Martin Luther King’in oğlu konuştu

Dünya Hali
 ABD’deki efsanevi yurttaş hareketinin önderi Martin Luther King’in oğlu siyahların ikinci sınıf vatandaş olarak muamele edildiği düzene başkaldırının sembol isimlerinden olan babası ...
EMOJİLE

 ABD’deki efsanevi yurttaş hareketinin önderi Martin Luther King’in oğlu siyahların ikinci sınıf vatandaş olarak muamele edildiği düzene başkaldırının sembol isimlerinden olan babası gibi bir insan hakları aktivisti. Babasının felsefesini devam ettirmek için kurulan King Center’ın idaresi konusunda kardeşler arasında yaşanan uzun süreli kavgalardan sonra 2010 yılında başkanlık koltuğuna oturdu.

 

 

Dünya toplumları arasında barışçıl diyaloğun desteklenmesi ve krizlerin şiddet karşıtı yöntemlerle çözülmesi için dünyayı dolaşıp konferanslar veriyor. Geçen hafta Uluslararası Caz Festivali için İstanbul’a geldi. Gelmişken boş durmadı ve İstanbul Şehir Üniversitesi’nde öğrencilerle bir araya geldi. Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’le de görüştü. İstanbul seyahati sırasında denk geldiği 1 Mayıs olaylarını ve hak arama mücadeleri kapsamındaki eylemcilik kültürünü konuştuk.

Başkanı olduğunuz King Center’in temel fonksiyonu nedir?

Annem ve babamın mirası üzerine devam ettirdiğimiz işlerin genel felsefesi küresel barışın desteklenmesi. Babam ırkçılık, yoksulluk, şiddet ve militarizmle mücadele etmek için yola çıktı. O ve ekibi bu hedef için stratejik bir planla hareket ettiler, etkin de oldular. Ancak maalesef o yolu tamamlayamadan önü kesildi. Ben de o yolda devam etme, onun başlattığı işi devam ettirme yönünde bir sorumluluk hissediyorum. Elbette onun meselesi ABD’nin iç işiydi ama verdiği mesaj bugünkü kaotik ve şiddet dolu dünyamızın geneline uyarlanabilecek tınılar taşıyor. Şiddetin tavan yaptığı bu ortamda, şiddet karşıtı mesajı olan bir felsefenin bir taze nefes olabileceğine inanıyorum. Krizlerin çözümü için şiddet karşıtı bir modelin desteklenmesi için doğru dili bulmamız gerekiyor.

TÜRK İNSANIYLA İLİŞKİMİZİN BAŞLANGICI MÜNİR ERTEGÜN

İlk defa geldiğiniz Türkiye’ye ABD’den bakınca nasıl bir algınız vardı?

Bizim Türkiye algımızdaki temel aktör 1930’larda Amerika’da görev yapan Türk Büyükelçi Münir Ertegün olmuştur. En sıkıntılı dönemlerde rezidansını siyah sanatçılara açmış, orada müzik yapmalarını sağlamıştır. Siyah müzisyenlerin hiçbir ortamda çalamadığı bir dönemden bahsediyoruz. Hatta Amerikan hükümetinin bu davranışı nedeniyle kendisine tepki göstermesine ve yapmamasını telkin etmesine rağmen, bunu yapmıştır. Kendisini ‘Siyahları evine sokma’ diye uyaranlara ‘Onlar benim dostlarım. Evime ön kapıdan girerler. Sizin arka kapıdan girip girmemeniz de umrumda değil’ yanıtı vermiştir. O kadar da ileri gitmiştir yani. O dönemden beri Türkiye ile devam eden bir ilişkimiz oldu. Türk Büyükelçisi Ertegün’ün liderliğini yaşadıktan sonra bizler hep Türk insanlarına büyük saygı duyduk.

Bugünün Türkiyesi sizin için ne ifade ediyor?

Görebildiğim kadarıyla köprü benzetmesi sizler için Türkiye’yi anlatırken anahtar bir tanım. Ama o köprü fonksiyonunun sürdürülebilir olması şart. O köprüyü koruyabilmek için de sadece bir algıyı temsil etmekten o algının kendisine dönüşmelisiniz. Kürt meselesi ekseninde bazı sorunlar olduğunu biliyorum. Ama bana sorarsanız esprili bir yanıt vermeyi tercih edebilirim. Bence en büyük sorununuz bu şehirdeki trafik. Bu trafikle nasıl yaşanır dostum? (Gülüyor)

Babanızın siyasi hareketi aslında kiliseden doğdu. Size göre 21.Yüzyıl’da siyasette dinin bir sınırı var mı?

Babam kilisenin bir insanın sadece içsel yolculuğundan değil, tüm hayatının gelişiminden sorumlu olduğuna inanırdı. İnsanların iş, eğitim, ev-bark ihtiyaçlarının hepsinin sorumluluk alanına girdiğine inanırdı. Oysa bazı papazlar görevlerini sadece ibadet olarak tanımlar. Böyle düşünenler tarafından çok da eleştirildi babam. Bana göre de inanç hayatın farklı alanlarıyla ve aldığımız kararlarla kesişebilir. Ama burada sorun inancın diğer kararlar üzerinde kısıtlayıcı bir unsuruna dönüşebilmesinde.

