Bartın’a bir şans verin, çok seveceksiniz

Turizm&Seyahat
“Tatile, Bartın’a gidiyorum…” Siz dostlarınızdan bu cümleyi kaç kez duydunuz bilmiyorum ama ben hiç duymadım. Tatilciler Batı Karadeniz sahillerindeki Amasra’ya giderken ...
EMOJİLE

“Tatile, Bartın’a gidiyorum…” Siz dostlarınızdan bu cümleyi kaç kez duydunuz bilmiyorum ama ben hiç duymadım. Tatilciler Batı Karadeniz sahillerindeki Amasra’ya giderken nedense bu ilçenin bağlı olduğu Bartın’ı hızla geçiyor. Sadece mola için zaman ayırıyor. Aslında çok daha fazlasını hak ediyor Bartın. Çünkü, huzur dolu sokaklarda Safranbolu misali ahşap Osmanlı konaklarının sefasını sürebileceğiniz güzel bir şehir.

CADDELERİ YAYA DOSTU, TARİHİ KONAKLARI GÜLLER GÜZELLEŞTİRİYOR

Bartın, 47 bin nüfuslu küçük bir yerleşim. Gezmek istediğiniz yerlere kolayca ulaşabilirsiniz. Şehir merkezinin büyük kısmı trafiğe kapalı, yayalara açık yürüme yollarından oluşuyor. Bu durum da herhangi bir trafik kazasına maruz kalmadan kentteki en ünlü eserlerden 20’nci yüzyıl başlarında yapılmış gösterişli Karakaşoğlu Hacı Arif Kaptan Şadırvanı’nın tadını çıkarmanıza yardımcı oluyor. Eğer bu tür eserlerden hoşlanıyorsanız ana cadde boyunca sık durup soluklanacaksınız demektir, çünkü yürüyüşünüz boyunca 19’uncu yüzyıl sonları ve 20’nci yüzyıl başlarında yapılmış birçok bina size eşlik edecek. Bunlardan biri harika bir taş binada bulunan belediye, bir diğeri de yeşilliğiyle sizi şaşırtacak eski bir han.

Sadece eski evlerini görmek için bile Bartın’a zaman ayırdığınıza ve mola verdiğinize değer. En güzellerinden biri Amasra’ya giderken yolda çıkacak karşınıza, etnografya müzesi olarak kullanılan bina ne yazık ki çoğu zaman kapalı. Evlerin sadece birkaçı Safranbolu tarzı yapılmış olan yarı ahşap konak, çoğu ise tamamen ahşap, diğer Karadeniz kentlerinde örneklerine sıkça rastlayacağınız türden. Kaçınılmaz son onların da başına gelmiş, terkedilmişler ve çürüyüp dökülmeye başlamışlar. Sadece birkaçında yaşam sürüyor. Yazın balkonlarına tırmanan güller sayesinde daha da bir güzel görünüyorlar. Merkezde bulunan evlerden bazıları ise Tarsus ve Eskişehir’dekiler gibi boyanıp canlandırılmış. Şu anda kendilerine verilecek yeni yaşam şeklini bekliyorlar.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN

Samancıoğlu’nun örnek Etnoğrafya Müzesi Hacı Arif Kaptan’ın avizeli şadırvanı

* Kemal Samancıoğlu Etnografya Müzesi: Eski belediye başkanlarından Kemal Samancıoğlu evini, koleksiyonunu bağışlayıp kente müze yapılması için halka çağrıda bulunmuş. Müze koleksiyonu bağışlarla genişlemiş, bugün 700’den fazla eser bulunuyor. Günlük yaşam mankenlerle canlandırılmış. Yörenin yaşam tarzı ve geleneklerine ilgi duyanlara önerilir.

* Höyük, tümülüs, nekropol: Kentten geçen uygarlıklar mimari eserleriyle ihya etmiş Bartın’ı. Bir kısmı onarılarak günümüze kadar ulaşmış, bir kısmı ise ne yazık ki hak ettiği ilgiyi görememiş, ümitle sırasını bekliyor. Antik çağlardan kalan Çeştepe Höyüğü, Manastırtepe Tümülüs ve Nekropolü harap halde olsalar da gerçek tarih meraklılarını kendine çekiyor. Öne çıkan diğer eserler arasında özellikle dini günlerde akına uğrayan ve Hz. Muhammed’in sancaktarı anısına yaptırılan Ebu Derda Türbesi başta geliyor. Bugün ticari amaçlarla kullanılsalar da mimari özellikleri incelemeye değer. Taşhan ve Dervişoğlu Hanı da (nam-ı diğer Okurhan) görülebilir.

