Manisa’nın manevisultanlarını ziyaret ettik

Dünya Hali
Manisa’da Entekke’yi ziyaret ettik. Ahmet Vehbi Efendi’nin 1998’de restore edilen tekkesinde türbedar Mehmet Dede ile de tanıştık.. Mart ayının ilk günlerinde Manisa, Akhisar v...
EMOJİLE

Manisa’da Entekke’yi ziyaret ettik. Ahmet Vehbi Efendi’nin 1998’de restore edilen tekkesinde türbedar Mehmet Dede ile de tanıştık.. Mart ayının ilk günlerinde Manisa, Akhisar ve Menemen turuna çıktık. Akhisar’da misafir edildiğimiz yerden başlayan ziyaretlerimizin ilk durağıEsat Efendi Hz.lerinin makamı. Son derece karışık bir dönemde zulme uğrayanlardan ve hâlâ hakkında konuşmaya çekinilen insanlardan Esad Efendi Hz.leri. Çok ruhaniyetli bir ziyaret oluyor, birçok arkadaşım dönemin zulümlerini düşündükçe gözyaşlarına hâkim olamıyor. Bir kabir bile çok görülen Esad Efendinin makamından ayrılırken son dönemlerde tartışılan iade-i itibar davasını düşünüyorum. Bir yandan inşallah bir netice elde edilir, kabr-işerife sahip olur diyorum. Bir yanım da içimden bir ses şöyle diyor: “Zillet içindeki bizler izzet sahibi bir zata nasıl itibar verebiliriz ki? Biz kendi itibarımıza yanalım.”
Sonraki durağımız Manisa, şehzadeler şehri. Sırtını dağlara yaslamış bu küçük, sevimlişehriBursa’nın
minyatür haline benzetiyoruz. Tarihî camileri yürüyerek dolaşabiliyorsunuz. Ulu Cami, Hafsa Sultan Camii, Muradiye Camii derken yukarılara doğru tırmanıyoruz. Şemseddin Marmaravi Hz.lerinin tekkesişu an yerinde yok. Küçük bir mescit ve bahçesinde başta Marmaravi Hz. leri olmak üzere küçük bir hazirede kim olduğunu bilemediğimiz zatlar yatıyor. Ruhlarına Fatihalarımızı gönderiyoruz.

Entekke adı nereden geliyormuş?

