Osmanlı’nın Hayvan Hakları Hassasiyeti

Toplum
Kanunî döneminde Habsburg Hükümdarı 1. Ferdinand’ın elçisi olarak 2 kere İstanbul’a gelmiş olan Ogier Ghiselin de Busbecq’in seyahatnamesinde, Osmanlı’nın siyasî ve...
EMOJİLE

Kanunî döneminde Habsburg Hükümdarı 1. Ferdinand’ın elçisi olarak 2 kere İstanbul’a gelmiş olan Ogier Ghiselin de Busbecq’in seyahatnamesinde, Osmanlı’nın siyasî ve sosyal hayatına dair ilginç ayrıntılar yer alıyor.

Seyahatnamede, Kanunî döneminde İstanbul’da kuyumculuk yapan ve bir kuşu kanatlarını gerip iki gagası arasına çöp koyarak dükkânının girişinde teşhir etmek suretiyle eziyet eden Venedikli bir tüccarın, kendisini ağır bir cezaya çarptıran Kadı’nın (Hâkimin) elinden zor kurtulduğu anlatılıyor.

Seyahatname’deki kayda göre kuyumcu, Venedik’in Osmanlı’daki temsilcisi olan ve ‘Balyoz’ diye tâbir edilen elçinin araya girmesi sayesinde ağır bir cezaya çarptırılmaktan kurtulmuştu.

Doç. Dr. Ali Şükrü Çoruk, verdiği seminerde, Busbecq’in kaldığı hanın, Çemberlitaş’ta bugün Fırat Kültür Merkezi olarak kullanılan bina olduğunu belirterek, Elçi Han’ın seyahatnamedeki çizimlerini gösterdi.

Batı’nın Doğusu

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Ali Şükrü Çoruk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Kültür Müdürlüğü tarafından 2 yıldır düzenlenen seminerler dizisinin 2011-2012 kültür sezonundaki seminerlerine başladı.

Doç. Dr. Ali Şükrü Çoruk, İBB Kültür A.Ş. tarafından Atatürk Kitaplığı’nda gerçekleştirilen ve sezon boyunca devam edecek olan seminerlerinde, İstanbul’u ziyaret eden Batılı elçiler ve seyyahların kaleme aldıkları seyahatnameler hakkında bilgiler vererek, Batı’daki Osmanlı algısını, Osmanlı kültür ve medeniyetine dair tespitlerini inceleyecek.

Sezonun ilk seminerinde, tarih boyunca dünya üzerindeki insanların kendilerinden farklı insanları ve kültürlerini merak ettiklerini, tanımak istediklerini ifade eden Çoruk, bu amaçla pek çok eser kaleme alındığını, bu alanda yazılmış en önemli eserlerin başında da seyahatnamelerin geldiğini söyledi.

Çoruk, “Biz, seyahatnamelerde aynı zamanda, başkasının aynasında kendimizi de görürüz. Herkes kendisini muhakkak bir şekilde tanımlar. Kültürler yine medeniyet algısı, dünya algısıyla beraber kendisini tanımlar. Acaba bu yeterli midir? Sadece bununla yetinmek mi gerekir? Acaba, başkalarının bizim hakkımızda yazdıklarından, anlattıklarından faydalanamaz mıyız? Aslında bu ikincisi daha gerçekçidir” dedi.

Osmanlı ve Habsburg İmparatorluğu rekabeti

Çoruk, Osmanlı’nın en ihtişamlı dönemi olan Kanunî Sultan Süleyman döneminde kaleme alınmış olan seyahatnameler üzerinde durdu. O dönemde, birisi Osmanlı, diğeri de Habsburg olmak üzere dünya üzerinde 2 imparatorluk olduğunu belirten Çoruk, “16. Yüzyıl, bu 2 imparatorluğun çekişmesi ve rekabeti üzerine kurulu” dedi.

Çoruk, Avrupa’dan Osmanlı’ya yapılan ziyaretlerin bir kısmının elçilik amacıyla yapıldığını, elçilerin de bu ziyaretleri, o dönemde her bakımdan üstün durumda olan Osmanlı ile kalıcı bir barış tesis etmek amacıyla yaptıklarını belirtti.

