Mükemmeliyetçi dünyada engellilere yer yok!

Toplum
Gizem Gül’ün röportajı Bugün 3 Aralık ‘Dünya Engelliler Günü’. Bugün yapılacak birçok etkinlik ile engellilerin sorunları duyurulmaya çalışılacak ve yapılması gerekenler bir kez daha...
EMOJİLE

Gizem Gül’ün röportajı

Bugün 3 Aralık ‘Dünya Engelliler Günü’. Bugün yapılacak birçok etkinlik ile engellilerin sorunları duyurulmaya çalışılacak ve yapılması gerekenler bir kez daha dile getirilecek. Dünyada ve Türkiye’de engelli oranları hiç de az değil. Şöyle ki, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Bankası Grubu tarafından hazırlanan “Dünya Engellilik Raporu”na göre dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ine karşılık gelen 1 milyardan fazla insan bir tür engellilik ile yaşıyor. Türkiye’de ise 2002 yılında Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından Devlet İstatistik Enstitüsü’ne yaptırılan “Türkiye Özürlüler Araştırması” sonuçlarına göre ise özürlü olan nüfusun toplam nüfus içindeki oranı yüzde 12.29. Bayrampaşa Fizik Tedavi ve Engelliler Rehabilitasyon Merkezi Başhekimi Nurgül Elbaşı ile engelli olmayı, toplumun engellilere bakışını ve engelliliğin engellenebilir olup olmadığını konuştuk.

Öncelikle bize engelliliğin tanımını yapabilir misiniz? Kime engelli diyoruz?

Fiziksel, ruhsal ya da herhangi bir iç organ hastalığı sonucunda sosyal hayatla adaptasyonu olmayan ve kendi günlük yaşam fonksiyonlarını kendi başına yerine getiremeyen kişiye engelli diyoruz.

Toplumumuzdaki bu insanları tanımlamak için özürlü ya da engelli ve belki de dezavantajlı tanımı kullanılıyor. Özürlü ile engelli arasında bir fark var mı?

Bu kavramların yanında engellileri tanımlamak için sakat kavramı da kullanılıyor. Dezavantajlı kavramı ise pek kullanılmıyor aslında. Bu hala tartışılan bir konu. Yurtdışında engelliliğin farklı tanımlamaları var. Engelli özellikle İngilizce’de ‘disabled’, ‘handicap’ gibi farklı kelimelerle ifade ediliyor. Ayrıca bu kavramlar engelliliğin çeşitli aşamalarını ifade ediyor. Fakat bizim Türkçemiz’de bu karışık kullanılıyor. Bizde ilk başta sakat kavramı kullanılmış, hala sakat kavramının kullanılmasını tercih eden birçok engelli de var. Daha sonra ‘özürlü’ kullanılmaya başlandı. Özürlü kavramı da bir süre sonra toplumsal tepkiyle ortaya çıkan “Canım biz özür mü dilemeliyiz, kimden özür dileyeceğiz” gibi farklı boyuta getirildi özürlü tanımı ve bu kavramdan engelliler hoşlanmadı. Daha sonra da engelli tanımı getirildi.

SAKAT, ENGELLİ VE ÖZÜRLÜ BİRBİRİNDEN FARKLI KAVRAMLAR

Aslında bunun çeşitli aşamaları var.  Sakat, artık oluşmuş bir sakatlığı ifade ediyor. Engelli derken, onun bir şekilde engellenmiş olması ifade ediliyor. Özürlü olarak da daha çok doğuştan ya da bir hastalık sonucunda ortaya çıkmış olan diye tanımlanıyor. Ama ne toplum bunu bu şekilde biliyor, ne engelliler biliyor. Dolayısıyla hepsine yekpare tek bir isim kullanmak tercih ediliyor. Bir insan sakat doğmuş olabilir fakat her işini yapabiliyorsa ya da eğer mimari yapı, ev yapısı uygunsa okul eğitimi sağlanırsa engellenmemiş olabilir. Dolayısıyla sakat olarak hayatını devam ettirir ama herhangi bir konuda engellenmemiş olur. Bir kişide hafif bir rahatsızlık olabilir ama siz onun dışarı çıkıp, okula gitmesini engellerseniz, buna uygun şartları yaratmazsanız o tam bir engelli haline dönüşür, engellenmiş olur. Örneğin sizin bir göz bozukluğunuz varsa gözlük takmıyorsanız ya da lens kullanmıyorsanız siz bir engellisiniz, görme engellisiniz demektir. Ama gözlük kullanarak, lens takarak bu engelinizi aşıyorsunuz. Var olan bir hastalığınız bir şekilde giderilebiliyor. Bir de giderilemeyenler var tabi. Bu giderilemeyen bozukluk, hastalık kişinin günlük yaşantında birçok şeyini yapmasını engelliyor. Dolayısıyla kişi o engelleri bir şekilde aşabilirse, birçok konuda da engelleri aşmış olur. Bu bir hastalık olabilir, sakatlık olabilir ya da bir engellilik olabilir. Engellilik daha çok olayın toplumsal boyutunu ilgilendiren bir süreç. Sakatlık veya özürlülük kişinin daha çok kişinin bedensel boyutunu ilgilendiren bir süreç. Bunu kabaca bu şekilde ayırt edebiliriz.