Ordan istikamet Rufai Maarifi koluna ait Entekke adındaki dergâh. Tam yerini bilmediğimiz için aramaya başlıyoruz. Küçük şehirde her yere yürüyerek gidilebileceğini unuttuğumuzdan, biraz da cahilliğimizden otobüse binmemizle inmemiz bir oluyor. Derken bir ara sokağa kıvrılınca İbrahim Çelebi Camii’nin karşısında mütevazı tekkeyi görüyoruz. Entekke’nin kurucusu Ahmet Vehbi Efendi Mısır’dan önce İstanbul’a, oradan şeyhinin işareti ile Manisa’ya geliyor. Aslen Antakyalı olduğu için bu ifade halk arasında ‘Entekkeli’ şeklinde söyleniyor ve dergâhın ismi de böyle kalıyor. İstanbul’da irtibat kurduğumuz zat, namaz vakitlerinde türbedarı ve tekke ile ilgilenen zatı bulabileceğimiz bilgisini verdi. Ama ikindiye henüz bir saat varken ne beklemeyi ne de görmeden dönmeyi göze aldığımızdan ya nasib
deyip başladık soruşturmaya… Sorduğumuz ilk kişi “ilerdeki eczane evini size gösterir, oraya sorun” dedi. Küçük şehirlerin bu özelliğiniseviyorum. Eczaneye doğru ilerlerken yanımızdan geçen dede ile nazarlaşıyorum. İçime bir şeyler akıyor ama uyanamıyorum. En fazla diyebildiğim, “şu
dedeye sorsa idik sanki bilirdi.” Geçiyoruz, kapısını açtığımız eczacı sorumuza, “az önce geçti, dükkânın önünden tekkeye doğru gidiyordu” cevabını veriyor. Ah diyoruz, kapalı gözlerimiz ve gönüllerimiz. İşareti alıyor, gene de uyanmıyor. Dedenin arkasından nasıl koştuğumuzu görmeniz lazım. Tekkenin kapısında yakalıyoruz kendisini. Biraz önce Marmaravi Hz.lerinin türbesinde karşılaştığımız gençler de bitiveriyor bir anda yolun karşısında. Hemen bir el edip onları da çağırıyoruz. Bütün kapıları açıyor tek tek. Fazla kelam etmiyor önce. Belki de tanımada önce bizleri. Tekkede destur ve küçük bir esma zikri ile meydanın hakkını ödüyor önce beyler. Daim zikirde adeta ve onun için içerisi dışarısı yok
Ben bir yandan göz ucuyla dedeyi takip ediyorum. Bahçede çiçeklere bakıyor. Mezar taşlarının yanından geçiyor. Yok yok, ne çiçeklere bakıyor, ne de mezar taşlarının yanından geçiyor. Adeta hepsi ile hasbihal ediyor, hatırlarınısoruyor. İçimden zikre iştirak eder mi diye geçiriyorum. Ne boş düşünce. Daim zikirde adeta ve onun için içerisi dışarısı yok. Gene göremiyorum işte. Derken bahçedeyiz. Ziyareti ruhlarına gönderdiğimiz Fatihalarla tamamladıktan sonra beklediğim sohbet başlıyor. Tatlı tatlı, ağır ağır konuşuyor dede. Arnavut dediğimizde düzeltiyor, “hayır Yugoslavya göçmeniyim ben.” Mehmet Dede kendi ifadesine göre –hiç göstermediği için inanamıyoruz- 97 yaşında. Kendi intisabından ve o zamanın şeyhlerinden bahsediyor. Ahmet Vehbi Efendi’nin vefatından sonra birçok liyakatsiz insan
posta oturmak istiyor. Yaşlı dervişlerden Pehlivan Dede namında biri kabrinin başına gelerek
“şeyhsen postuna sahip çık” diye seslenmiş. Sonrasında posta oturmak isteyen birçok kişinin çeşitli
nedenlerle ard arda vefat ettiğini naklediyor ve ekliyor Mehmet Dede; “Günümüzde herkes şeyh oldu
evladım.” “Derviş olabilmek asıl olan” diyerek bir kıssa anlatıyor. Hz. Mevlana’ya gelerek bir tekkeye şeyh atamasını istiyorlar. Dervişlerinden birini gönderiyor ve Şems Hz.lerine dönerek şöyle söylüyor: “İyi kişeyh istediler, derviş isteselerdi ya sen ya ben gidecektim.” Tasavvufun şeriate uymak olduğunu fakat günümüzde “tasavvuf ehliyim” diyen fakat usul, adab bilmeyen insanların ortalıkta dolaştığınısöylüyor.

‘Kalk bir tekkeyi dolaşıver’ dediler

Sonrasında manevi işaretle vazife tevdi edilen ve aynı zamanda Ahmed Vehbi Efendi’nin damadı olan Hasan Rüştü Efendi ise birer hafta içinde vefat eden diğerlerinin aksine çok uzun süre (48 veya 62 sene gibi rivayetler var) postta kalıyor. Tekkenin son resmişeyhi Kemalettin Efendi de vefatında bahçeye defnedilmek istemiş fakat o dönem izin verilmediği için gömülememiş. Onbeş yılsonra izin verilip de nakli kubur yapıldığında cesedin hiç çürümediğine vakıf oluyorlar. Yıllar içinde bakımsızlıktan harab olmuş tekke 1998’de restore edilmiş. Derken kapıyısırlıyor ve ayaküstü biraz daha muhabbet ettikten sonra vedalaşıyoruz. Son sözleri: “Evde oturuyordum evladım, ‘kalk bir tekkeyi dolaşıver’ dediler. Geldim işte ben de öyle..” Oturduğu yerde gezenler varken, biz de böyle elde fotoğraf makinası ile gezdiğimizi zannediyoruz işte diye düşünmeden edemiyorum. Yeni yerlere doğru giderken
arkasından dönüp dönüp bakıyorum dedenin.

Dünyabizim.com