* Aya Nikolas Kilisesi: 1319’da yapılan kilise 1995’te restorasyondan geçirilip kültür evine dönüştürülmüş.

* Hacı Arif Kaptan Şadırvanı: 1912’de milli mücadele kahramanı, Bartın Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından Hacı Arif Bey tarafından yaptırılmış. Sekiz mermer sütun üzerine oturtulan ve kubbesinden bir avizenin sarkıtıldığı şadırvan belediye binası ile birlikte geceleri aydınlatılıyor, görüntü tek kelimeyle olağanüstü.

* Kemerköprü: 1872’de Kozançayı üzerine yaptırılan köprü, sağlam üç ayağı ve iki kemeriyle bugüne kadar dimdik ayakta kalmış. Sağlamlığını harcına katılan yumurta akına bağlıyor yöre halkı.

* Küre Dağları Milli Parkı: 2000 yılında Milli Park ilan edilen 37 bin hektarlık bölge Kastamonu’nun kuzey batı, Bartın’ın ise doğu bölümünde. Sahip olduğu zengin bitki örtüsünün yanı sıra doğa yürüşleri, tırmanma ve kültür turları da burayı çekici kılan özellikleri arasında. Ne yazık ki park içinde konaklama imkanı yok, yakın köylerdeki küçük pansiyonları denemeniz gerekecek. Nadir bulunan ya da nesli tükenmekte olan hayvan ve bitkilerin olduğu alanlar WWF (Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı) tarafından “sıcak nokta” olarak isimlendiriliyor. Küre Dağları Milli Parkı dünyadaki 100, ülkemizdeki 9 sıcak noktadan biri.

MUHTEŞEM SU KIYISINDAKİ ON İKİ DİVAN NAHİYESİ

Bartın adını antik çağlarda almış; Yunan mitolojisindeki Sular Tanrısı Parthenia adını buradaki nehre vermiş, “Muhteşem Akan Su” anlamındaki Parthenios Nehri kıyısına kurulan şehir bu isimle anılmaya başlanmış. Bartın’ın kaderini ilk çağlardan itibaren doğası belirlemeye başlamış ve “Parthenia” adı zaman içinde “Bartın”a dönüşmüş. Tarihi çok eskilere, MÖ 14’üncü yüzyıla dayanmakta. 13’üncü yüzyıldan itibaren şehre Hitit uygarlığı damgasını vurmuş. Birçok medeniyet gelip geçmiş. Perslerin 200 yıllık hakimiyetine Makedonya Kralı Büyük İskender MÖ 334’te son vermiş. Amasra ve Bartın uzun yıllar süren kanlı savaşların ardından MÖ 279’da Pontus Krallığı’nın sınırlarına dahil edilmiş. MÖ 70 yılında ise Romalılar almış Bartın’ı ama Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle şehir yine el değiştirmiş. Bizans tarafında kalmış. Türkler 1084’ten itibaren Bartın ve Amasra sahnesinde görülmeye başlamış. 1392’de Osmanlı’ya katılan şehir, daha sonraki yıllarda ticaret potansiyeli sayesinde yerleşim alanı olmaktan çok bölgenin pazarı haline gelmiş ve 12 Divan adıyla anılmış (Nahiye-i 12 Divan). Kısaca bir çok medeniyetin geçiş noktası olmuş Bartın, belki de bu yüzden yörede, birbirlerini etkileyip kaynaşmalarına rağmen özünü yitirmemiş Oğuz, Türkmen ve Kıpçak lehçelerine rastlamak hâlâ mümkün.

GELENEK VE GÖRENEKLER

* Tel Kırma ya da Bartın İşi: Kimi kaynaklar 19’uncu yüzyıl, kimileri 17’nci yüzyıldan günümüze ulaştığını anlatsa da tarihi hakkında kesin bir bilgi yok. Bugüne kadar ulaşan el sanatı, altın ya da gümüş ipliklerle tül gibi seyrek dokunmuş kumaşlara çeşitli motifler işleyerek yöre kadınının duygularını ifade etme şekli de aynı zamanda. Adını, yapanın teli el ile kırarak koparmasından almış. İşlendiği yere kattığı güzellik ve zarafetse yıllar boyu onu hep gündemde tutmuş. Eskiden kızlar çeyizlerine işlermiş. Zaman içinde unutulmaya başlanmış ancak otantik sanatların yeniden gündeme gelmesiyle tel kırma sadece ev tekstilinde kullanılmamış günümüzde değeri anlaşıldığında ise şal, gece çantası ve elbise aksesuarlarını da süsler olmuş.