Hükümetler de bütün inanç gruplarını ve hatta inançsızları kucaklayacak politikalar üretmek zorundadır. Mesele insanoğlunun onurunu ve saygınlığını kucaklayabilmektir. Eğer işe ‘Sen bir Müslüman’sın, sen bir Hıristiyan’sın’ noktasından başlarsanız zaten en baştan bir bariyer koydunuz demektir. Babam hiçbir zaman o noktadan başlamadı. Daima toplum için herkesle ortak çalışabilmenin hayalini kurdu.
m Örnekler üzerinden gidersek… Eşcinsellik mesela. Nasıl bir noktada duruyorsunuz?

Kuran, Tevrat, İncil… Muhtemelen hepsi eşcinsellik konusunda olumsuz birşey söylüyor. E, iyi de etrafımızda sevmek ve sevilmek isteyen eşcinsel insanlar var, yok mu? Ben inançlı bir Hıristiyan olarak onları reddetmek durumunda mıyım? Hayır. Eşcinsel dostlarım, eşcinsel kuzenlerim var. Onlar da herkes gibi yaşamayı hak ediyor. Benim inancım gereği siz sevemezsiniz diyemem ki. Buradan başlamak doğrudan insanların haklarını kısıtlamaktır.

ÜLKENİN LİDERİNİ DEĞİŞTİRMEK BAŞKA HÜKÜMETİN İŞİ DEĞİL

11 Eylül sonrasında başlayan Batı ve İslam dünyası arasındaki çatışma ne durumda? Boston maratonunda patlayan bombalardan sonra tekrar gündeme geldi. Taraflar barışacak mı?

Evet bu mutlaka olacak ama ne zaman olacağını söylemek zor. Bazı bireyler yüzünden bütün bir dinin mensuplarını suçlayamazsınız. 1993’te Oklahoma’yı bombalayanlar Hıristiyan’dı. Ertesi gün çıkıp bütün Hıristiyanları suçlamadığımıza göre başka örneklerde de kalkıp bütün Müslümanları suçlayamayız.
m Arap ülkelerindeki ayaklanmaları ve hak arayışını nasıl görüyorsunuz?

O ülkelerde geçiş süreci kendini şiddetle ifade ediyor. Çünkü insanlar baskıya tahammül edemediler. Suriye’deki şiddet döngüsünün başka ülkelerde de süreceğini düşünüyorum. Eğer gerçekleri konuşacaksak bir zamanlar o diktatörleri ABD’nin nasıl desteklendiğini de konuşabilmeliyiz. Saddam Hüseyin’in dahi desteklendiğini, silah yardımı yapıldığını unutamayız. Bana göre bir ülkedeki devlet başkanının başka ülkeler tarafından indirilmesi talihsizdir. O kişi halkına zulmediyor bile olsa bu başka ülkelerin hükümetlerinin işi değildir. Düşünsenize Çin gelse ABD hükümetini değiştirmeye çalışsa. Buna en başta Amerikan halkı izin vermez.

"Hak arayışında şiddet doğru yöntem değil"

İstanbul’daki olaylı 1 Mayıs’a denk geldiniz tesadüfen. Bir insan hakları aktivisti olarak gördüklerinizi nasıl yorumladınız?

Polisin eylem yapmak isteyenleri engellemeleri yönünde talimat aldığını duydum. Benim ülkemde izniniz olduğu sürece yürümenizin de, eylem yapmanızın da bir mahsuru yoktur. Amerika’da insanlar bunu devamlı yapar.

Taksim Meydanı’na çıkış izni yoktu. Devlet Taksim’deki inşaatı gerekçe gösterip, yürüyüşün başka bir noktada yapılmasında ısrarcı olunca büyüdü işler.

İstedikleri yerden yürüselerdi olurdu, kimseye zararı olmazdı ki bunun. Bana kalırsa o izin verilmeliydi. İnsanların seslerini duyurmasının engellenmesi biraz fazla ileri gitmek değil midir? Halklar daima seslerini duyurmak için eylem yapmalı. Ama eylem derken barışçıl gösterileri kastediyorum tabii ki.

ÖZÜR İÇİN CLINTON’A KADAR BEKLEDİK

Tam oraya gelecektim. Devlet taş ve demir bilye atarak polisleri yaralayan bazı göstercileri örnek gösterip neredeyse bütün eylemcileri ‘marjinal ve militan’ olmakla itham etti.

Bu propogandadır, başka şey değil. Ve iyi bir şey de değil. Maalesef bu talihsiz ve miyop bir yaklaşım. Hükümetler genelde hata yaptıklarını kabul etmek istemezler. Ancak bence hatalarını kabul edip ‘Düzelteceğiz gelin bizimle birlikte çalışın, destek verin’ diye çağrı yapabilseler işler çok değişir. Ama Amerikan hükümeti de böyle; genelde özür dilemeyi taviz vermek olarak görürler.
Sanki Amerikan hükümetleri işe yarasa da, yaramasa da biraz daha rahat özür dileyebiliyor bu coğrafyaya kıyasla.

