‘Apaçileri yok sayıp, müzikleriyle eğleniyoruz’

Toplum
Gizem Gül’ün röportajı   Havaya dikilmiş saçları, parlak ve renkli kıyafetleri, façaları, dövmeleri ve kendilerine özgü dansları ile son zamanlarda adlarından sıkça söz ettiren ve bizim tan...
EMOJİLE

Gizem Gül’ün röportajı

 

Havaya dikilmiş saçları, parlak ve renkli kıyafetleri, façaları, dövmeleri ve kendilerine özgü dansları ile son zamanlarda adlarından sıkça söz ettiren ve bizim tanımladığımız şekliyle ‘Apaçi gençler’ onlar… “Kıro, maganda, amele, zonta, hırbo”nun ‘apaçi’ olarak yeniden kodlanmasıyla tanımlanan bu gençlik çoğu zaman horlanan, ağır hakaretlere uğrayan ve genellikle toplumdan dışlanan bir gençlik grubu. Peki kimdir bu Apaçiler? Ne yer, ne içerler? Hangi işlerde çalışırlar, nerelerde çalışırlar, aileleri ile ilişkileri nasıldır, hayattan beklentileri nelerdir? Yalova Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Görevlisi Dr. Ömer Miraç Yaman hazırladığı “Gençlerin Toplumsal Davranış ve Yönelimleri: İstanbul’da ‘Apaçi’ Altkültür Grupları Üzerine Nitel Bir Çalışma” başlığıyla hazırladığı doktora tezinde tüm bu soruları yanıt aradı. Daha sonra tez çalışmasını “Apaçi Gençlik” adıyla kitap haline getiren Yaman, ile kitabı ve Apaçi gençlik üzerine konuştuk.

 

 

 

Öncelikle Apaçi gençlik üzerine bir çalışma yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Ve bu çalışma nasıl bir boşluğu doldurmak amacıyla yapıldı?

 

Apaçi gençlik üzerine çalışma yapma fikrimiz, doktora tez sürecimize dayanıyor. Aslında biz doktora tezimizde gençlik konusunda çalışmayı düşünüyorduk. Bu anlamda Türkiye’de gençlik çalışmalarına dair daha önce yapılmış çalışmaların tamamına yakınını değerlendirdik. Hatta doktora tezimizin konusunu apaçi gençlik olarak belirlemeden önce literatür çalışması öyle ileri boyutlara vardı ki, 5-6 ayın sonunda baktığımızda 1923’ten 2011-2012 senesine kadar neredeyse bütün literatürü taramıştık. Adını şükranlarla andığım İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. İsmail Coşkun Hocam’ın desteğiyle yaptığım literatür taramasını Türkiye’de Gençlik Çalışmaları Bibliyografyası adı altında bir kitaba dönüştürdük. Bu çalışma bize aslında Türkiye’de gençlik alanında hangi alanların boş, hiç değinilmemiş, çok az değinilmiş veya es geçilmiş olduğunu gösterdi. Bu anlamda biz Türkiye’de yoksul gençlik literatürünün yetersiz ve alt kültür gençlik gruplarına dair yapılan çalışmaların çok az olduğunu fark ettik. Böylece aslında üstten bir bakışla yoksul ve alt kültür gençlik üzerine odaklanabileceğimizin bir ön işareti çıkmıştı. Niyetimiz gerçekten Türkiye’deki canlı bir sorunu ele almaktı. İsmail Hocam bir gün hararetli bir cep telefonu konuşmasında bana dedi ki, “Şu anda otobüsteyim, yanımda renkli renkli, şekil şekil giyinmiş çocuklar var. Bunlara galiba Apaçi diyorlar. Ömer, bunlara bir bakalım, biraz araştırır mısın, bir bilgi notu hazırla.” dedi. Ve ben de o sırada biraz daha işin içine girdim. Birkaç günlük çalışmadan sonra bu alanın tam da bizim eksikliğini duyduğumuz, üzerine çalışılmamış ve çalışılması gereken bir alan olduğunu gördük. Dolayısıyla serüven böyle başladı.

 

 

Peki bu çalışma nasıl bir boşluğu dolduracak?

 

 

Kökleri ta 1950-1960’lara dayanan “kıro, maganda, amele, zonta, hırbo” olarak dillendirilen toplum sınıflarının veya bireylerin 2000’lerden sonra yeniden kodlanması yeniden tanımlanmasıyla birlikte bu gençlere dair söylemin artık ötekileştirmeyi de aşan bir boyutta yok edici bir sürece doğru evrildiğini görüyoruz. Tam da bu noktada bu çalışma, bizim bu sorun üzerine düşünmemiz, kafa yormamız, ‘en azından bu gençlerle bir konuşma zemini yakalayabilir miyiz’ telaşı ile ortaya çıktı. Bu anlamda niyetimiz gençlik çalışmaları kapsamında böyle bir boşluğu doldurması. 

 

İlk Apaçi örnekleri Kızılderili kabilelerine dayanıyor 

 

Dünyada ve Türkiye’de ‘Apaçi’ örneklerine ilk olarak ne zaman rastlıyoruz? Siz kitabınızda Türkiye’de Apaçi kavramının ilk olarak ‘apaş’ olarak kullanıldığını daha sonra 2000’li yıllardan itibaren Apaçi kelimesinin kullanılmaya başladığını belirtiyorsunuz.  Apaçilik kavramı kelime anlamı olarak neyi ifade ediyor?