ÖZÜRLÜ KAVRAMINI RESMİ KAYITLARDAN ÇIKARAMADIK

Bu kavramların kullanılması engellilerde nasıl bir psikolojik etki yapıyor?

Engelliler engelli kavramını kabul edebilmeye başladılar. Özürlü denmesindense engelli kavramı daha hoşlarına gidiyor. Bizim bir hocamız vardı, rahmetli oldu, 45 yıldır engelliydi. Belden aşağısı felçliydi ve tekerlekli sandalye kullanıyordu. O, özürlüler merkezi yazan yerlere girmiyordu, protesto ediyordu. Ya da “Engelli sempozyumu denilen yere gitmem” diyordu. “Ben sakatım kardeşim. Bunu böyle kabaca benimseyin.” diyordu. Ama o hocamız teknik üniversiteye öğretim görevlisiydi. Belki de birçok açıdan kendini aşabilmiş bir kişi olduğu için böyle bir tavrı vardı. Engelli kelimesi aynı zamanda toplumun da bir sorumluluğu olması bakımından zannediyorum, engelliler engelli tanımını daha çok benimsedi. Engellilik tanımı “Engelim sırf benden değil, toplum tarafından da ben engelleniyorum” düşüncesini de içeriyor çünkü. O yüzden daha rahat kullanıyorlar onu. Ama özürlüyü biz ne yazık ki daha resmi kayıtlardan çıkaramadık. Bizim merkezimizde de resmi olarak geçtiği için kendi sunumlarımızda engelliler merkezi olarak geçiriyoruz, reçeteyi öyle yazıyoruz ama resmi anlamdaki tabelamız özürlüler merkezi olarak geçiyor.

Yani engelli tanımında sosyal hayata ve topluma da bir mesaj var. Siz de üzerinize düşen görevleri yerine getirin şeklinde ya da bunu düşündürmek anlamında…

Evet düşündürmek adına bunu da içeren bir kelime. Ama bir vaka hatırlıyorum. İki vakamızda olmuştu. Hafif zihinsel engelli bir çocuğu annesi merkezimize getirdiği zaman, çocuk tabelada özürlüler merkezi yazdığı için girmedi, içeriye sokamadı, yani eğitime giremedi. Dolayısıyla o kelime toplumda neyi çağrıştırıyor buna bakmak gerek. Özürlüyü biz çabuk terkettik. Daha doğrusu ben özürlü kelimesini daha çabuk terkettim, engelliyi daha rahat kullanıyorum.

Engellilik türleri kaça ayrılıyor? Zihinsel engelli ve fiziksel engelliler engelli kategorisi içinde nasıl değerlendiriliyor? Eğitimleri nasıl farklılaşıyor?

Engellilik genel olarak 5 kategoriye ayrılıyor. Bunlar:
 

1. Zihinsel engelliler
2. Ortopedik engelliler
3. Süreğen hastalıklar (Organ kaybıyla oluşan hastalıklar sonucu engelli hale gelen hastalıklardır.  Akciğer, kalp, kanser, böbrek ve kan hastalıkları gibi.)
4. Görme engelliler
5. İşitme-konuşma engelliler

Görme engelliler görmedikleri için dokunarak ya da hissederek bir şekilde hayatını devam ettirmesini sağlayacak bir eğitim veriyorsunuz. İşitme engelliler için çeşitli cihazlar kullanılabiliyor. Ya da beyinle ilgili bazı operasyonlardan geçirilmeleri gerekiyor. Ona özel işaret dili kullanıyorlar. Ortopedik engellilerde tekerlekli sandalye eğitimi alması gerekiyor. Zihinsel engellilerin eğitim tamamen sosyal adaptasyon ile ilgili bir şey. Onun özel bir eğitimi olması gerekiyor. 