* Düğünler: Geçmişte düğünler yedi gün sürermiş. Cumartesi günü damat evinden bir tepsi helvanın gönderilmesiyle başlar, kız evindeki “helva kesme töreni” ile eğlenceler pazartesine kadar sürermiş. Salı öğleden sonra damat ve akrabalarının kız evinden “yük alma” töreni, aynı akşam “oğlan kınası” yapılırmış. Çarşamba gelinin “yatak düzeltme” günü, akşamı “kız kınası” günüymüş. “Hak alma günü” olan perşembe gelinlikler içindeki kız düğün alayıyla damat evine taşınır, düğünden sonraki cuma ise “duvak günü” olarak anılırmış. Günümüzde sadeleşmekle birlikte törenler geçmişin izini taşıyor.

* Yöre mutfağı: “Araştırmalara göre 100’den fazla yemeğimiz var” diyor Bartınlılar. Mutfaklarının zenginliği onları gururlandırsa da değişen hayat koşulları ve ekonomik zorluklarla beraber yöresel yemekler halkın sofrasında daha az yer alır olmuş. Hamur işi, sebze ve balık yöre mutfağının temel taşları. Pirinçli mantı, pumpum çorbası, kabak burması, gartlaç, kırtıl, halışka, çiğ börek, çöven ekmeği en bilinen ve sevilen yemekler.

Haydin uşaklar, geçmişin mirasını koruma zamanıdır

Doğanın, tarihsel zenginliğin, yitirilen kişilikli yapıların bilincinde olan Bartınlıların ortak bir endişesi var artık: Hırpalanmış, sıradanlaşmış, örselenmiş görkemli doğa ve kentsel dokunun bir an önce kurtarılması, gerçek kimliğine kavuşması. Komşularıyla Tarihi Kentler Birliği’nin çatısı altında buluşan Bartın ortak kültürel mirasın korunması için harekete geçti.
Gezgin, doğanın görkemli kervanına katılıp sırt çantasında yüzyılları ve düşleri taşıyan biri mi? Yoksa, esrik yüreği onu nereye çağırırsa yollara düşen biri mi?
İlle de tanımlamaya ne gerek var; çeşitli coğrafyalarda kanat çırpan bir göçmen kuşu zaten o. Bahtına ne çıkarsa! Merak ve rastlantılar onun besin kaynağı…
Baharın kapımızı çalmaya hazırlandığı günlerden birinde İstanbul, Adapazarı, Bolu ve Devrek üzerinden “dost bir deniz”e doğru yolculuk yapıyoruz: Sanat tarihçileri, arkeologlar, araştırmacılar, mimarlar, restoratör ve yazarların yer aldığı ÇEKÜL gönüllüleriyle birlikte. Her birimizin kendine göre sırt çantası var; tabii ki ev ödevleri de! Ama serüvenci yüreğimiz, düşlerimiz ve damak tadı da aynı çantada…

IRMAK KIYISINDA ÜNLÜ SARAYLAR SIRALANMIŞTI

Helence, Pontos Euxeinos yani hırçın Karadeniz’in kıyısında dört bin yıl öncesinden beri varolan Bartın, denize açılan ırmağı ve vazgeçilmez limanı olan Amasra ile bir bütün; yazlığı da diyebilirsiniz Amasra için. İki yerleşim arası 15-16 kilometrelik bir yol zaten. Oysa, bölgenin tarihsel derinliği sonsuz! Bu ara yol üzerindeki bir tanığı da atlamayın sakın: Amasra’ya 4-5 kilometre kala, Roma Çağı “Kuş Kayası” anıtını. “Ulusların barış ve dostluğu anısına İmparator Germanicus’un yüceliği adına Pontus Valisi G.J. Aquilla yaptırdı…” Biraz da bilgiçlik adına bir ek: Tanrıça Athena’nın yıkandığı, Parthenios Irmağı’nın kıvrıla kıvrıla gelip karanlık denizlere döküldüğü bir coğrafya burası. Bilge Homeros’a göre, Partheniosı’un kıyısı çiçekler içindeki ünlü saraylarla çevriliydi.
Bu açıklama yeterli değilse, MÖ 64-63’lerde Amaseia’da (Amasya) doğan “Coğrafya” kitabının yazarı Strabon’u tanık gösterebiliriz: “Benim kentim, içinden İris Nehri’nin aktığı geniş ve derin bir vadide kurulmuştur. İnsan emeği ve doğa buraya hem kent hem de kale karakterini olağanüstü bir şekilde sağlamıştır… Bu alan içinde kralların hem sarayları hem de mezarları bulunur.”