 

Apaçi kavramı 1800’lere dayanan bir kavram ve bu kavram ilk olarak çizgi romanlardan hatırlayacağımız üzere saçlarını dikmiş Apaçi kabilesi ya da Kızılderili kabilesi olarak kullanılıyor.  Gerçekte de durum bu zamanlara dayanıyor. 1800’lerde özellikle Amerika Kıtası’nın işgal edilme sürecinde olan Fransızlar, Kıta Amerikası’nın en ucuna, en doğu noktasına ulaşırlar. Orada ucuz bir maddi değer karşılığında kendilerini ve topraklarını satmayan, değerlerinden taviz vermeyen ve direnen bir kabileyle karşılaşırlar, bu kabile bir Apaçi kabilesidir. Apaçi kabilesi, işgalci güçlerle uzlaşan Komançiler’e benzemezler. Topraklarını satmazlar, saldırırlar, mücadele içine girerler, ölürler, öldürürler. Bu süreç Fransa’nın Amerika kıtası üzerindeki yayılmacı politikasında ciddi bir kırılma noktasına karşılık geliyor.

 

Apaçiler parlak kıyafetleriyle “Ben de buradayım” mesajı gönderiyor 

 

1850’lerden sonra Apaçi kavramı Fransız edebiyatında ve özellikle Fransız romanlarında kullanılıyor. İlk başlarda Batı’nın ve Avrupa’nın modernleştirebileceği; insanları ileriye taşıyacak aydınlanmacı yaklaşımın karşısında direnen barbar, yamyam ve mütecaviz, saldırgan insanları tanımlama anlamında Apaçi kavramının romanlarda geçmeye başladığını görüyoruz.

Bu süreç 1900’lere yaklaştığımızda Sanayi Devrimi ile çok yakından bir ilişkilenme içerisine girerek, Avrupa’nın sanayi kentlerine, bunların en önemlisinden bir tanesi olan Paris’e uzanıyor. Avrupa’ya farklı coğrafyalardan gelen göçmen aileler ve göçmen kültürü Paris’te yeni bir kültürel atmosfer oluşmasına neden oluyor. 15-16 saat çalışan bu işçi sınıfı gençleri ve orta sınıfının, zamanla Paris’in yerel kültürüyle çatışan, parasız kaldıklarında şiddet olaylarına başvuran, yol kesen, bıçak çeken ve o kültüre adapte olma sürecinde zorluk çeken Apaçiler olduğunu görüyoruz. Bu gençlerin adeta yüzyıl sonra Apaçi olarak tanımlanan gençlerle örtüşen bir şekilde, ayakkabıları mutlaka parlak olan, rengârenk giyinen, fular takan, kendine dair bir dans geliştiren, bir kadın ve erkeğin figürlerinden oluşan bir “apaş” dansı yapan, mutlaka kesici bir alet taşıyan özelliklere sahipler. Aslında Apaçilik, en temelde bir göçmen kültür refleksi olarak karşımıza çıkıyor. Genelde dünyanın birçok farklı bölgesinde göçmenler benzeri refleksler ile yeni adapte olmaya çalıştıkları topluma ve kültüre bu tip “Ben de buradayım, bende varım” mesajı gönderiyorlar.

 

Tarihte sol grupların Apaçilere destek verdiğini görüyoruz

 

Tarihte Apaçiler ile ilgili ilk manşetin 1902 yılında bir Fransız gazetesi tarafından “Apaçilerden bıktık artık, bu Apaçiler ile ne yapacağız” şeklinde bir feveranla atıldığını görüyoruz. Haberde 5 bin silahlı polisin 15 bin Apaçiye karşı Fransızları koruyamayacağı dile getiriliyor. İşledikleri çeşitli suçlardan dolayı ölüm cezası verilen ve giyotine gönderilen Apaçiler’in yanı sıra literatürde çok karşılığı bulunmasa da sol, sosyalist ve işçi sınıfı mücadelesini yürüten grupların giyotine gönderilen Apaçileri desteklediklerini görüyoruz. Ve bunun aslında Apaçiler’in kapitalist çarkın ve fabrika çarklarının işleyişi içerisinde kendinden geçmiş, kaybolmuş ve yok olmuş bir toplum kesimi olduğuna dikkat çekmeye dayalı bir destek olduğunu söyleyebiliriz.

 

Bizim askerimiz de en temelde apaçidir

 

Tarihler 1920’leri gösterdiğinde 1.Dünya Savaşı başlıyor ve 1. Dünya Savaşı’nda savaşa en önde gidenler, cephede ön saflarda çarpışanlar Apaçi gençler olmuşlardır. Bizim ülkemizde de öyledir. Bizim askerimiz de garibandır, Anadolu çocuğudur. Bir savaş olsa en önde gidecek, toprağa ilk düşecek çocuklar onlardır. Bizim askerimiz de aslında en temelde Apaçi’dir. Avrupa’da da böyle olmuştur, en önde gidenler bu serseri takımıdır, bu yol kesenlerdir, bu adam öldürenlerdir. 1920-1922’den sonra Fransa’da yavaş yavaş Apaçi kültürünün yok olmaya başladığını görüyoruz.

Peki, Türkiye’deki serüven nasıl gerçekleşiyor?

 

Tam aynı tarihlerde 1900’lerde Osmanlı aydınları bizzat padişah tarafından Avrupa’ya eğitim almaya gönderilir. Eğitim almaya gönderilen yerlerin başında Fransa ve Paris gelir. Dolayısıyla edebiyattan ismine aşina olduğumuz Abdulhak Şinasi, Sami Paşazade Sezai gibi isimler 1902-1910 arasında Paris’tedirler, orada apaşlarla tanışmışlardır, apaşları görmüşlerdir ve o literatüre de hakim olmuşlardır ve döndüklerinde yazdıkları romanlarda bunlardan bahsetmişlerdir. Apaçiler’le ilgili Osmanlı’da çok ilginç bir karşılık vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde pek çok farklı coğrafyadan sığınmak için payitahtın merkezine gelen göçmenler bir süre sonra İstanbul kültüründe çatlaklar yaratırlar. Savaşla coğrafya geri çekilir ve bir Arap kültürü, bir Kafkas kültürü, bir Çerkez kültürü, bir Balkan kültürü göçle İstanbul’da payitahtın merkezine yığılmaya başlar. Böylece İstanbul’un nüfusu bir anda birkaç katı katlanır ve bir uyumsuzluk ortaya çıkar, İstanbul’un kültürel dokusu zarar görür. Tam bu noktada onlar da apaşlardır. Onlar da yol keserler, serserilik yaparlar ve apaş olarak tanımlanmaya başlarlar. 