Dünyada ve ülkemizde engelli insan sayısı ne kadar? En çok hangi engellilik türleri görülüyor?

Dünyada engellilik oranı yüzde 15 oranındayken, bizde de yüzde 12 civarında. Bunun en yüksek engel grubu da zihinsel diye biliyorum, arkasından da süreğen hastalıklar gelebilir. Bizim Bayrampaşa ilçemizde ise zihinsel ve ortopedik engelliler başa baş gidiyor. Ortopedik engellilerin sayısı da evde bakım hizmetinin başlamasıyla birlikte arttı. Çünkü bu kişiler evden dışarı çıkamadıkları için ortopedik engellilerin yüzde oranı bile belli değildi. Kendileri hiç tespit edilemiyordu, yavaş yavaş bunlar daha net ortaya çıkmaya başladı.

ENGELLİLİĞİN ÖNLENMESİNDE ERKEN TEŞHİS ÇOK ÖNEMLİ

Bir çocuğun engelli olması genetik faktörlerle ilgili bir durum mudur? Çocuğun engelli olmasında anne ve babanın bilinçli ya da bilinçsiz olmasının rolü nedir? Engelli olmak engellenebilir mi?

Kısmi olarak öyle. Mesela sığ suya atlama önlenebilir bir engelliliktir, boynu kırılır ve hayatı boyunca boyundan aşağısı felçli kalır o gençlerimizin, genelde hep genç gelir. Her yaz birkaç tane bu şekilde mutlaka karşılaşıyoruz. Atladığı suya bakmadığı için ya havuzda ya denizde boynunu vuruyor, bir daha hayatı boyunca o şekilde kalıyor, boyundan aşağısı felçli kalıyor hem kolları hem de bacaklarını kullanamıyor. Bu bir önlenebilir bir şey. Yine emniyet kemeri takmadığı zaman boynunu vurduğu anda boynunu kırar, aynı şekilde felçli bir şekilde hayatını devam ettirir. Kalıtsal hastalıklar, akraba evlilikleri de engelliliğe neden olabilir. Mesela akrabaların her ikisinde de diyelim ki kas hastalığı varsa çocuklarının kas hastası olmasının oranı çok yüksektir. Burada kişilerin doğumdan ya da hamile kalmadan önce evlilik danışmanlığı, genetik danışmanlık almaları gerekir. Ya da örneğin, hipotiroid zeka geriliği yapan bir hastalıktır. Doğumda çocuk hipotiroidli doğduysa, hemen topuğundan alınacak bir kan örneği ile tespit edildiği anda hemen ilk bir hafta içerisinde tiroid verilirse o kişi normal olacaktır. Ama diyelim ki bir 6 aylık gecikme sonrasında bir tiroid eksikliği tespit edilirse çocuk orta zeka gerisi olacaktır. Bu anlamda erken teşhis çok önemli. Dolayısıyla birçok kan ve genetik hastalıkları çocuk doğduğunda alınan kan numuneleriyle incelendiği zaman önlenebilir.