STRABON’UN ÖVGÜSÜ

Bir gezgin için ne çok şey var, geçmişin olağanüstü dağarcığında: Strabon, “İnsanoğlunun emeği ve doğanın yarattığı kent karekteri”nden söz ediyor; sanki günümüzden!.. Evet, büyük bir birliktelik bu. “Geçmiş, önsöz”müş meğer! Tabii ki görebilen ve anlayana! Doğa ise başlı başına bir hatırlatıcı. Hep uyarıyor bizi…

Karadeniz’in kendine özgü karanlık mavisi ve derinliği çam ormanını kuşatmış sanki. Doğa uyanıyor. Ne garip, otobüsün penceresinden görebildiğim kadarıyla aykırı hiçbir şey yok doğada. Boşuna dememişler: “Kiraz çiçek açıyor aykırı dal üstünde” bile…
Bir gezgin için dereler, çaylar, ırmaklar, anıtsal kayalar, ulu ağaçlar ve çiçeğine durmuş meyve ağaçları arasından akıp gitmek ne hoş: Her biri doğanın kilometre taşları. Ama, her güzelliğin bir de karabasanı var! “Prematüre beton imparatorluğu” bu düşün içine yerleşivermiş. Üstelik çağdaş kent ve mahalleler adına.. Ne görkemli yeşil sular ne de Bartın Irmağı’nda yıkanan efsaneler onların umurunda. “Akçe İmparatoru” yazar kasasıyla her bir yerde işbaşında. Kutsallık adına bile olur olmaz yere bina dikenler bile ne geleneksel mimariden ne de doğadan haberli. Mimar Sinan’ın ömrünün 400 yılcık daha uzun olmasını dilerdim; bu mucidlere bir çare düşünürdü elbet! Unutmayalım; bir gezgin aynı zamanda, birbirinin tıpkısı büyük kent kaçkınıdır…

TARİHÇİ NİKETAS, BARTIN’A “DÜNYANIN GÖZÜ” İSMİNİ TAKMIŞTI

Dört mevsimi yağış alan ve Karadeniz kıyısından 10 kilometre içerideki bu coğrafyanın en çekici yanı kuşkusuz, Bartın Irmağı. Döne dolaşa akan dingin bir ırmağı ve onu çevreleyen kavak, servi, çam ve meyve ağaçlarını düşleyin bir an. Bir de yankılanan türküyü: “Su akar akarina / Yar keser makarina / Ha gız alurum seni / Gelursa çıkarina.” Yani, müdanası yok! Daha işin başında “Canın isterse” diyor Temel. Bu kıyıların türkülere yansıyan güleç yüzü de bir gezgin için, kuşkusuz ayrı bir keyif.
Bir zamanlar, Bizanslı tarihçi Niketas Haniates’in “Dünyanın gözü” olarak adlandırdığı Bartın’ın ırmak kıyısı tam bir yürüme yolu… Hıdırellez eğlencelerinin yapıldığı Yirmibeşkuyu, Yalı mevki, Gölbucağı ve gulet tipi teknelerin, takaların yapıldığı Tersane mevkii eski Bartın’dan izler taşıyor… Bartın Belediyesi’nce bastırılmış, siyah-beyaz fotoğraflardan oluşan “Çetin Asma ile Tarihe yolculuk” kitabı, doğa ve kendi tarihi ile barışmak isteyen Bartınlıların görsel tanığı. Fotoğraflar Anadolu coğrafyasında, her eski kentin yeniden kimlik arayışı için bulunmaz bir belge: Köşkler, konaklar, evler, ustalıkla yapılmış ahşap köprüler, tersanelerden suya indirilen tekneler, oyun ve eğlence alanları… Çocukluğumuzun sevinci bu kez Bartın’da Otman’ın 1935’te kurduğu Halkevi Bandosu, izciler ve yüzlerindeki umut, o dönemin “yerel devlet ricali”de fotoğraf karelerinde.. 1897, 1910’lar ve boylu boyunca Cumhuriyet Türkiyesi’ndeki umut. Her sınıf ve her boydan fotoğraflar…

