Bir Gizemli Ülke: El-Mağrib

Turizm&Seyahat
Hazırlayan: Betül Bozdoğan Modernizmin ürettiği, küreselliğin yaygınlaştırdığı tek tiplilik bir kabus gibi tüm dünya ülkelerini sararken, toprağın kültürünü de yok ediyor. Nereye giderseniz gidin hep ...
EMOJİLE

Hazırlayan: Betül Bozdoğan

Modernizmin ürettiği, küreselliğin yaygınlaştırdığı tek tiplilik bir kabus gibi tüm dünya ülkelerini sararken, toprağın kültürünü de yok ediyor. Nereye giderseniz gidin hep kot pantolonlu, yazılı-çizili tişörtlü adamlar görmek, Mc-Donalds’lardan yemek, aynı mimari çizgileri gözlemlemek, aynı eğlence kültürü ile karşılaşmak insanı seyahatten soğuturken tam da “hala gezip görebileceğimiz bir yerler varmış” dedirtiyor El-Mağrib. Bence bir toplumu tanımanın en kestirme yolarından bir tanesi bir düğün ya da herhangi bir törene şahitlik etmektir. Fas seyahatim tam da bu noktadan hareketle şekillenmeye başladı. Faslı bir aile dostumuzun düğün davetini reddetmek olmazdı ve bu durum benim için bir fırsata dönüşmüştü bile. Faslıların ‘aruz’ ismini verdikleri düğün törenlerinden bahsetmeden önce Kazablanka ve Marakeş hakkında yazmak istiyorum.

Osmanlıların sınırlarına dahil olamamış, İspanya’nın karşı yakasında, Atlas okyanusunun kıyı ülkesi Mağrib, enternasyonal dilde Maroc ya da Morocco olarak anılıyor. Faslı erkeklerin kullandığı feslerden dolayı ‘en uzak batı ülkesi’ anlamına gelen Mağrib’i bizler Fas diyerek tanımlamışız. Bir başka rivayet ise El-Mağrib’teki Fas şehrinden esinlenmiş olmamızdır. Fas yakın tarihte ağırlıklı olarak Fransızların sömürgesi olmuş. İspanyollar ise daha az coğrafi bir bölgede halen egemenliklerini daha doğrusu işgallerini sürdürüyorlar. Öyle ki; Fas’ın İspanya karşı kıyısındaki Septe ve Melilla hala İspanyolların işgali altında. Harika iklimi ve doğası olan bu şehirlere Faslılar vize ile ancak giriş yapabiliyorlar.

Fas cumhuriyet ve krallıkla yönetiliyor. Halk kendilerine yönetim şekli olarak İngiltere’yi örnek aldıklarını söylüyorlar.

Kazablanka’nın havaalanı olan 5.Muhammed’e inip, şehir merkezine doğru yola çıktığımızda gişelerde gördüğüm manzaraya karşın söylenmeye başlamıştım. Ülkeye daha yeni girmişken duygu dünyamda gıptayla karışık bir sempati kazanmıştı bu şehir. Gişe de başörtüsüyle görev yapan “bir kadın” görmek ilginçti. Yanımda bulunan Faslı bayan, Arap ülkeleri arasında kadına en fazla özgürlük tanıyan ve şekille uğraşmayan nadir ülkelerden biri olarak tanıttı vatanını. Türkiye olarak biz de kadını iş hayatının içine çekmek için çok uğraştık ama belli kalıplara sokarak. Otoban gişesinde yaşadığım şaşkınlık iki açıdan beni düşündürüyordu. Birincisi Arap ülkesinde kadının çalışması, ikincisi ise başörtülü kadının kamu alanında hizmet vermesi. Ayrıca ülkemizde yaşatılan kutuplaşma ve gerginlik Kazablanka’daki açık-kapalı çalışanlar arasında tanımlanmış bir algı oluşturmuyordu. Herkes işine bakıyor, iş kalitesi, donanımı ve performansı önem taşıyordu.