ENGELLİLİK POZİSYONUNA SİZİN NE ANLAM YÜKLEDİĞİNİZ ÖNEMLİ

Artık genetik haritalar çıkarılıyor. Mesela ben şekere yatkın mıyım, alzheimera yatkın mıyım gibi tetkikler yapılabilir. Tabi bu süreçleri tetikleyen, durduran çok farklı parametreler de işin içine girebiliyor. Farklı şeyler ortaya çıkabiliyor. Ama sonuçta Allah da “Düşünmez misiniz, akletmez misiniz?” diyor. Biz de bunları düşünerek, araştırarak belli şeyler yönünde müdahalede bulunmak gerekiyor. Önlenebilmekle kader nedense yan yana gitmesi gerekirken karşı karşıya gelirler. “N’apalım kaderim böyleymiş…” gibi. Dolayısıyla bu noktada eğitimin çok önemli olduğunu vurgulamak gerek. Eğitimle engelliliği yan yana götürmek gerekiyor. Sonrasında illa ki her şey bir tevekküle bağlanacak, kader inancı orada sana etki edecek. Ama bu konuda engellilikteki en büyük sorunlardan bir tanesi de hayatla veya inançla olan atışmadır. O da bazen engelliliği daha da arttırabilir, daha uzatabilir, daha da ağırlaştırabilir. Engellilik pozisyonuna sizin nasıl bir anlam yüklediğiniz de önemli. Bunu Allah’ın size verdiği bir ceza olarak mı algılayacaksınız yoksa bir başka hayra vesile mi algılayacaksınız… Bunlar dahi insanın engelliliğin azaltılmasında ya da çoğaltılmasında etkilidir. Ben mesela Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği’nde 10 küsur yıldır gönüllü doktor olarak çalışıyorum. Bu derneğin başkanı sığ suya atladığı için 18 yaşında felç kalmış şu anda 50 yaşlarında olan bir beyefendi. O dönemde tabi liseyi daha yeni bitirmiş, gencecik bir çocuk; şu anda bir dernek başkanı ve Türkiye’de  akülü araba dağıtımını dernek yapıyor ve bir 5 dakikası dahi boş değil. O, illaki engelliliğini hissediyor ama sağlam insana göre çok daha önemli ve faydalı işler yapıyor. Dolayısıyla engelliliği ona ne kadar engel oluyor, onu parantez içine almak gerekiyor.

ENGELLİLER TOPLUMA GÖNDERİLMİŞ BİR CEZA OLARAK GÖRÜLÜYOR

Engelli insanların ne gibi hakları var? Bu insanlar bu haklarının ne kadar farkında?

Aslında engellilerin hakları diye bir şey yok. Bir insanın ne hakkı varsa engellinin de o hakkı var. Bir insanın en önemli hakları nelerdir; güvenlik ihtiyacı, beslenme, iş bulma, evlenme, eş bulma, üreme gibi. Biz ilk kez burada engellilere yönelik sokak basketbolu turnuvası yapmıştık. Ben bir üst düzey bürokrattan başka bir sporcu için destek istediğimde, “Hocam, biraz fazla olmuyor musunuz? Biraz lüks değil mi engelliler için bu söyledikleriniz… ” demişti. O zaman ben de dedim ki, "siz bu kafayla daha çok olimpiyatları almayı düşünürsünüz". Paralimpik olimpiyatlarla, olimpiyatlar birdir. Siz paralimpik olimpiyatlara sporcu yetiştirmezseniz, tabi ki sporcu yollayamazsınız. Bir üst düzey bürokratın, ki şimdi daha da üst düzeyde, onun söylediği şey buydu. Dolayısıyla engellilerin hakları zaten bir insanın haklarının aynısı. Ama ne yazık ki başka insanlar, engelli olmayanlar, o insanların ayrıca bir hakları olduğunu düşünüyor herhalde. Evde oturma hakkı, evlenmeme hakkı, spor yapmama hakkı olduğunu düşünüyor. Bence asıl orada o bakışı değiştirmek gerek. Sen ne yapıyorsan o da onu yapabilme hakkına sahip. Bir insan kendinde ne hakkı buluyorsa, engellinin de o hakkı var. Ama genelde toplum ya da aile onlara kendilerine yollanmış bir ceza veya toplumun lanetlenmiş bir kişisi gibi baktığı için onların o haklarını talep etmeleri dahi çok abes kalıyor.

ENGELLİLİĞİNİ DUYGUSAL SÖMÜRÜ OLARAK KULLANAN KİŞİLER DE VAR

Engellilerin içinde küsüp, hiçbir hakkı olmadığını düşünüp kendini kapatanlar olduğu gibi, devamlı toplumun onlara bakması gerektiğini düşünen ve her şeyi talep eden ve her şeyi hakkettiğini düşünen, engelliliğini bir duygusal sömürü olarak da kullanan tipte de engelliler var. Elin çalışıyorsa elinle iş göreceksin ve elinle bir şeyler üreteceksin. Ben sana bakmak zorunda değilim. Sen elinle kendine bakmak zorundasın anlayışını bizim onlara kazandırmamız gerek. Onlara devamlı yardım yaparak kendilerini devamlı aciz hissettirerek yardım etmek veya bu onların hakkıymış gibi davranmak yanlış bir şey. Dolayısıyla burada da engellilik tanımındaki karmaşa gibi, haklar konusunda, toplumun ve engellilerin hakları ile toplumun onlar üzerindeki ödevleri hakkında da bir karmaşa var aslında. Herkes önce nasıl yardım edebilirim diye soruyor, halbuki ne yapabilirimi sormak gerek. Senin üreten bir kişilik haline gelmen için ben sana ne yapabilirim? Eğitim hakkı var, güvenliğinin, ulaşımının, erişilebilirliğinin sağlanması gerek. Bunların hepsi toplumun görevleri. Bütün bu hakları da bilerek talep etmeleri gerek. Ama artık bayağı bir bilinçlenmeye başladılar.

