmiş. Geçtiği her yeri yakıp yıkan ünlü hakan buranın bir taşına dahi dokunmamış. Şeyh Bedrettin, burayı üs tutmuş, ayaklanma planları burada yapılmış.
Gelelim bugüne. Tire, İzmir-Muğla yolu üstünde, biraz içeride. Selçuk’a gelmeden sapılıyor. Ödemiş istikametine doğru yaklaşık 40 kilometre gidiliyor. Güneye doğru yaptığım yolculuklarda mutlaka yoldan çıkıp, Tire’ye uğrarım. Bu kez de öyle yaptım. Hiç üşenmeden ilçenin 5 kilometre tepesindeki Kaplan Köyü’ne tırmanıp, Kaplan Restoran’ın Küçük Menderes Ovası’nı kuşbakışı gören bir masasına oturdum. Her zamanki gibi Lütfü ile dertleşip, eşi Hürmüz Hanım’ın bin bir çeşit otla yaptığı zeytinyağlıların yanında bir bardak rakı içerek soluklandım.
DAR SOKAKLAR, ULU ÇINARLAR
Tire’de anlatılacak o kadar çok şey var ki… Bunları bir sıraya sokmak gerek. Örneğin işe Eski Tire ile başlamak lazım. Tire’nin de eski sokakları görülmeye değer. Güre Dağları’na yaslanmış dar sokakları ulu çınar ağaçları, kavaklar, zeytinler, çamlar, dallarının altına gizlemiş. Sokaklar ve evler kadar eski olan bu ağaçlar, asırlar boyu gölgelerini buralardan hiç eksik etmemişler. Laf buraya gelmişken Evliya Çelebi’den konuyla ilgili bir not düşmekte fayda var: “Burada gayet güzel aşlama kestane, cevizler vardır. Çam, çınar ve kavak ağaçlarıyla süslüdür. Bir ağaca çınar ağacı dersen adamı öldürürler. Çünkü onlar çınara salkımlı sarıkavak derler…”
Tire’nin baharda daha da doyumsuz olduğuna bir kez daha şahit oldum. Oraya gittiğimde papatyalar tepeleri kaplamıştı. Uzaktan bakınca, ağaçların altına kar yağmış diye yemin edebilirdim. Meyve ağaçları da dallarını renk renk çiçeklerle süslemişlerdi. Yani doğa insanı tahrik etmek için varını yoğunu ortaya dökmüştü. Yarı belime kadar uzamış papatyaların arasına uzanıp, 10-15 dakikalığına da olsa bu dünyadan uzaklaştım.
Papatyalarla vedalaşıp, ortaya doğru meyilli, parke taşlı sokaklarda gezinip durdum. Osmanlı kaynaklarına göre bu daracık sokaklarda Rumlar, Yahudiler, Acemler, Müslümanlar kavgasız, dövüşsüz yan yana yaşayıp gitmişler. Bunun kanıtı olan kiliseler, havralar, camiler hâlâ durmakta. Bu inanış birlikteliğinin içine Ahiliği, Bektaşiliği de katmak gerek. Bu inanışların simgeleri olan Balım Sultan ve Ali Baba türbeleri, hâlâ insanların koşup sığındıkları, tanrıya avuç açtıkları mekânlar olmayı sürdürüyor.
CAMİLERİ GÖRÜLMELİ
Tire’ye gidince camileri görmeden sakın dönmeyin. Büyük çoğunluğu 15’inci yüzyıla ait olan camilerin gerek kubbelerinde, gerekse minarelerinde tuğla işçiliğinin en güzel örneklerini görebilirsiniz. Bu minarelerin kimi zencirek formuyla, kimi kırık yivleme ile, kimi çam kozalağı tipi ile yapılmış.
Eski Tire’nin daracık sokakları ayrıca “kaybolan el sanatları” müzesi gibi. Bu kadarlık yaşamımda bazı eşyaların nasıl yapıldığına ilk kez Tire’de şahit oldum. Örneğin semerin, urganın, keçenin, yuların, hasırın, hamam nalınının yapılışını son ustalarını izleyerek, onlara sorular sorarak öğrendim.
Tire’nin yeni bölümü için yazılacak pek bir şey yok. Temiz sokaklar, modern aprtmanlar, aydınlık insanlar. Eğer “Cennet Tire”ye giderseniz kalacak temiz-pak bir otel var.
Sizlere iyi yolculuklar diliyorum.
TİRE PAZARI OT CENNETİ
Tire’yi anlatırken cuma ve salı günleri kurulan Tire Pazarı’ndan bahsetmemek olmaz. Dualarla başlayan pazarda ne ararsan var. Hem de öylesine ucuz ki, insanın bu fiyatlara inanası gelmiyor. Hele köylü kadınların sattıkları çeşit çeşit otlar öylesine iştah açıcı ki insan almadan edemiyor. Ben şahsen 4-5 çeşit ot aldım ve satıcı kadınlardan bunları nasıl pişireceğimi öğrendim.
Hürriyet