Ömer Gürcan’ın ardından…

Toplum
17 Mart 2017 Cuma akşamı “zaman” denilen o canavarın acımasızca kırbaçladığı atlardan biri daha düştü: İhtilalci Süvari Fethi Gürcan’ın oğlu Ömer Gürcan’ı kaybettik. Ömer Gürcan’ı ilk kez bir seminerd...
EMOJİLE

17 Mart 2017 Cuma akşamı “zaman” denilen o canavarın acımasızca kırbaçladığı atlardan biri daha düştü: İhtilalci Süvari Fethi Gürcan’ın oğlu Ömer Gürcan’ı kaybettik.

Ömer Gürcan’ı ilk kez bir seminerde tanıdım. 18 Şubat 2012 tarihinde TSİP Genel Sekreteri Ali Öner’in ev sahipliğinde, Ekin Sanat dergisinin Kadıköy Rıhtım Caddesi Misak-ı Milli Sokak’ta bulunan İstanbul temsilciliğinde, “Devrimci Halk Partisi (Dev-Parti) Genel Başkanı” sıfatıyla verdiği bir seminerde.

Seminerin konusu, “Modernleşme Oynaşmaları Darbeler ve Darbe Anayasaları” idi.

Yanlış hatırlamıyorsam o sıralar, dönemin başbakanı Erdoğan’ın kolon kanseri olduğu ve ölmesi durumunda ordunun müdahale edeceği, yönünde bir söylenti dolaşıyordu ortalıkta. Sanıyorum bu yüzden böyle güncel bir konu seçmişti sevgili Ömer Gürcan.

Yolu tam hesaplayamadığımdan biraz erken gelmiştim seminere, ön sıralardan bir koltuğa kurulup seminerin başlamasını beklemeye koyuldum. Bu esnada Ömer Gürcan kendi el yazısıyla tutuğu notlarını karıştırıyordu kürsüde. Bir süre sonra elindeki notları bırakıp gelenlerin arasına karıştı ve katılımcılarla koyu bir sohbete daldı. Kendisine selam veren herkesle konuşuyor, şakalaşıyordu. Nedense sert mizaçlı çatık kaşlı biri olarak kurmuştum kafamda kendisini, ilk izlenimlerim bir hayal kırıklığı oldu diyebilirim.

Tam 13.00’te başlayan seminerde “darbe” konusunu sınıfsal bir temele oturtarak anlatmayı yeğleyen Ömer Gürcan, çok önemli tespitlerde bulunmuştu:

“Türkiye’de modernleşmenin iki yüz yıllık bir tarihi var. Bildiğiniz gibi Osmanlı Devleti toprak ilişkisi üzerine kurulmuş bir devletti. Osmanlı’dan önce göçebe yaşayan ve kolektif bir kültüre sahip olan Türk toplumu, başlarda Alevilik-Ahilik kültürüne daha yakınken, dirlik düzeninin başlamasıyla birlikte Sünni kültürüne kaymıştır. Henüz bu dönemde bir işçi sınıfından söz edemiyoruz elbette. İşçi ve burjuva sınıfları çok sonradan, Sanayi Devrimi’nden sonra doğdu…”

“Kapitalist üretim ilişkilerini güçlendirmek, tefeci sınıfını acente haline getirmek ve işçileri daha fazla sömürmektir.”

Darbelerle gelen anayasaların amacını böyle özetlemişti Ömer Gürcan. Türkiye’deki çatışma dinamiklerini ise tamamen suni olarak adlandırıyordu.

“27 Mayıs Altüslüğü; Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Başbakan Adnan Menderes’i yedi. Türkiye’deki finans-kapital dışa bağımlıdır. Kürt-Türk, Alevi-Sünni çatışmaları tamamen suni çatışmalardır. Türkiye’de 82 Anayasa’sını yapan 12 Eylül cuntasından değil, asıl 24 Ocak Kararları’nı alanlardan hesap sormak gerekir.”

Bir dinleyicinin, “24 Ocak Kararları’yla uluslararası tekeller Türkiye’ye yerleşti. Bülent Ecevit, 24 Ocak Kararları için, bu kararlar ancak faşizm koşullarında uygulanabilir, demişti” şeklindeki katkısına, “Dersim katliamı, buraları (Sivas’ı) Alman madencilere açmak için yapılmıştır” diyerek yanıt vermişti.

Yine bir dinleyicinin (Ekin Sanat dergisinin o zamanki editörü Mehmet Özgür Ersan), Taraf, Star, Zaman gibi yandaş gazeteler liberalizmi Türkiye’ye yeni bir soluk gibi pazarladılar. Maalesef Türkiye’de sınıf sorunlarıyla başlayan solun tarihi hep üstyapısal eylemlerle sonlanıyor, şeklindeki katkısına verdiği yanıt ise tarihi nitelikteydi.

“Türkiye’de sol, iktidarı hedeflemelidir. Aksi halde kapitalizmin değirmenine su taşımaktan öteye gidemez. Erdoğan’ın sınıfsal bakışı bizde de olmalıdır…”

Anısı yolumuzu aydınlatsın…

Osman Akyol- 19 Mart 2017, İstanbul