İŞVEREN ENGELLİ ÇALIŞTIRMAK YERİNE CEZA ÖDEMEYİ TERCİH EDİYOR

Engellilerin iş hayatındaki istihdamına değinmek istiyorum. Engellilere bu konuda sağlanan haklar nelerdir?

Her 50 kişilik şirketin en az 1 ya da 2 tane engelli çalıştırma zorunluluğu var. Onun dışında ceza uygulanması gerekiyor. Tabi şirketler onun yerine ceza uygulamasını seçiyorlar. Bu olayın çok doğru ilerlememesinde 2 parametre var. Bazen dışarıdan bakınca “Canım, 50 kişi çalıştırıyorsa 1 kişi de engelli çalıştırabilir bu insan” diye düşünüyorsunuz ama çalıştırmıyorlar, onun yerine ceza ödemeyi tercih ediyorlar. Engellilerin kendilerine bir şekilde dert olacağını düşünüyorlar. Onlara diğer işçilere davrandıkları gibi davranamayacaklarını düşünüp ayrım yapmak istemiyorlar. Daha çok hastalanırlar, benden para isterler, devamlı bir şey isteme bir dilencilik havası var ne yazık ki… Benden de bir şeyler isterse diye hiç karşılaşmamayı, hiç görmemeyi yeğliyorlar.

İNSANLAR ETRAFLARINDA ENGELLİ GÖRMEK İSTEMİYOR

İkincisi ben insanlarda psikolojik olarak da bir defans, bir karşı duruş olduğunu düşünüyorum. İnsanlar etraflarında engelli görmek istemiyorlar. Bir insanın bir gün engelli olabileceğini, kendilerine bunun hatırlatılmasını istemiyorlar. Çünkü hep mükemmele doğru giden bir hayat anlayışı var. Her şeyin en iyisi… Sen her şeyin en iyisine layıksın, sen en iyisini yapmalısın, sen en iyi olmalısın… Çocuklarımızı hep bu anlayışla yetiştiriyoruz. Kimse paran kadar al demiyor, gerekirse borçlan ama en iyisini al diyor. Dolayısıyla hep en iyiye, hep mükemmele doğru bir anlayış hakim olunca mükemmel dışı olanlar size batar, sizi rahatsız etmeye başlar. Bunu görmek ya da duymak dahi istemezsiniz. Özellikle biz hanımlar çok titiz olmaya başladık, ufacık bir kir ya da bir eşyanın bir tarafının kırık olması dahi bizi rahatsız ediyor. Hemen o eşyayı atıyoruz. Çorabı yamamak yerine atmayı tercih ediyoruz. Neden, çünkü oradaki o yama insanı rahatsız etmeye başlıyor. Böyle mükemmeliyetçi bir anlayışın egemen olduğu bir dünyada engellilerin engelli olarak kabul edilip, başkalarıyla aynı ortamı paylaşması zor gözüküyor. Kaldı ki bir de bunu iş hayatına adapte edersek bu durum daha da zor gibi duruyor.

NORMAL İNSANLARA GÖRE ENGELLİLER DAHA İYİ BİR ÇALIŞAN

Bir de şu var tabi, diyelim ki adam fabrikasını engellilere uygun hale getiriyor ama bu sefer kaldırımda problem oluyor. Onu da yapmak zorunda kalıyor. Devletin yapması gereken bir şey işverenin kendi üzerine yükleniyor. Ya da mesela engelli otobüsü gelmiyor, geçmiyor. Bu durumda da engelli kişi ben maaşımın yanında bir de taksi parası istiyorum diyor. Ona acısa bir çeşit, acımasa bir çeşit… Bence böyle ikilemler içerisinde kalacağım diye duygusal durumunu değişken hale getirmemek için engellileri çalıştırmayı tercih etmiyorlar. Halbuki yapılan çalışmalar şunu gösteriyor; engelliler çok daha düzenli işe gidip geliyorlar, çok daha az hastalanıyorlar ve iş yerinde çok daha az ücretle çalışıyorlar, ona razı oluyorlar daha doğrusu. Birçok işçiye göre aslında engelliler daha iyi bir işçi olmalarına rağmen tercih edilmiyorlar.