 

Apaçi “kıro, maganda ve hırbo”nun modifiye hali 

 

Dolayısıyla Türkiye’de de apaş kavramının kullanımı edebiyat ve romanlar üzerinden başlar. 1950’lere geldiğimizde Cem Karaca ve Apaşlar Grubu kurulmuştur. Apaşlarla ilgili ilk 45’lik albümler yapılır. 1960’ların sonuna doğru meşhur Nurhan Damcıoğlu bir filmde apaş dansını icra eder. Ve süreç böyle devam ederken biz aslında asıl canlanmayı 2000’lerin sonunda göreceğiz. 2000’lerden sonra ise hem Fransa hem de Türkiye için paralel akan bir süreç var. Fransa’da 2002-2003 yıllarında Paris’in göçmenler tarafından yakıldığını, Paris’in banliyölerinde Mağripli gençlerin baskın kültüre karşı “Biz de varız” sloganıyla harekete geçtiğini ve o ana kültürel yapıya karşı itiraz geliştirdiklerini görüyoruz.

Aynı dönem Türkiye’deki Apaçi dansını yapan gençlerin gerek saç şekli, gerek dans figürleri, gerek kıyafetleriyle büyük oranda tektonik stil olarak tanımlanan tarzdan esinlendiklerini görüyoruz. Gerçekten de o dansı yapan gençlerin internette videolarını izlediğimizde karşımıza esmer, Mağripli, zenci veya göçmen unsurları taşıyan gençler çıkacaktır. Dolayısıyla 2002-2003’ten sonra da Apaçi kavramının 80 öncesi dönemdeki “kıro, maganda ya da hırbo” tabirinin bir modifiye hali veya yenilenmiş haliyle, toplumun neredeyse bütün kesimleri tarafından bir dışlayıcı ve horlayıcı bakışla değerlendirildiğine ve kurgulandığına tanık oluyoruz.

 

 

  

Göç apaçiliğin en belirleyici unsuru

 

Apaçi gençliğin ortaya çıkmasına neden olan toplumsal koşullar nelerdir?

 

Göç bu sürecin en belirleyici ve en öne çıkan unsurudur. 1950-1980 yılları arasında ilk göç dalgası olarak tanımlayabileceğimiz süreçte İç Anadolu, Orta ve Kuzey Anadolu, Tokat, Konya, Çankırı veya Trabzon’dan İstanbul, İzmir ve Ankara’ya gelmiş insanlar, hizmet sektörünün en alt basamaklarında kimi zaman komi, kimi zaman bulaşıkçı, hizmetçi ya da inşaatlarda bekçi olarak hayata tutunmuşlardır. 1980 sonrası döneme baktığımızda ise göç dalgasının yönünün değiştiğini ve zorunlu göç dalgasıyla Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’nun öne çıktığını görüyoruz.  Dolayısıyla göç burada temel bir parametre ve büyük kentlerde apaçi olarak tanımlanan gençlerin kendilerini farklı tarzlarda ifade etme yoluna başvurmalarında bir başlangıç noktası ama sadece tabi ki göç değil.

 

Bu gençler günü kurtarabilme telaşı içindeler

 

Siz On5yirmi5.com internet sitesinde çalışıyorsunuz, bense öğretim görevlisiyim. Birbirimizi tanıtırken siz onu kullanıyorsunuz, ben bunu kullanıyorum. Bu gençlerin birçoğu ise eğitim süreçlerinden kopmuşlar. Hatta belki bir kısmı liseyi bile bitirememişler. Dışarıda çalıştıkları işler genelde merdiven altı, fason işler. Ya bir konfeksiyon atölyesinde çalışıyorlar, halde hamallık yapıyorlar, komi ya da kasiyer olarak çalışıyorlar. İnsanın kendini bu meslekle tanımlayarak tatmin sağlayamayacağı işler. Sosyal çevreleri zaten kısıtlı. Anne babalarının doğduğu, köklerinin olduğu memleketlerine farklı sebeplerden ama en temelde maddi yoksunluklardan dolayı bir kere bile gidememişler, yani bilmiyorlar bile nereli olduklarını. Bir ilçe var bir kasaba var, bir köy var ama neresi… Aynı şekilde burada yani sosyal statü anlamında zaten yeterli değiller. Zaten bodrum katta oturuyorlar ve zor şartlarda hayatı devam ettirmeye çalışıyorlar. 1 ay sonrasını hatta 1 gün sonrasını kurabilme telaşındalar. Bir genç kızımızın tanımlamasıyla, “Bugün geçsin de… Bugün geçti, çok şükür, yarın, yarın da geçsin, öbür gün de geçsin…”. Bir günün geçmesi üzerine kurgulanmış bir hayat şeklinin döndüğü bir gençlikle karşı karşıyayız. Dolayısıyla göç çok temel bir parametre olarak ortada dururken göçün yanında biz bu bahsettiğimiz farklı parametrelerin de destekleyici unsur olarak bulunduğunu söyleyebiliriz. 