DOĞASI MUHTEŞEM BİR ŞEHİR

Kazablanka Fas’ın ekonomik başkenti olarak geçer. Akdeniz iklimi etkisinde, doğası muhteşem bir şehir. Özellikle de okyanusun haşin dalgalarını seyreylerken başka alemler de kayboluyorsunuz. Okyanusun haşin dalgalarından dolayı yüzmek isteyenler için kıyı paralelinde sıra sıra havuzlar yapılmış. Yani can güvenliğini düşünenler deniz kenarında havuzları tercih ediyorlar. Ayrıca okyanus kıyısında naneli çay ya da tropikal meyve sularını yudumlamak için ‘Korniş’ denilen sahil şeridinde gayet modern dizaynlı herhangi bir çay bahçesine uğranılabilir. Korniş’in bir başlangıcında bir de sonuna doğru iki tane Mc Donalds dikkatinizi çekiyor. Dünyanın en güzel yerlerini keşfedip nasıl da konduruyorlar lokantalarını. Eğer bir gün buzullara gidersem ve fast food zincirinden bir halka görürsem hiç şaşırmayacağım.

Sahildeki en çarpıcı yapı ise 2. Hasan Camii. Deniz kıyısı doldurularak camii temellendirilmiş. Okyanusu süsleyen güzel bir eser Hasan Camii. İslam ülkelerinde Kabe’den sonra ikinci büyük mabed olduğu biliniyor. Üstü açılabilen bir yapı. Mimarının Fransız olduğunu söylüyorlar. Şehirde tarihi ve kültürel figürler taşıyan sembolik bir yapı olmadığı için yakın zamanda inşa edilmiş. İnsanların Kazablanka denildiğinde aklına gelecek yapının bir cami olmasını istemişler. Camiye ziyaretimi bir Cuma vakti yapmıştım. Akın akın insan seli camiye geliyor, yine de cami bir türlü dolmuyordu. Namaz sonrası bir İspanyol, iki Fransız tekbirlerle şehadet getirdi. Kadınlar bölümünde gözyaşı dökmeyen yoktu. Bu çok etkileyici idi.

Kazablanka da dikkatimi çeken bir başka yerleşim yeri ise Suud kralının yazlığı idi. Ayrıca şehrin sosyetesinin de bulunduğu semt kadar ihtişamlı bir görüntü şimdiye kadar görmedim. Binaların gösterişi kadar bahçe düzenlemeleri ve nakış gibi işlenmiş bitkiler de görülmeye değerdi. Bu bir beğeni ifadesi değil aslında. Çünkü bu kadar batı tipi bahçe düzenlemesi taklidini ilk defa görüyordum. Bir şaşkınlık ifadesi diyelim. Batılıların kent düzenini kopyalamaya çalışmak sadece bizim marifetimiz değil. Üstelik tabiata da hükmettiklerinin ve onun da kontrolünün kendilerinde olduğunu göstermek ister gibi ağaçları da şekillendirip, istedikleri yere istedikleri adette yerleştiriyorlar. Batı stili kent düzenlemesinin dışında yerli Kazablanka “eski şehir’de” gizli. Dar sokakları, çarşısı, salyangoz satıcıları ile Eski Şehir, eski dili konuşuyordu.

KÜLTÜREL BAŞKENT MARAKEŞ

Fas’ın bir başka güzide kenti ise Marakeş. Kültürel başkent Marakeş’e gittiğinizde kültürel etkinlikler, tarihi mekanlar sizi bekliyor olacak. Sıcak ama harika bir şehir. Sarayı, büyük çarşısı, Kutubiye Cami’si ve Djemaa el Fna isimli büyük gösteri alanı insana başka kültürü tanımanın keyfini yaşatıyor. Burada dikkatimi çeken başka bir yer oldu. Tropikal bitkilerin her çeşidinden getirilerek hazırlanmış kocaman bir bahçe düşünün. Şimdilerde müze olarak ziyaretçilere açık olan alan, zamanında hasta bir Fransız bürokratın tedavi mekanı imiş. Hastalığına deva arayan Fransız bürokrat, Marakeş’e gelip bu koca bahçeyi hazırlatıyor ve küçük bir ev ile tamamlayıp, hayatını orada sürdürüyor. Marakeş’in havası ve suyu ile iyileşen bürokrat daha sonra ülkesine dönüyor ve yaşadığı yeri halka hediye ediyor. Müzede her çeşit kaktüs, palmiye, kırmos ya da daha ismini bilmediğim sayısız tropikal bitki çeşidi var.