Evet bazen. Ama Amerikan hükümetlerinin özrü de genelde olayın üzerinden çok zaman geçtikten sonra geliyor. Mesela devletin kölelik için özür dilemesi için ta Bill Clinton’ın başkanlığına kadarki zamanın geçmesi gerekti. Oysa kölelik daha birinci günden itibaren yanlış birşeydi. Özür meselesinden bu kadar kaçınılmasının temel sebebi bence hükümetlerin özür dilerlerse pozisyonlarını koruyamayacaklarını düşünmeleri. Halbuki özür devletin tevazu kapasitesini arttırır ve aslında pozisyonunu zayıflatmaz, güçlendirir. İnsanlar daha çok saygı duyar böyle bir devlete.

TAŞ ATARSANIZ SEMPATİYİ KAYBEDERSİNİZ

Eylemcilerin polise taş, bilye atmasına ne diyorsunuz?

Bakın bu her zaman problemli bir durumdur. Eğer eyleminiz şiddet içermiyorsa o zaman polisin aşırı güç kullandığı durumlarda siz kesin olarak kurbansınızdır. Ama eğer taş atıyorsanız, o zaman size duyulan sempati faktörünü elemiş olursunuz. Polis, kendini savunduğunu söyler geçer. Zeki bir eylemci şiddet göstermeden polisi peşinden koşturacak barışçıl yöntemler için kafa patlatmalıdır. Bu zordur ama yapılabilir tarafı var. Amerika’daki medeni haklar hareketi bunu başarmış bir harekettir mesela. Orada yapılabildiyse her yerde yapılabilir.

Haklar şiddete başvurmadan da alınır diyorsunuz ama bazı hareketler de bunu şiddete başvurarak kazandıklarını iddia ediyor. Türkiye örneğinde bir PKK var mesela.

Bakın, ben her koşulda şiddet karşıtı eylemler tarafında yer alırım. Çünkü ben şiddetin sürdürülebilir bir yöntem olduğuna inanmıyorum. Şiddete başvurduğunuzda belki o çatışmayı kazanırsınız ama mutlaka kaybeden ve canı yanan bir taraf olacak. Oysa şiddetsiz yöntemlerde illa ki bir tarafın canının yanması gerekmiyor. Her iki taraf da kazanmış hissedebilir. Bazen şiddeti, bazen de şiddet karşıtlığını savunamazsınız. Tutarlı olmanız gerekiyor.

"Onurlu ve özgür hayat için doğru yoldayız"

Babanızın bütün dünyadaki özgürlük hareketlerine ilham olan meşhur bir hayali vardı. Sizin bugün hayaliniz nedir?

Babamın hayali konusunda bence doğru bir yoldayız. Herkesin eşit haklara sahip olabilmesi, ailelerine makul ve onurlu hayatlar sağlayabilecek koşullara sahip olması için çıkılan o yolda yürümeye devam ediyoruz. Ama uzun ve zorlu bir yol bu ama bütün krizlere ve sorunlara rağmen ben umutluyum. Savaşın parçaladığı yerlerden çıkan öyle gençler tanıdım ve tanımaya devam ediyorum ki iyimserliğim artıyor.

Barack Obama Başkan seçildikten sonra ABD’deki siyah topluluk için ne değişti? Ya da aslında soru şu; değişen bir şey oldu mu, sembolik bir anlamın ötesine geçebildi mi?

(Uzun uzun gülüyor) Çok güzel soru. Elbette sadece sembolik bir durum değil ama Başkan Obama’nın kucağı içerdeki ekonomik meseleler nedeniyle çok kalabalık. Afrikalı Amerikalı toplumun hayatında fark yaratacak konulara odaklandığını söyleyemem. Amerikan toplumundaki yoksulluk oranına bakın mesela. Ülke genelinde yoksulluk oranı yüzde 12 iken, Afrikalı Amerikalılar arasında bu oran yüzde 30. Aslında Amerika’daki her türlü istatistikte negatif alana düşen Afrikalı Amerikalı oranı hep yüksek. Obama henüz bu konulara odaklanma fırsatı bulamadı. Gelecek nesillere bırakacağı mirası önemsediğini biliyorum. Umuyorum o nesiller ‘Evet siyah bir başkanımız oldu ve Amerikan toplumunda eşitliğin gerçekleşmesi için önemli adımlar attı’ diyebilir. 

Kendisini kişisel olarak tanıyorsunuz. Obama’yı nasıl birisi olarak tanımlarsınız?

Çok hesaplı hareket eden bir insan. Olağanüstü büyük bir karizmaya sahip. Ancak kendisine yaklaşılması kolay bir insan değil. Ona gerçekten çok yakın olan birisini tanımıyorum.