 

Apaçi gençlerin yüzde 70’i Kürt kökenli 

 

Bize apaçi gençlik profilinden bahseder misiniz? Nasıl yaşarlar, çalışırlar mı, nasıl geçinirler, neler yaparlar, eğitimleri nedir, neleri yapmayı severler gibi…

 

Bu gençler öncelikle yüzde 60 hatta bazen yüzde 70’lere varan oranlarda Doğu ve Güneydoğulu yani Kürt gençlerdir. Ama burada şunun da altını çizmek istiyorum, etnisite burada bu gençlerin apaçi olmasının sebebi değil. İkinci göç dalgası Karadeniz’den olsaydı, belki biz burada “Lazlar apaçidir” diye konuşabilirdik. Balkanlar’dan olsaydı, “Balkanlar’dan göç edenler apaçidir” diyebilirdik. Burada göçün yönü ile ilişkili bir durum söz konusu, yoksa etnisiteden kaynaklanan bir durum değil.

 

Peki kim bu gençler?

 

Bu gençler en temelde okumaya, eğitim almaya devam etmek istiyorlar ama bu anlamda pek çok yoksunluk yaşıyorlar. Eğitim süreçlerinde bir kere en temelde ailelerinden destek bulamıyorlar, okula gittiklerinde öğretmenleriyle sorun yaşıyorlar. Çoğu zaman tavırları anlaşılmayan, bazen yanış anlaşılan ve bazen gerçekten de yanlış anlaşılmaya yol açan davranışlarda bulunan gençlerdir. Çoğu zaman bu gençlerin niye bu hareketleri yaptığı çok sorgulanmaz, onlar düzen bozucu ve mümkünse okul sürecinden dışlanması gereken gençler olarak algılanırlar. Ama buna rağmen bu gençler, okumak ve eğitim hayatından kopmak istemiyorlar. Liseyi zar zor bitirebiliyorlar ve çoğu için liseyi bitirmek bir ütopya, üniversiteyi bitirmek ise bir hayal. Peki bu gençler okuyamazlarsa ne yapacaklar? Okuyamazlarsa konfeksiyon atölyeleri, hal, tezgahtarlık işi, hizmet sektörlerinin alt kolları, fason, taşeron işler yani emek yoğun işler onları bekliyor. Dolayısıyla meslek anlamında da mesleki eğitim anlamında da ciddi sorun yaşıyorlar. Ailenizde, eğitiminizde ve mesleğinizle ilgili problem yaşıyorsanız, kente de adapte olmakta zorlanıyorsanız bu durumda karşınıza birkaç şey çıkıyor. Ve bunun yanında bu gençler haftalık 100-150 lira alıp, bu paranın hatırı sayılır kısmını ailelerine veriyorlar. Bu durumda da para bulmak için ya hırsızlık ya torbacılık ya da bir akran dayanışması içerisinde başka türlü yollara başvuruyorlar. Bu gençlerin pek çoğu, en azından benim görüştüklerim, sürekli olmasa da hayatlarının belli dönemlerinde bir çıkış kapısı olarak gerek hırsızlık, gerek torbacılık yöntemine başvurmuşlar.  

 

Dans etmeyi ve müziği seviyorlar 

 

Bunların dışında bu gençler dans etmeyi seviyorlar. Müziği seviyorlar, müzik onları rahatlatan bir unsur.  Damar, arabesk dinliyorlar, rap arabesk dinliyorlar. Müzik dinlediklerinde mutlu olduklarını düşünüyorlar. Madde kullanımı ile birlikte müzik dinlerlerse genelde bedenlerine zarar veriyorlar. O yüzden façaları sadece delikanlılıktan dolayı değil. Faça, hem kız hem de erkeklerde var ve sadece delikanlı kız veya erkek olmakla ilgili değil hikaye. Madde kullandığınızda istemsiz bir şekilde kendinize zarar verdiğinizde haz duyuyorsunuz, dolayısıyla bu gençler bu zevkin de peşindeler.  

 

Bu oyunda onlar görünmek istenmeyenleri oynuyorlar 

 

Kıyafetleriyle ve görünüşleriyle öne çıkmaya çalışıyorlar, görünmek istiyorlar. Çünkü görünmediklerine inanıyorlar. Zaten gerçekten de görünmüyorlar. Bu oyunda onların rolleri görünmek istenmeyenleri oynamak. Onlar da bu rolün farkındalar. Ama bazısı bunu kabullenmiş, bazısı da kabullenmemiş.

 

Apaçi gençlerin ailelerinin sosyo-ekonomik özellikleri nasıldır? Aileleriyle olan ilişkileri nasıldır?

 

Bu gençlerin aileleri büyük oranda göçmen aileler oldukları için ekonomik durumları tahmin edilebileceği üzere çok iyi değil. Babalar genelde maddi anlamda sıkıntılı işlerde, zor işlerde çalışıyorlar. Annelerse çalışmıyorlar, evdeler.  Bodrum katı evlerde oturdukları evler rutubetli ve ‘pis’. “Fakir insan pis insandır” diye bir algı vardır. Ama hayır, fakir insan pis insandır değildir aslında. Bodrum katta oturuyorsanız eviniz sürekli rutubetli ise ve rutubetin ürettiği koku evinizi her gün sarıyorsa ne kadar temizlerseniz temizleyin, o evi temiz yapamazsınız zaten. O eve dışarıdan bakan birisinin “Bunlar ne kadar da pis” şeklinde o ortamı etiketlemiş olması aslında ne kadar zeminsiz ve ne kadar düşüncesizce bir ifade…

 