Hıristiyanların Müslüman olmalarını engellemek için

16. Yüzyıl’da Türklerin Avrupa’da gerek popüler kültür, gerek üst kültürde nasıl görüldüğünü belgesel resimlerin slayt gösterimi ile anlatan Çoruk, o dönemde Avrupa’da yayınlanan bir dinî vaaz kitabında yer alan ve Osmanlı’yı köleleri ellerinden, boyunlarından bağlayarak götüren, bebekleri ayaklarından baş aşağı tutup kılıçla karınlarını deşen ‘vahşi, acımasız, barbar insanlar’ olarak tasvir eden resimleri gösterdi. Çoruk, bu tür kitapların, aralarında ayrışmalar olan Hıristiyanları Türklere karşı birleştirmek amacıyla yazıldığını söyledi. Çoruk, Osmanlı hakkında oluşturulmaya çalışan bu kötü imajın bir sebebinin de, o dönemde başlayan ve özellikle Papalık için bir tehlike arz eden toplu din değiştirmeleri önleme, Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçişi engelleme çabası olduğunu, çizilen bu olumsuz imajın da tamamen gerçek dışı bir propaganda olduğunu kaydetti. Çoruk, “Küçük risaleler / broşürler hâlinde basılan bu yayınların matbaalar sayesinde Avrupa’nın her tarafında yayıldığını unutmamak gerekiyor” dedi.

Venedik’te Osmanlı rüzgârı

Osmanlı Avrupa ilişkilerinin, savaşlar dışında büyük ölçüde ticaret alanında da görüldüğünü belirten Çoruk, “Venedik, ticarete dayalı bir şehir devleti olduğundan dolayı, ticarî kaygılardan dolayı Osmanlı ile iyi geçinmeye özen gösteren bir durumdaydı. Venedik’in Osmanlı’daki temsilcileri de ‘Balyoz’ diye tâbir edilen elçilerdi” dedi.

Doç. Dr. Ali Çoruk, o dönemde Osmanlı halı ve kumaşlarında kullanılan desenlerin, motiflerin, Venedikli tüccarlar tarafından kullanılarak Avrupa’da halılar, kumaşlar dokunduğunu, bunların da Avrupa’ya ve Osmanlı’ya satıldığını anlattı. Çoruk, kullanılan Osmanlı motifli halı ve kumaşların resimlerini göstererek, Osmanlı sanatının Avrupa’daki etkilerine işaret etti. Çoruk, aynı şekilde Osmanlı etkisinde kalınarak hazırlanmış kitap ciltlerinin örneklerini de resimlerle gösterdi. Çoruk, “Venedik’in, Doğu ile olan bu yakın ilişkileri yüzünden bazen Papalık tarafından aforoz edildiği de olur. ‘Niye bunlarla bu kadar iç içesiniz?’ diye. Hatta Avrupa kültüründe, İtalya’ya katılmadan önce Venedik, ‘Batı’nın doğusu, Doğu’nun batısı’ olarak nitelendirilir” dedi.

Ali Çoruk, seyyahların, gezdikleri yerlerin coğrafî yapısına, siyasî, sosyal ve kültürel hayata dair gözlemlerini yazmakla kalmayıp, bunlara dair resimler de çizdiklerini belirterek, bu şekilde çizilmiş resimlerden ve tablolardan örnekler gösterdi. Çoruk, Kanunî Sultan Süleyman’ın Avrupa’ya da her alanda damgasını vurmuş bir şahsiyet olduğunu söyledi.

