Türk Romanlarındaki İstanbul Tasvirleri

Dünya Hali
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., 19’uncu yüzyılın sonlarıyla 20’nci yüzyılın başlarında yazılan 25 Türk romanındaki unutulmaz İstanbul tasvirlerini tek kitapta topladı.   &...
EMOJİLE

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., 19’uncu yüzyılın sonlarıyla 20’nci yüzyılın başlarında yazılan 25 Türk romanındaki unutulmaz İstanbul tasvirlerini tek kitapta topladı.

 
“Çamlıca’ya cennet bahçelerinin yere inmiş bir parçası denilse yeridir. Eğer Allah dünyada ölümsüzlük suyu bulunmasını dilemiş olsaydı, o güzelliği Çamlıca suyuna verirdi.” İNTİBAH/Namık Kemal
 “Türk Romanından Bir Demet İstanbul” isimli kitap, aralarında Namık Kemal’in İntibah’ı, Recaizade  Mahmud  Ekrem’in Araba Sevdası, Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah’ı, Ahmed Hamdi Tanpınar’ın Huzur’u ve Peyami Safa’nın Canan isimli romanının da bulunduğu Türk Edebiyatı’nın en seçkin 25 romanından derleme yapılarak hazırlanmış.

Prof. Dr. İskender Pala’nın yayın danışmanlığını, şair ve yazar olan Ekrem Kaftan’ın editörlüğünü yaptığı bu seçki ile okuyucunun, bir zamanların İstanbul’unu zihninde canlandırması ve insan ilişkilerini yeniden tasavvur etmesi amaçlanıyor.

İşte kimi zaman Boğaz manzaraları, kimi zaman sosyal ilişkileri, kimi zaman da mimarisiyle romanları süsleyen İstanbul’un unutulmaz tasvirlerinden birkaç örnek!!!
 
TANPINAR’a “ah” Dedirten İstanbul    
(MAHUR BESTE 1901-1962)

“Ah, eski İstanbul! İçten içe kaynayan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla, kin ve sevgileriyle, birdenbire coşan nefretleriyle, kaynayan sular gibi içten dönen ve derinleşen dolaplarıyla, daima kızdırılmış bir kaplan gibi atılmaya, parçalamaya hazır ocaklarıyla, tekkeleriyle, esnafıyla, o kadar dağınık dağınık, parça parça göründüğü halde istediği gün sokakta, çarşıda, meydanda birdenbire birleşen, acayip ve korkunç bir mahluk gibi halka halka büyüyen, genişleyen, okyanuslar gibi homurdanan, önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan, devirip alt üst eden… Kadınını, erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlılığın üstünde canlı şehir.”
 
HALİDE EDİP’in Kaleminden Kâğıthane’de Bir Hıdrellez Günü
(SİNEKLİ BAKKAL 1884-1964)

“Hıdrellez günü göğün altında bugün hiçbir şehir bu kadar cümbüşlü bir kalabalıkla kaynaşmaz, hiçbir sokak bu kadar başka sesleri birbirine karıştıran böyle bir uğultu çıkarmaz. Ahalisi bu kadar kuzu kızartıp helva pişirmez.

İstanbul, gümüş, sisli bir sabah rüyası görüyor. Kâğıthane’de, yeşil çayırlarda şimdi öbek öbek toplanan halk arasında darbuka, zilli maşa, tef, zurna sesleri arasında kara göbeğini çalkalayan çingene Pembe…”
 
Kadıköy’ün Küçük Bahçeli Zarif Binaları
 (PEYAMİ SAFA-CÂNÂN 1899-1961)

“Araba güzeller yollardan geçiyor. Bedia buralarını çok sever. Buraları Kadıköy’ünün sımsıkı şehir hayatından uzak, ama yine medeni yerleridir. Güneşli, az insanlı, tozlu bir yol. Küçük büyük bahçeler içinde zarif binalar. Bazılarında belli ki vaktiyle saltanat sürülmüş. Bahçede uşaklar için ayrı daireler, araba ahırları, emekle yetiştirilmiş ağaçlar…

Ne yazık ki buraları da birkaç sene sonra ya tamamıyla zengin Hıristiyanların eline geçecek, Boğaziçi’nin Anadolu tarafı da harabeye dönecek.”

  
YAKUP KADRİ’nin Gözünden Şişli’nin “yeni usul” Apartmanları
(KİRALIK KONAK 1889-1974)

“Şişli’nin yeni usul elektrikli, banyolu apartmanları, Servet Bey’i gittikçe çekiyordu. Vakıa bu apartmanların merdivenlerini çıkarken ’Ne yazık, asansör yok’ diye hayıflanıyordu, fakat Türkçe ve Frenkçe numarası yazılmış, zil düğmesi parıl parıl parlayan kapılardan içeri girip de burnu boyanmış parke kokusunu alır almaz adeta içi açılıyor, ocağı çini taklidi Frenk tuğlalarla döşenmiş mutfakta dakikalarca kalıyordu. Sonra balkona çıkıp caddeye bakıyordu; cadde genişliği, gürültüsü, telgraf, telefon, tramvay telleri, otomobilleri, ortasından geçen rayları, duvarlarındaki ilanları ile onun beyninde tamamıyla bir Avrupa şehri manzarasını canlandırıyordu.”
 
Billur Çerçeveli İstanbul Üçgeni
(MİZANCI MEHMED RAUF – TURFANDA MI TURFA MI?)

“Her şey göz önündeydi. İşte üç taraftan billur çerçeve ile çevrilmiş İstanbul üçgeni! Bulutlara doğru âlemlerini kaldırmış minarelerden dolayı bin direkli muhteşem bir gemi şeklinde azametle duruyordu.
İşte binlerce deniz taşıtını arkasına yüklenmiş ve iki büyük çemberle kuşanmış “Altın Boynuz”  yani Haliç!
İşte tatlı bir duman için keyif süren Adalar. Daha arkada Yalova,  Mudanya tepeleri.”
 
Aksaray’da Bir Yaz Günü
(HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR – ŞIPSEVDİ)

“Aksaray tramvay durağında Nalıncı ve Şekerci sokaklarının başlarındaki ızgaralar yağmur sularını toplamak ve uzaklaştırmaktan daha başka hizmetler görerek de dikkati çekiyorlar. Bu baca ağızları fakir halkın âdeta bülbüllü, sümbüllü hoş kokulu bir havuz başı eğlence yeridir. Yaz günü uçan haşeratın her çeşidi buralarda vızıldar. Rutubetten etraflarında yosunlar, çimenler yetişir. Bu has bahçenin güzelliğinden en çok faydalananlar tramvay işçileridir. Yazın insanı kesen sıcak günlerinde, Eminönü’nden Aksaray seferini tamamlayınca, o beş altı dakikalık hizmet arası sırasında tramvay ispirleri bu sokakların başlarındaki sıra ağaçların yahut çeşmenin kısa gölgesine sığınırlar. Bu ferahlatıcı havuzların hemen yanına iskemleyi atıp acele bir dinlenme kahvesi içerler.
Akşama doğru bu sokakların ağızları balıkçı tablaları, yemişçi, sebze küfeleriyle, birer yiyecek sergisi halini alır.”