Bu gençlerin yaşadıkları ailelerde çocuk sayısı çok fazla, yaşadıkları evler de zaten çok küçük. İnsanlar yatmaya bile zor yer buluyorlar. Zaten annenin eğitim seviyesini konuşmaya bile gerek yok. Ama babanın bile ilkokulu ya da ortaokulu zar zor bitirdiğini görüyoruz. Dolayısıyla eğitim olarak çocuklarını destekleyemeyen, çocuklarının kent hayatında bu anlamda arkalarında duramayan bir anne baba profilini görüyoruz. Dolayısıyla çocuklar ailelerine karşı alabildiğine kapalılar. Bu çocukların aileleri çocuklarının madde kullandığını, hırsızlık yaptığını, kavgalara karıştığını, kimi kez nezarethaneye girip çıktığını, suça bulaşma eğiliminin çok yüksek olduğunu, taciz ve tecavüz davalarında rol oynadıklarını çok fazla bilmiyorlar. Bilenler de az biliyorlar.

 

 

Apaçilerin tehlikeli olduklarını söyleyebilir miyiz? 

 

 Aslında bu anlamda evet tehlikeliler tabi ki. Bir hırsızın tehlikesiz olduğunu söylemek zaten saçma olur. Fakat yine “15-16 yaşındaki bir çocuk neden hırsızlık yapar?” sorusunu başa dönerek sormamız lazım. Yani “Ben neden yapmıyorum, siz neden yapmıyorsunuz, o neden yapıyor?” sorusunu sormamız gerekiyor. Evet bunun tıp dilinde bir karşılığı var, bu bir rahatsızlık olabilir. Ama bu rahatsızlık az sayıda insanda görülür, onun dışında hırsızlık birkaç sebepten dolayı yapılır. İhtiyacınız vardır, ihtiyacınız karşılayamıyosunuzdur veya kafanızda kurduğunuz birtakım idealler vardır, ulaşamıyorsunuzdur ve bu ideallere çalarak ulaşmaya çalışırsınız.

 

Bakkaldan patates çalarak yemek yapıp oruç tutuyorlar

 

Bunu ilginç bir örnekle açıklayayım; Ramazan ayında gençlerle görüştüğümüz bir zamanda, birlikte iftar yapalım diye konuştuk. Bu süreçte 50 kişi ile iftar yapmaya niyetlendik ve bir akşam buluştuk. 50 kişiden 5-6 kişi oruçluydu. Görüştüğüm çocuklardan bir tanesi dedi ki, “Hocam, oruç tutuyoruz ama nasıl tutuyorum biliyor musunuz?” dedi. “Nasıl tutuyorsunuz?” dedim. “Vallahi Hocam, yiyecek bir şey bulamadım, gittim bakkaldan patates, soğan çaldım, yaptım yemeği yedim. Oldu mu sizce orucum Hocam?” dedi. Şimdi bu çok zor bir soru. Bunu bir İslam fakihine sormak lazım. Yemek bulamamışsınız, oruç tutmak istiyorsunuz; çalıyorsunuz ve oruç tutuyorsunuz. İlginç bir durum var ortada.

 

İhtiyaçları karşılansa hırsızlık yapacaklarını düşünmüyorum

 

Bununla birlikte bu çocuklar gençler, ergenler. Yani kaliteli şeyler giymek istiyorlar, kaliteli şeyler yemek istiyorlar ve bunlara ulaşamıyorlar. Dolayısıyla bu anlamda hırsızlık buna ulaşmada çok temel bir araç olarak da kimi zaman öne çıkabiliyor. Ama aynı zamanda hırsızlık bu arkadaşlar için bir akran dayanışmasına, bir tayfa organizasyonuna ve bir çete unsuruna dönüşebiliyor, işin bu tarafı da var.  Bu anlamda birbiri içine girmiş farklı hikayeler var. Ama en temelde bu çocukların eğitim ve meslek süreçleri tekrardan kurulabilirse, çocukların pek çoğunun hırsızlık yapmak gibi bir ihtiyacının kalmayacağını düşünüyorum. 

 

Apaçi gençler saç şekilleriyle, kıyafetleriyle diğer insanlardan farklı oldukları mesajını veriyorlar. Apaçi gençlerin biraz tarzından bahsedelim istiyorum… Biraz özentilik de var mı?

 

Şimdi mesela bu gençler Taksim’deki yaşıtları gibi giyinmek istiyorlar. Bu aslında basit bir istek. Onları özenti olarak tanımlayan bizleriz. Ama onları özenti olarak tanımlarken şunu sormuyoruz; mesela Etiler’de, Ulus’ta gezen çocuklar gibi, benzer markaları giyen çocuklar özenti olmuyor, bu onlar için normal. Ama Esenler ya da Bağcılar’da aynı markaların imitasyonunu giyen arkadaşlar özenti oluyor. Özentilik bile bir kodlama, bu bile bir tanımlama aslında. Evet bu gençler itibar edilen gençler gibi olmak istiyorlar. İtibar edilen gençler kim peki?  İtibar edilen gençler, Etiler ya da Ulus’takiler gibi giyinip, maddi durumları iyi olan ve polisin gördüğünde çevirmediği gençler. Sizin bizim gördüğümüzde yüzümüzü buruşturmadığımız, a ne güzel, ne şık giyinmiş dediğimiz gençler. Ama aynı kıyafetleri bu gençler giydiğinde ten renklerinden, bakışlarından, kollarındaki çiziklerden dolayı onlar Apaçi oluyorlar. Burada çok ilginç bir nokta var ve burayı görmemiz ve kaşımamız lazım biraz. Kitabın asıl amacı bu zaten; ‘acaba onlara tersten bakabiliyor muyuz’ sorusunu sormak. Bir bizim onlara bakışımız var, bir de onların bakışları var. Sempatiye kaçmadan bir empatik tavır geliştirebiliyor muyuz? Asıl çabamız biraz da bu. Dolayısıyla özentiliğin ötesinde bence başka bir şey

var. “Ben de var olmak istiyorum, kentte var olan insanlar gibi ben de var olmak istiyorum.” Çok basit bir istek aslında bu, çok sıradan bir istek. Sizin çevrenizde üniversiteyi kazanmış iyi bir bölümde okuyan birisi olmak istemeniz gibi onlar da toplumda kabul görmek ve onlar gibi olmak istiyorlar. 