Batılı seyyahların, gezip gördükleri alanlara ve mekânlara dair en ince ayrıntıları bile kaydettiklerini belirten Çoruk, şunları söyledi:

“Bizim bazı dönemlere ait sosyal hayatımızla ilgili bilgileri ne yazık ki bu seyyahlardan öğreniyoruz. Gerçi Divan Edebiyatı’nda bazı unsurlar var ama bu kadar geniş değil. Meselâ bir seyyah, seyahatnamesinde yemek târifleri veriyor; Anadolu’da bir yemeğin nasıl pişirildiğini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor. Seyahatnamesi aynı zamanda bir ansiklopedi gibi. Mesafeler veriyor; ‘İstanbul’dan Amasya’ya şu kadar günde geldik, tahminen yol şu kadar mildir’ şeklinde mesafeler söz konusu. Gittikleri, gördükleri yerlerde özellikle Hıristiyan kültürü, antik Roma ve Yunan kültürüyle alâkalı taşlardaki yazıları okuma ve onları kaydetme gibi önemli işlevler de görüyorlar. Bunları da Rönesans sonrası gelişen bilim dünyasına kazandırıyorlar. Bazı alanlarda bilgisizliklerinden dolayı yanlış bilgiler verdikleri de oluyor; özellikle kültürel alanda, örf ve âdetler ya da dinî yaşantı alanında çok yanlış bilgiler de veriyorlar ama bunu da normal karşılamak gerekir. Önemli olan, bir konu hakkında ayrıntılı bilgiler verme çabasıdır.”

Ogier Ghiselin de Busbecq ve seyahatnamesi

Çoruk, 1522-1592 yılları arasında yaşamış ve Kanunî döneminde Habsburg Hükümdarı 1. Ferdinand’ın elçisi olarak 2 kere İstanbul’a gelmiş olan Ogier Ghiselin de Busbecq’in mektup formatında kaleme aldığı seyahatnamesinden seçtiği bazı bölümleri okuyarak açıklamalarda bulundu. Çoruk, “Bu seyahatlerin asıl amacı, Osmanlı ile Almanya arasındaki barışı uzatmanın yollarını aramaktır” dedi.

Asil bir aileye mensup olan Busbecq’in, 1554 yılında, maiyeti ile beraber İstanbul’a geldiğini belirten Çoruk, Osmanlı İmparatorluğu’nun, yurt dışından gelen elçilerin bütün masraflarını karşıladığını, yanına muhafızlar verilerek güvenliklerinin sağlandığını kaydetti.

O dönemde, ihtişamından dolayı Osmanlı’nın yurt dışına elçi göndermediğini de belirten Çoruk, bunun, “Bir meseleniz varsa gelin burada görüşelim” şeklinde mağrur bir tavır olduğunu söyledi.

Türk lâlesini Avrupa’ya ilk defa Busbecq götürmüştü

“Busbecq’in bir özelliği de Türk lâlesini Avrupa’ya tanıtmış olmasıdır” diyen Çoruk, Busbecq’in Avrupa’ya götürdüğü lâlenin daha sonra Hollanda’da botanikçiler tarafından geliştirildiğini, uzun süre lâlenin anavatanının Hollanda olduğunun zannedildiğini söyledi.

Çoruk, Busbecq’in İstanbul’da olduğu esnada, Alman uyruğunda bulunan ve önemli bir ressam olan Danimarkalı Melchior Lorck’un da İstanbul’da olduğunu, Lorck’un, “16. Yüzyıl Osmanlı hayatını resimleyen bir Avrupalı” konumunda olduğunu söyledi.

Lorck’un İstanbul panoramasındaki kişi Mimar Sinan mı?

Çoruk, Lorck’un resimleri arasında Kanunî Sultan Süleyman portresinin ve İstanbul panoramasının da yer aldığını kaydetti. 12 metrelik İstanbul panoramasında ön planda gözüken kişinin Mimar Sinan olduğu şeklinde bir iddia ortaya atıldığını da hatırlatan Çoruk, “Bu ne kadar gerçekçi, tabi bunu da tartışmak lâzım” dedi. Çoruk, sözlerine şöyle devam etti:

“Koskoca Osmanlı Devleti’nin baş mimarının gidip de, dönemin tâbiriyle, Melchior Lorck namlı bir “kefere”ye yamak olması (eliyle boya kâsesi tutarak Lorck’a yardım etmesi) düşünülemez aslında. Melchior Lorck’un, Mimar Sinan’ı kendisine yardımcı olarak resmetmesi de ihtimal dışı değil. Yani Avrupa’da böyle bir uygulama gerçekleştirmiş olabilir.