BİZ ENGELLİLERE LÜTFEDİYORMUŞUZ GİBİ DAVRANIYORUZ

Bizim ülkemizde engelli insanlar sokağa çıkamaz gibi bir algı var. Ama bunun yavaş yavaş yıkıldığını söyleyebilir miyiz? Engelli insanların sosyal hayatın içinde daha fazla var olabilmeleri için neler gerekiyor?

En önce ulaşılabilirlik, onların her yere ulaşabilmesi gerekiyor. Binaların engellilere göre tasarlanmış olması gerekiyor. Mesela hala teknik üniversitede engelli mimarisi seçmeli ders, böyle bir şey olabilir mi? Bir kamu binası yapacaksın, sen engelli mimarisi okumadıysan böyle bizimkiler gibi engellilere uygun olmayan, ucube kamu binaları ortaya çıkıyor. Neden, çünkü öyle bir mimariden haberi yok o kişinin. Diyelim ki benim bir bebeğim var ve aynı zamanda bel fıtığım var ve çocuğumu pusetle taşımak zorundayım. Ama sağlık ocağına giremiyorum. Neden? Çünkü rampa yok. Onu ya kucağıma almak zorundayım belimi zorlayacağım ya da birisinden yardım isteyeceğim. Bebeği olup da çocuk arabası kullanan ya da yaşlı, dizleri çok ağrıyan biri de engelli pozisyonunda kalabiliyor. Dolayısıyla engellilerin kullandığı her şeyi zaten normal insanlar da kullanabildiği için onlara uygun yapılması elzem. Aklın yolu, sağduyu bu. Ama onlar için sanki lütfediyormuşuz gibi davranıyoruz. Tabi binaların engellilere göre olması için yasaların uygun olması ve buna göre ruhsat verilmesi gerekiyor. Daha yeni yeni ilkokul kitaplarında bastonlu, tekerlekli sandalyeli çocuklar gözükmeye başladı. Çocuklara öyle çocuklarla da birlikte olabileceğinin imajı yeni veriliyor, ondan önce engellilere dokunmuyorlardı bile. Korku daha yeni yeni aşılıyor. Bunun üzerinde daha çok yol almamız gerekiyor. Engellilerin sosyal hayata girebilmeleri için her şeyde olduğu gibi eğitim, eğitim, eğitim çok önemli.

Bir engeli olmayan insanlar engelli insanların çektiği sıkıntıların farkına varamıyor maalesef. İnsan başına geldiğinde anlıyor aslında ne kadar büyük eksikliklerin olduğunu değil mi?

Zaten medeniyet bunun başına gelmeden önce anlaşılmasıdır. Medeni insan, kültürlü insan odur. Emniyet kemeri takmamız için illa ki başımızı çarpıp felç olmamız gerekmez. Bunun böyle olabileceğini bilmek, bu bilgiye sahip olmak da zaten bunu takmayı gerektirir. Ama o bizim biraz yarı ilkel toplum olmamız, yarı cahil toplum olmamızdan kaynaklanan bir şey.

Bayrampaşa Fizik Tedavi ve Engelliler Rehabilitasyon Merkezi olarak sizin burada ne tür çalışmalar yapıyorsunuz? Bu çalışmalar engellilerin hayatını nasıl kolaylaştırıyor?

Bir defa buraya rahat ulaşabiliyorlar. 2 tane asansörlü aracımız var. Engellilerimizi evlerinden alıp buraya getiriyoruz. Merkezimizde İSMEK’le birlikte kurslar yapıyoruz. Ahşap boyama, takı, kurdela nakış, biçki dikiş, nikah şekeri gibi kurslar yaptık. Hatta bir dönem gitar dersleri yaptık, koro çalışmalarımız hala devam ediyor. Bunlardan başka tiyatro kursları, tekerlekli sandalye basketbol antremanları yaptık. Şu anda masa tenisi kursları devam ediyor. Kursların yanı sıra çeşitli eğitim çalışmaları, seminerler yapılıyor.