 

Kendisine “Ben apaçiyim” diyen birini görmedim 

 

Apaçi “kıro, maganda, amele” gibi aşağılama ifadesi olarak argo sözcüklerin yeni bir versiyonu olarak kullanılırken, apaçilerin toplumda hor görülen, dışlanan ve alay edilen bir grup olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Peki, apaçilerin gözünden bakarsak, apaçilik bir apaçi genç için ne anlam ifade ediyor? Apaçiler kendilerinin toplumda böyle konumlandırılmasından ve kendilerine apaçi denilmesinden rahatsızlık duyuyorlar mı?

 

Ben bu görüşmeler sırasında “Ben apaçiyim” diyen biriyle görüşmedim. Zaten insanın kendisine kıro ya da maganda demesi mümkün değildir. Herkes bu kodlamanın, bu ifadenin ne manaya geldiğini çok iyi biliyor. Dolayısıyla çocukların içinde “Ben apaçiyim” diyen yok. Ama bununla birlikte kent hayatıyla yüzleştikleri alanlarda ve kamusal alanlarda kendilerini diken üzerinde görüyorlar. Zaten dışlama dediğimiz şey bakışlarla oluyor. Bir insanı bir ortamda cümle kurmadan sadece bakarak rezil edebilirsiniz, hatta sadece bakmayarak bile. Gözden göze giden o temas çocuklar tarafından çok iyi algılanıyor zaten. İdefix adlı kitap satış sitesinde kitap yayınlandıktan sonra 200’e yakın yorum yazıldı ve bu yorumlara bakılmasını tavsiye ederim. 

 

Yorumlar onları yok eden bir dışlama diline dönüşmüş durumda 

 

Yorum yazanların pek çoğu prestijli işlerde çalışan insanlar, armatör, sanat yönetmeni, editör, yönetici, müdür… Ama yapılan yorumlara bakıyorsunuz, yorumlarda hiçbir olgunluk yok, tamamen argo ve hakaretten ibaret. Aslında bu o kadar ötekileştirici ve zorlayıcı bir üslup ki, bu çocuklar bunları biliyorlar. Hatta ufak bir anekdot anlatmak isterim, kitap kapağında fotoğrafı bulunan çocuklardan bir tanesi aradı beni, Facebook’ta yorum yapanların adreslerini bulduk, indirelim mi?” dediler. Dedim ki, “Aman, sakın ha!” Dolayısıyla çocuklar bunu böyle görüyorlar biraz. Bunun gerçekten onları yok eden, yok sayan bir dışlama diline dönüştüğünün farkındalar. 

 

Esenler apaçilerin memleketi olarak anılıyor 

 

Araştırma örneklemi olarak apaçi gençliğin yoğun olarak yaşadığı Esenler ilçesi seçilmiş. Peki apaçilerin özellikle İstanbul’da en çok yaşadığı yerler nereleri?

 

Esenler, üç temel bileşenden hareketle İstanbul’daki 5-6 ilçenin arasından öne çıktı. Bu bileşenlerden birincisi eğitim; eğitim standardının ve kalitesinin en düşük olduğu ilçelere dönüp baktığımızda karşımıza Bağcılar, Esenler, Sultangazi, Sultanbeyli, kısmen de Güngören çıkıyor. İkincisi meslek dağılımı, bu ilçelerde eğitimde olduğu gibi meslek dağılımında da benzer durumun söz konusu olduğunu söylemek mümkün. Atölyecilik ve fason işçiliğin daha fazla yaygın olduğu ilçelerde, çalışanların yüzde 70’i işçi olarak çalışıyor. Üçüncü bileşen ise göç, İstanbul’da en aktif göç alan 5-6 ilçenin bu ilçeler olduğunu görüyoruz. Bu anlamda Esenler, hem eğitimin hem meslek süreçlerinin hem de göçün bir bileşeni olarak karşımıza çıktı. Diğer ilçeler de örneklem olarak seçilebilirdi ancak 3-4 ay boyunca Taksim ve Beyoğlu’nda yaptığımız mini anketler sonucunda sorularımızın karşılığında hep Esenler-Bağcılar hattının çıktığını gördük. Ayrıca sosyal medya konuşma ve tartışmalarında Esenler’in Apaçi memleketi olarak anıldığını, defaatle geçtiğini, böyle bir etiketlemenin öne çıktığını gördük. Hattızatında Esenler’e gittiğimizde birkaç günlük geziden sonra her köşe başında bekleşen ve dışarıdan bakıldığında Apaçi olarak tanımlanabilecek gençlerin oldukça fazla olduğunu fark ettik ve merkezimiz bunun için Esenler seçildi. 

 

Evlilik ve askerlik onlar için bir dönüm noktası  

 

Apaçilerin hayatla ilgili hedefleri nelerdir?Apaçilik genelde gençlikle ilgili ortaya çıkan bir kavram, peki gençlik bittikten sonra hayat nasıl evriliyor onlar için?