Resimde illâ her şeyin gerçeğe uygun olması da şart değil biliyorsunuz. Dönemin en ünlü mimarını kendisine yardımcı olarak gösterip kendisine Avrupa’da bir paye kazanma uğraşı içerisinde olmuş da olabilir; yani, “Görüyorsunuz ben nasıl çalıştırdım Mimar Sinan’ı” der gibi. Ama dediğimiz gibi, gerçekte bunun olması ihtimal dışıdır.”

Bir dinleyicinin, söz konusu iddianın, “Mimar Sinan’ın bilinen tek portresi” şeklinde de gündeme getirildiğini hatırlatması üzerine Çoruk, “Ortaçağ’da benzer klişeler kullanılır. Meselâ bizim minyatür sanatında erkekler hep birbirine benzer. Kadınlar aynı şekilde, askerler aynı şekilde. Ortaçağ sanatının bir özelliğidir bu. Aynı şey Avrupa için de geçerli; meselâ Avrupa’daki bazı tablolarda yer alan Türk ya da Doğulu figürünü Cem Sultan olarak kabul ediyorlar. Aslında o klişe bir tip. Nasıl edebiyatta bazı klişeler varsa, o dönem resim sanatında da klişe tipler var” diye konuştu.

Osmanlı’da çiçek kültürü

Busbecq’in yeniçerilerle de karşılaştığını ve Avrupa’yı titretmiş olan yeniçeriler hakkında her zaman saygılı bir dil kullandığını belirten Çoruk, Busbecq’in “Yeniçeriler bir demet sümbül ve nergis takdim ettiler” cümlesi vesilesiyle Osmanlı kültüründe çiçeğin önemi ve değeri hakkında bilgiler verdi. Çoruk, Prof. Dr. Nurhan Atasoy’dan nakille, “Batı’da bahçe tanzimi ağırlıklı olarak çimen ve ağaç üzerine, Türklerde ise çiçek üzerine. Esas unsur çiçek” dedi.

Yeniçeriler

Çoruk, Busbecq’in yeniçeriler hakkında yazdığı “Kapının önünde ellerini göğüslerinin üzerine bağlayarak ve gözlerini yere dikerek öyle vakur, asil, hareketsiz ve hürmetkâr bir vaziyette ayakta durdular ki, bunları gören, bir asker değil de rahip zanneder. Bana bunların yeniçeri olduklarını söylemeselerdi, Türklerin din adamları yahut tarikat dervişleri sanacaktım. Halbuki bunlar, tüm dünyayı titreten, gittikleri yerlere dehşet salan o meşhur yeniçerilerdi” şeklindeki cümlesine de dikkat çekti.

Çoruk, Busbecq’in daha sonra yeniçerileri, eleştirdiği kendi askerleriyle kıyasladığını, fırtınalı bir deniz yolculuğu esnasında yeniçerilerin soğukkanlı ve mütevekkil tavırları karşısında duyduğu şaşkınlığı dile getirdiğini de kaydetti.

Kervansaraylar

Elçilik heyetinin yolculuğu sırasında, o dönemde Osmanlı coğrafyasında bulunan Niş kentinde bir kervansarayda konakladığını belirten Çoruk, Busbecq’in kervansaraylar hakkında verdiği bilgileri aktardı ve açıklamalarda bulundu.

Çoruk, kervansaraylarda 3 gün boyunca konaklamanın ve yemeklerin ücretsiz olduğunu, yemeğin etli bulgur pilavı gibi tek çeşitten ibaret olduğunu, bunun da Busbecq’i şaşırttığını; kervansaraylarda Müslüman olmayan yolcuların da konakladıklarını, paşaların, sancak beylerinin de bu mekânları kullandıklarını anlattı.

Kâğıda, Kurân’a, güle saygı

Çoruk, Busbecq’in şarap temin etmekte yaşadığı zorluktan ve Türklerin sabah erkenden kalkıp güne başlama alışkanlıklarından duyduğu rahatsızlıktan yakındığını, bunun yanı sıra Türklerin üzerinde yazı bulunan kâğıtlara, Kur’ân-ı Kerîm’e ve Hz. Muhammed’i temsil eden güle gösterdikleri saygıyı da anlattığını fakat bir Protestan olarak bunları batıl inanç şeklinde nitelendirdiğini de kaydetti.