CENEVOLILAR VE GÜN BATIMI

Bartın ve Amasra iki ortak aslında. Ortaklığın da ötesinde biri çınarın gövdesi, öteki dalları. Her iki yerleşimin korumadaki önceliği ve verilecek işlevler tartışması limanda sürerken, iskemleyi çekip Karadeniz’in buruk çayıyla düşlerde gezintiye çıktım: Sırt sırta iki liman ve bu limanı Sormagir ile Boztepe/Zindan mahallesini birbirine bağlayan kemerli taş köprü. Kalede Cenova’lılar ve onların mermere kazınmış armaları ve mozaik zeminli kilise. Ara sokakların birinde ise çizmeler içine dikilmiş çiçekler… Ve üstüne üstlük, düşlerinizle sarmaş dolaşken açık denize açılan anıtsal kayaların arasındaki görkemli günbatımına takılı kalakaldığınızda; neyi dillendirebilirdiniz artık? Durdurulmuş olsa da, tanımı bile aykırı kaçan ve yırtılmış vadideki “Termik Santral”ı gelin de kabullenin! O zaman bir sorumuz var: Hangi gelecek?

KOYLARI, YAYLALARI İHMAL ETMEYİN

Amasra’da İnkumu, Çakraz, Kızılkum, Mogada, Güzelcehisar, Bozköy kumlukları çamlıklarla kuşatılmış. Dağların aşağısında, halkın ve tatilcilerin yazın en gözde koyları her biri. Doğanın, tarihsel zenginliğin, yitirilen kişilikli yapıların bilincinde olan Bartınlıların ortak bir endişesi var artık: Hırpalanmış, sıradanlaşmış, örselenmiş görkemli bir doğa ve kentsel dokunun bir an önce kurtarılması, gerçek kimliğine kavuşması. Yaşayanların göreceği, gelecek kuşakların umut bağlayacağı ve bilinçlenerek, onarılarak yeniden kazanılacağı bir Bartın ve Amasra… Bu endişenin ışığında “Bartın coğrafyası… Tarihten gelen sorumluluklar ve öncelikler” başlıklı toplantı düzenlendi. ÇEKÜL, kamu, yerel ve özel yönetimlerin, üniversitenin temsilcileri buluştu, işbirliği süreci kıyasıya tartışıldı. İmece artık uygulama aşamasında…

Güneş Karadeniz’in hırçın sularını aydınlatırken Bartın yollarına düşüyorsanız; Ardıç, Kalkanlı ve Zoni yaylalarını da göz ardı etmeyin.

Bir de Tanrıça Athena’nın yıkandığı Bartın Irmağının tuzlu ve karanlık sulardaki gün batımını…

“KOCA PARASI YEMEM” DİYEN KADINLARIN PAZARI

Kentin içinde bir pazar yeri: Köylü kadınların ürettiği, dağlardan topladığı otlar, peynirler ve bunlara dağ çiçeklerini de ekleyin. Bildiğimiz Anadolu pazarlarından biri ama Bartın Pazarı’nın farkı; yalnızca kadınların egemenliğinde oluşu. “Garıla(r) Pazarı”nda manda sütünden peyniri paketleyen kadının, çiçekli yaşmağını düzeltirken söyledikleri düşündürücü: “Ben koca parası yemem ha!.. Keçiler, inekler ve mandalarımız var. Beni söyletecen şimdi; bi gece koca olacak adam saat üçte geldi, açmadım kapıyı. Gidiş o gidiş. Anadın mı?” Ayrıntısını bilemem ama güleç yüzlü pazarcılar pek yaman! Kentin kişiliğine damgalarını vurmuşlar zaten.

İbrahim Cemal Aliş ile başlayan ve Esen Aliş ile süregelen 88 yaşındaki “Cumhuriyetçi Memleket Gazetesi BARTIN” ve onarımı planlanan Taşhan’daki kitapevi de kentin diğer önemli kimlikleri: Dağlar, ırmaklar, taşlar, evler, tekneler, türküler gibi. Amasra’da, apartmanlar arasında sıkışıp kalmış küçük bir Osmanlı hamamı geliyor aklıma. ÇEKÜL temsilcisi ve tekne yapımcısı Hüseyin Çoban’ın coşkuyla gösterdiği hamam duvarına çizilmiş tekne resimleri de birkaç yüz yıl öncesinden, “Ben Karadeniz”im diyor.

Hürriyet