NORMAL İNSANLAR İLE ENGELLİLERİ BULUŞTURUYORUZ

Bütün bunların ötesinde biz burada engelliler ile sağlamları buluşturduk. Böyle bir şey Türkiye’de hemen hemen hiç yok. Bu anlamda buranın çok özel bir yeri var aslında. Normal insanlar da fizik tedavi olmaya geliyor, engelliler de geliyor. Bana çok gelip benim boynum, belim çok ağrıyordu, çok kötü hissediyordum ama buradaki insanları görünce kendimi daha iyileşmiş hissediyorum diyen hastam olmuştur. Çünkü toplumda bir engelliyi görmeme durumu var. Görse de görmeme var, bir de zaten onlar dışarı çıkamadığı için görmeme var. Bir duygusal görmeme var bir de gerçekten yoklar ortada. Şimdi şimdi daha çok ortada olmaya başladılar. Rehabilitasyon, eğitim merkezleri açıldı, kaynaştırma sınıfları açıldı, akülü sandalyeler dağıtıldı.

Engellilerle yeni tanışıyor aslında Türkiye daha. Dolayısıyla bizim burada daha birbirleriyle tanışıyorlar. Genelde özel rehabilitasyon merkezleri vardır, engellilerin hepsi bir yerdedir, orada da çalışanlar vardır. Onun dışında halk yoktur. Ya da fizik tedavi merkezi vardır, oraya da bel ya da boyun fıtığı olanlar, dizleri ağrıyanlar gelir, orada da engelli olmaz belki bir iki tane arada gidip gelen felçli hastalar olursa olur. Genç ve aklı başında bir insanın tekerlekli sandalyede engelli olarak hayatını devam ettirdiğini gören çok az insan var maalesef. Biz onları buluşturuyoruz ve onlara eğitimler vererek sosyal adaptasyonlarını sağlamaya çalışıyoruz. Çok sayıda engellimiz annesinden hiç ayrılmazdı. Karşı karşıya bile oturmaz hep yanında otururdu. 20 yıl-30 yıl hep annesinin yanında oturmuş hatta yanında yatmış olup buraya gelince annesinden ayrılanlar var. Bu sayede çocuğunu buraya bırakıp alışveriş yapabilen anneler var. Bunlar çok güzel ilerlemeler oldu bizim için. Bir tane annesinin peşinden ayrılmayan orta mental engelli olan bir arkadaşımız vardı. Şimdi çalışmaya başladı, üreten bir insan olmaya başladı. Kurslarda tanışan iki çiftimiz evlendi. Sağlıklı insan ne yapıyorsa onlar da bunları yapabilmeye başladılar. Çalışmaya başladılar, arkadaş edinmeye başladılar, aşık oldular, gezmeye başladılar, bir takım hobiler edindiler ve normale döndüler. Sonuçta onları engelleyen bir bakıma da bizmişiz, bu çıktı.

BİR ENGELLİYLE BİRLİKTE HAYATTAN İKİ KİŞİ KOPAR

Fizik tedavi merkezinde yararlanma şartları nelerdir? Bu merkezdeki eğitimlerden kimler ne şekilde yararlanabilir?

Bizim fizik tedavi ve rehabilitasyon merkezimizden ücretsiz yararlanabilmesi için kişilerin Bayrampaşa’da yaşıyor olmaları gerekiyor. Ayrıca Türkiye’de başka yerde olmayan bize özel bir hizmetimiz var; biz engelli ve birinci dereceden engelli yakınlarına ücretsiz hizmet veriyoruz. Neden bu şekilde yapıyoruz? Çünkü bir engelliyle birlikte hayattan iki kişi kopar; engelli ve ona bakan kişi. Engelliye bakan kişinin de ihtiyaçları var, o kişinin de psikolojisi var. O kişinin de o engelliyle birlikte yaşarken, ona yardım ederken bel, boyun hastalıkları ortaya çıkabilir. Yaşlanmaya bağlı olabilir ya da ona baktığı için olabilir. Onun da bu hizmetlerden faydalanma hakkının olduğunu biz belediye meclis kararıyla onaylattık. Ve gerçekten bu da özel bir hizmettir. Gerçekten merkezimizde engellere karşı özel davranış hizmetlerimiz var. Bu hizmetlerden yararlanmak için Bayrampaşa’da oturuyor olması şartı var ama başka ilçelerde oturan engelliler de ücretli olarak bizim hizmetlerimizden faydalanabilir. Onun dışında normal insanlar da fizik tedavi ve rehabilitasyon gerektiren kırık sonrası gibi her çeşit durumda fizik tedavi görmek için kısmı bir ücretle gelebilirler. Çünkü bu merkezin asıl kurulma nedeni engelliler. Merkezimizden yararlanmak isteyenler önce muayene oluyorlar, sonra sosyal servisimizden danışmanlık hizmeti alıyorlar, yönlendirme alıyorlar. Onlar bana ya da psikiyatriye ya da sosyal hizmetlere yönlendiriyorlar.