Quarzazate, Marakeş’e çok yakın bir şehir. Sahra görmek, kum deryasında yürümek isteyenler o şehre gidiyorlardı ancak çok istememe rağmen kısmet olmadı. Gidemedim.

Fas’ta katıldığım düğün bana çok şey düşündürdü. Ülkemizde reddettiğimiz ama yerine de bir şey koyamadığımız eğlence kültürü sıkıcı düğün ve kına geceleri yaşatırken, Fas’ta tam aksi akşam sekiz sabah dörde kadar süren ve sürekli aktivitelerle, göz doldurucu ihtişamı ve oyunlarıyla unutulması güç özel günleri hediye ediyor. Geleneksel kıyafetler, oyunlar, türküler ve adetler benim için görülmeye değerdi.
 

Mağrib insanı Türkleri seviyor. Kınada bir bayan yanıma yaklaşıp “gardaş, gardaş” diyerek beni öyle bir kucakladı ki şaşırmamak elde değil. Herhalde Türkçe bir kelime öğrenmiş bunu da bir Türk görünce paylaşmak istedi diye düşündüm. Ancak yanıldığımı birkaç güne kadar anladım. Faslılar bir Türk gördüklerinde, Türkçe bir sözle jest yapmak istediklerinde “gardaş” diyor, böylece yakınlık ve samimiyet bu sözle kendine ifade buluyordu.

ESKİ BİR FRANSIZ SÖMÜRGESİ 

Fas’ta dikkatimi çeken bir başka unsur ise insanların birkaç yabancı dili gayet iyi konuşuyor olmalarıydı. Eski Fransız sömürgesi olarak Fransızca biliyorlar ve İngilizceyi de günlük hayatı götürecek kadar konuşabiliyorlardı. On beş yaşındaki genç kızla da, altmış yaşındaki bir ev hanımıyla da üç-beş sohbet edebiliyorduk. En azından evli mi, bekar mı? Ya da kaç yaşında olduğumuzu veya çocuğumuzun olup olmadığını Tarzanca değil de medeni insanlar gibi konuşarak anlaşabiliyorduk.
Fas’ta evlerin içleri nasıl dekore edilmişti? Bundan bahsedeyim. Mağripliler modern yaşam tarzını beğeniyorlar, bundan hoşlanıyor ancak gelenekten de taviz vermiyorlardı. Gördüğüm evler de salonlar birkaç oturma grubundan oluşuyordu. Bir taraf Fas tarzı oturma grubu, halısı, aksesuarları ve tarihi aksettiren tablolarıyla döşenmişken, diğer taraf daha şatafatlı Arap tarzı varak süslemeli koltuk grubu ile ve kristallerle zenginleştirilmiş bir bölüm oluşturuyordu. Salonu büyük olanlar bir de Avrupai tarzı ekleyiveriyorlar.

Yemek kültürü ve içeceklerinden de bahsetmek gerekirse, Arapların ete olan düşkünlükleri burada da bariz bir şekilde karşıma çıktı. Ancak burada dikkatimi çeken pilav ve eti kuru meyvelerle süslemeleri oldu. Kuru kayısı, kuru incir ya da kuru erik farklı aşamalardan geçerek etlerin üzerine serpiştirilmiş şekilde sunuluyordu. Ayrıca tropikal meyvelerden(ananas, kırmos, naranciye, avakado vs.) sıkılmış meyve suları ise Fas’ın sokaklarında sıkça görebileceğiniz bir lezzet şölenidir. Fas’ta naneli çay ise ince uzun bardaklarda içilen, bardağa konulurken seramonisi olan bir fenomendir. Bizim bildiğimiz çay oralarda İngiliz çayı olarak biliniyor.

Yazının birçok yerinde vurguladığım “geleneksel” vurgusu gerçek. Gelenekseline sahip çıkan ve dini duyarlılıklarını da göz ardı etmeyen bir ülke Fas. Caddelerinde, çarşısında mutlaka bir yerlerden bir Kur’an sesi duyuyorsunuz. Ancak insanının konuşmalarında, tabelalarda görülen dilin yabancılığında sömürge olmuş bir ülke olduğu için hala bir Fransız hayranlığı kokusu da alınmıyor değil. Bazı konularda asimile olmuşlarsa da bu üzerlerindeki ölü toprağını silkelemeye engel değil.