Osmanlı’da kardeş katli

Çoruk, Busbecq’in, Şehzade Mustafa’nın Kanunî tarafından öldürülmesi karşısında halkın duyduğu üzüntüden de seyahatnamesinde geniş bir şekilde bahsettiğini; halkın bu konuda, kendi oğlunu başa geçirmek istediğini düşündüğü Hürrem Sultan’ı suçladığını anlattığını söyledi.

Busbecq’in, kardeş katli üzerinde durduğunu belirten Çoruk, “Kardeş katli uygulamasının bir sebebi de taht kavgalarını önlemekle beraber, paralı asker konumundaki yeniçerilerin saf değiştirmelerini önlemek. Yani ‘Biz sizden memnun değiliz, senin yerine bunu başa geçirmek istiyoruz’ şeklindeki isteklerinden kaynaklandığını düşünüyor Busbecq. Bu da düşünülebilir” dedi.

Çoruk, Busbecq’in “Padişahtan bahşiş, ihsan istemekten geri kalmazlar. İstedikleri kabul edilmeyecek olursa ‘Allah kardeşine ömür versin’ derler. Ve bu yüzden Sultanlar, ellerini kardeş kanıyla kirleterek, saltanat devirlerini bir cinayetle açmak zorundadırlar” şeklindeki cümlesini de aktardı.

Çemberlitaş’taki Elçi Han

Busbecq’in kaldığı hanın, Çemberlitaş’ta bugün Fırat Kültür Merkezi olarak kullanılan bina olduğunu belirten Çoruk, Elçi Han’ın seyahatnamedeki ve daha sonra batılı bir mimar tarafından çizilmiş olan resmini gösterdi.

Çoruk, daha sonra yanan Elçi Han’ın yerine 1865’te devlet matbaası yapıldığını kaydederek, “Devlet matbaası da yıkıldıktan sonra herhalde 1950’li 60’lı yıllarda da bugünkü mevcut bina yapılmış. Osmanlı İmparatorluğu’na dışarıdan gelen elçiler burada konaklıyordu. Hen bâb-ı Âlî’ye yakın hem de korunması kolay. Hem elçilerin güvenliği açısından hem elçilerin casusluk yapıp yapmadıklarını izleme açısından. Busbecq de elçilik yaptığı süre boyunca burada ikamet ediyordu. Busbecq, ikinci gelişinde ise Beyoğlu’da ev tutuyor. Elçi Han, elçilerin kısa süreli ziyaretleri için kullandıkları bir handı” dedi.

Dünyanın başkenti

Doç. Dr. Ali Çoruk, Busbecq’in İstanbul’da olduğu sırada Kanunî’nin Amasya’da İran seferinde olduğunu, bu sebeple Amasya’ya gitmek isteyen Busbecq’in, bu seyahat için istediği iznin kendisine bildirilmesini beklerken de İstanbul’u gezdiğini, özel bir izinle ilk ziyaret ettiği mekânın da Ayasofya Camisi olduğunu belirtti.

Busbecq’in “Çünkü Türkler, bir Hıristiyan’ın camiye girmesinin mabedlerini kirleteceği kanaatindedirler. Bana izin verildi. Bu benim için bir lütuftu. Ayasofya’yı gördüm. Şüphesiz ki Ayasofya çok muhteşem ve muazzam bir binadır” diye yazdığını belirten Çoruk, “Henüz 1551’de inşaatı başlamış olan Süleymaniye Camisi, 1554’te inşaat hâlinde, Sultanahmet yok” notunu düştü.

Çoruk, Busbecq’in, “Asıl şehre gelince; Allah sanki burasını dünyanın başşehri olsun diye yaratmış” şeklindeki cümlesini de okuyarak, “Bu hakikaten de İstanbul hakkındaki değerlendirmelerden en çarpıcı olanı” dedi.