 

Birincisi, gençlerin pek çoğu için günü kurtarmak temel bir hayat felsefesi haline gelmiş. İkincisi de yaşadıkları gerek maddi gerekse manevi yoksunluk ve yoksulluklardan bir şekilde çıkabilmek temel gayeye dönüşmüş. Dolayısıyla eğitim, nitelikli bir işte çalışmak ya da nitelikli bir işin peşinden koşmak, yaşadıkları ev ortamından ve bulundukları sosyal ortamdan bir şeklide sıyrılabilmek ve Esenler için söylersek, Esenler dışarısında bir hayatı yaşayabilmek en temel gaye. Araştırmamız sırasında gençlere sorduğumuz sorulardan birisi de şuydu: “İleride evlenirseniz nerede oturursunuz?” Kız ve erkeklerin yüzde 100 oranında verdiği birinci cevap şu, “Kesinlikle Esenler’den birisiyle evlenmeyiz. İkinci cevap da “Evlenirsek de kesinlikle Esenler’de oturmayız.” Bunun üzerine sorduğumuz,“Peki nerede oturursunuz?” sorusuna yüzde 70’inin verdiği cevap şu: “Bilmiyoruz”. Çünkü bu gençler İstanbul’u bilmiyorlar, tanımıyorlar ki… Peki  bu hikaye nasıl değişecek?

Erkekler için askerlik, bayanlar içinse evlilik dönüm noktası. Kızlar evlenip mutlu bir aile kurarlarsa yaşadıkları pek çok sorunlu ilişkiden kurtulabileceklerini düşünüyorlar. Erkekler içinse askerden döndükten sonra maddeyi bırakmak, suça bulaşmamak, düzenli bir iş ve meslek sahibi olmak önemli. Kızlar için eğer süreç kötü giderse, maalesef kızların bir kısmı konsomatris oluyor ya da fuhuş sektörüne dahil oluyorlar. Erkekler ise serserilik, magandalık, ‘kıroluk’ gibi bir hayat şekline dönüşmüş olan bu sert hayatı müzikhollerde, tavernalarda devam ettiriyorlar. Ve yine suçun çok fazla işlendiği alanlara girmeye başlıyorlar. 

 

Ben birkaç ay boyunca onların gözünde sivil polistim 

 

Araştırmanız sırasında Apaçiler’in çalışmayı yürüten araştırmacılara karşı tutumları nasıldı?

 

Ben onların gözünde birkaç ay süre boyunca sivil polistim. Çünkü bu çocuklara bir şey vermek için yanlarına gelen çok az insan var. Dolayısıyla kimseye güvenmiyorlar, haklılar da güvenmemekte. Onlar hala suç işlemeye devam ediyorlar ve ben tehlikeli birisiyim onlar için. Çünkü topladığım bilgiler karşılığında onların başını sıkıntıya sokabilirim. Uzun süre bu hikayemiz böyle gitti. Bu süreçten sonra da her bir şeyimizi paylaşır noktaya geldik.

 

Doğan ya da Şahin’e atlayıp birlikte piyasa yaptık

 

Bir süre sonra aynı kaptan yemek yediğimiz, aynı kaptan su içtiğimiz, aynı Doğan, Şahin’e atlayıp gezdiğimiz onların tabiriyle  ‘piyasa’ yaptığımız, aynı sokakta volta attığımız, köşe başında bekleştiğimiz bir gerçekliğe dönüştü ilişkimiz. Tez biteli aşağı yukarı 7-8 ayı geçti biz hala onlarla görüşmeye devam ediyoruz. Hatta kitaptaki arkadaşlardan bir tanesi Baran, dün telefon etti. “Hocam, ilk sınav fena geçmedi” dedi, Baran’ın üniversiteye girme ihtimali var. İkinci sınava çalışması gerekiyor, ama para olmadığı için kursa gidemiyor. Benim Boğaziçi Üniversitesi’ne konferansa gittiğimi duymuş. “Hocam, Boğaziçi’ne gidiyorsun, vicdan sahibi birisi varsa hani bize biraz matematik falan anlatsa” dedi. Ben de gittiğim konferansta arkadaşlara söyledim ve birkaç arkadaş da yardımcı olabileceğini söyledi. 

 

Alternatifleri yok 

 

Çocuklar samimiler ve karşı taraftan onların iyiliğine bir hamle gördüklerinde pek çok şeyi bırakmaya hazırlar. Ama onların önlerinde bir alternatif olmadan ‘şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın’ denildiğinde bu bir işe yaramıyor. Çünkü zaten onlar bunu biliyorlar.  Çocukların hepsi yaptıklarının yanlış ve hatalı olduğunu hatta bazıları bunların çok büyük günah olduğunu biliyor. Ama yine de bütün bunları yapmaya devam ediyorlar. Çünkü alternatifini görmemişler. Bir alternatif hayat yok onlar için. Bir alternatif ilişki zemini, sosyallik, aile ilişkisi bunların hiçbirini görmemişler. Dolayısıyla mecburen ve mahkum olarak belki de bir şekilde bu hayat devam ediyor onlar için.

 

Apaçilerin kitap yayınlandıktan sonra kitapla ilgili düşünceleri ne yönde oldu? Kitap kapağındaki fotoğrafta yer almayı nasıl kabul ettiler?

 

Bir yıl sonraki ilişki onların fotoğraflarını kitap kapağına koymak istemeleri düzeyine geldi. Biz kapakta aslında bu fotoğrafı kullanmayacaktık. Başka şeyler çalıştık, onlara gösterdik ve kitabın hacmini de görünce “Hocam, tamam kitabın kapağında sen bizi koy. Biz bunu göze alıyoruz.” dediler. Bu gerçekten bu çok büyük fedakarlık çünkü yüzlerce küfür yediler, yüzlerce hatta binlerce bile diyebilirim. Geçtiğimiz günlerde Twitter’da TT oldu kitap bir gün boyunca durdu, orada pek çok yorum yapıldı, tartışmalar, hakaretler falan.  Aslında bu güven ilişkisinin belli bir zaman sonra ortaya çıkmasıyla ortaya kabaca böyle bir zemin çıktı. Kitaptan memnunlar. Bunun konuşulmasından memnunlar, en azından apaçiliğin bir kere dahi olsa düzgün bir şekilde tartışılabildiğinden memnunlar.