BAYRAMPAŞA’DA 2 BİN 453 ENGELLİ VAR

Tüm engellilerin muhakkak bize kayıt olmasını istiyoruz. Çünkü Bayrampaşa’nın engellileri bizden soruluyor. Başka onlara veri verecek bir merkez yok. Şu anda 2 bin 543 engelli kaydımız var. Keşke daha da artmış olsa. Çünkü basit engelli, ufak engeli olan mesela bir parmağı kopuk olan, hafif bir görme ya da işitme engeli olan var, bunlar bize gelmiyor. Halbuki onlar da engelli sınıfında. Dolayısıyla Bayrampaşalılardan, tüm engellilerin bizim arşiv kaydımıza girmesini rica ediyoruz. Geçtiğimiz yıl 50 tane akülü tekerlekli sandalye dağıtmıştık, bu yıl da 50 tane dağıttık. Şu anda bize gelen akülü sandalye talebi yok.

"İLERİDE BEN DE ENGELLİ OLABİLİRİM, O YÜZDEN ENGELLİLERE YARDIM ETMELİYİM" ANLAYIŞI ÇOK YANLIŞ

Genelde sağlıklı insanlar, siyasiler ya da konuşmacılarda "biz de ileride engelli olabiliriz, işte bu yüzden engellilerle ilgilenmeliyiz" gibi bir ifade kullanılıyor. Ben bu anlayışa karşıyım. Bir çocuğunuz varsa siz nasıl onunla ilgilenmek zorundaysanız ya da yaşlınız varsa, "ben de ileride yaşlı olacağım, o yüzden ilgilenmek zorundayım" demeden ilgileniyorsanız bir engelliyle de o şekilde ilgilenmeniz gerekir. Sizin onlara vereceğiniz hizmet onların en doğal hakkıdır. Dolayısıyla onlara bir lütuf değildir. Ya da ileride ben de engelli olabilirim bak ben de onları anlayayım empatisiyle yola çıkmayı ben çok doğru bulmuyorum. Onlar ayrı bir birey, hakları var, haklarını kazanmak zorundalar biz de vermek zorundayız. Ama empati yapayım, "ileride ben de bacaklarımı kaybedersem vah vah ne kötü bir durum" gibi bir duygusal yaklaşım bana biraz fazla duygusal geliyor. Duygusal ilişkiler beyinsel çalışmayı durdurabilir. Halbuki bizim şu anda beyin çalışmasına ihtiyacımız var. Mimarların binaları yaparken aklını kullanması gerekiyor ya da öğretmenin eğitirken aklını kullanması gerekiyor.

BİZ İNSANLARIN ENGELLİLERE ACIMASINI İSTEMİYORUZ

Biz insanların engellilere acımasını istemiyoruz. Bizim onları üretken kılmamız gerekiyor. Onlara aciz, engelli olduklarını hissettirmeden onlar için yapmamız gerekenleri önce kendimiz öğrenmemiz gerekiyor sonra da uygulamamız gerekiyor. Asıl şu anda, bu perspektif anlamında biz engelliyiz. Bilgisizliğimizin farkında değiliz, bir şeyleri biliyoruz zannediyoruz ama hiçbir şey bilmiyoruz. Başımıza gelince mi anlamamız gerekiyor? Hayır, başımıza gelmeden de onların durumunu anlayıp, onlara göre kendi meslekleri neyse o alanda donanımlı olmalarını sağlamak gerekiyor. 

On5yirmi5