 

Ankaralı gençlerden Apaçi dansı… 

 

video yukleniyor

 

 

 

Apaçileri yok sayıp, apaçi müzikleriyle eğlenmek ne yaman bir çelişki 

 

Apaçilerin toplumdan dışlanmış olmasına rağmen apaçi müziklerinin insanlar üzerinde etkili olmasını neye bağlamak gerekir?

 

Ben bunu kitapta şöyle tartışıyorum, bu alt kültür örnekliği aslında toplumun ana kültürünü temelden etkilemiştir. Yani bu rengarenk kıyafetlerle gezen çocuklar diğer gençlerin pek çoğunun da kıyafet biçimini etkilemiştir. Dinledikleri müzik pek çok insanın gencinden yaşlısına hem dans ettiği hem de cep telefonu melodisi olarak kullandığı bir müziğe dönüşmüştür. Mesela Apaçi Hasan Amca 10 milyondan fazla tıklanarak izlenmiştir. Apaçi Hasan Amca torununu eğlendirmek amacıyla yaptığı dansla öne çıkmış bir isim aslında, internette bunun farklı videoları da var. Şunu söyleyebiliriz temelde gerek saç şekli, gerek kıyafet, gerekse müzik dinleme tarzı gerekse dans hareketleriyle gençler geri kalan bütün gençlik kesimlerinin pek çoğunu en temelden etkilemişlerdir, onlara sirayet etmişlerdir. Bu da enteresan bir yaman çelişkidir aslında. Bir yandan onları eleştirenler, yok sayanlar ve görmezlikten gelenler ama aynı zamanda onların bir şekilde ürettikleri kültürel formu da belli oranda benimsemişler, kabul etmişlerdir. 

 

Bir de apaçilere apaçi diyenleri incelemek lazım 

 

Çalışmanız kapsamında yaptığınız saptalamalardan bir tanesi de, apaçiler tartışmalarında apaçilerin söze karışıp “hayır mesele aslında öyle değil de böyle” dememesi olarak karşımıza çıkıyor. Bunun nedeni ne olabilir?

 

Onu diyemezler zaten.  Mesele şöyle, diyelim ki ben sizi tanımıyorum, sizi uzaktan gördüm ve size hakaret etmeye başladım. Bir, iki, on, beş, yirmi sürekli her gördüğümde aynı şeyi yapıyorum. Siz benim karşımda konuşamazsınız ki ne konuşacaksınız… Celladına aşık olan mahkum pozisyonu var burada. Ben sizin celladınızım her gördüğümde kesiyorum sizi, siz konuşamazsınız ki… Kursanız da kuracağınız cümle gene hakaret olur yine. Refleksif olarak hiçbir şey yokken bana hakaret ediyorsanız ben de size hakaret etmeye başlarım. Böyle bir şey yani. Ha bu gençler tacizci olarak anılmıyorlar mı var elbette ama tamamının böyle yaptığını söylemek toptancılık olur, toptancı bir değerlendirme olur. Bununla birlikte yaftalama kültürü ve etiketleme kültürü söz konusu. Ben internetteki taramalarda binlerce sayfalık dökuman oluşturdum. Bunların yüzde 95’i apaçi olmayan, apaçileri apaçi olarak tanımlayanlar tarafından yazılanlardı. Yüzde 5, yüzde 3 hatta “Ben apaçi değilim, biz apaçi değiliz, hop  bizi anlayın” filan cümleleri çok azdı. Niye? Çünkü konuşamazlardı ki, ne konuşacaklardı yani. Şunu söyleyeyim, niye apaçi olmadıklarını söylemek zorunda hissetsinler ki kendilerini, zaten değiller. Ama sürekli herkes birileri “Sen apaçisin, sen apaçisin, sen apaçisin…” diye yükleniyorlar. Onlar da buna karşılık “Hayır değilim. Ben böyle birisi değilim aslında.” diye düşünüyorlar. Bu ilginç bir süreç ve bunu duyumsayabilmek için çocuklarla belli bir süre vakit geçirmek gerekiyor. Özet olarak yaşanan durumu böyle tanımlayabilirim. Bu çocuklar argo konuşan çocuklar; onların tabiriyle atarlı, giderli çocuklar, onlar da belki birisi ters baksa bile döverler onu, onların çözümleri budur en temelde. Dolayısıyla internet ortamında yaptıkları küfürler hakaretler onlara yapılanlarla kıyaslandığında bana göre daha masum. Niye? Çünkü onlara küfür edenler okumuş yazmış insanlar. Adam üniversite bitirmiş ağza alınamayacak küfürler ediyor. Eğitim sürecinden kopmuş,  maddi yoksunluk ve kendine içinde bir kimlik sorunu yaşayan bu çocuğun küfretmesi bir yere kadar normal anlaşılabilir. Peki öbürünü nereye koyacağız? Asıl soru bu bence, öbürünü neyle tanımlayacağız? Kitap tartışmalarında birisi demiş ki ve güzel bir tespit de olmuş; “Hocam, bir de sen apaçilere apaçi diyenleri bir incele Allah rızası için, asıl incelemeye layık olanlar bunlar. Bir de ‘beyaz Türk’leri ya da orta sınıf faşizmini üretenleri incele” Gerçekten de durum böyle.

 

On5yirmi5