Tarihe geçmiş ünlü Fransız diplomat Talleyrand’m Napoleon’a söylediği şu sözler mutfak sanatının sadece mutfakta kalmadığını devletin zirvesinde bile rolü olduğunu gösteriyor: "Bana iyi aşçılar verin sizin için iyi anlaşmalar yapayım. Politika insanları ayırır ama iyi bir sofra onları birleştirir…"
Bu durumu konuyla yakından ilgili olan Şeflerin Şefleri Kulübü’nün genel sekreterliğini yapan Gilles Bragard da doğruluyor. Onun deyişiyle: "Mutfak sanatı evrensel bir dil. Eğer aynı dilden konuşmuyorsanız müzik hatta gastronomi vasıtasıyla anlaşmak gayet mümkün."
Sofra diplomasisi
Uluslararası zirvelerin, devlet liderleri arasındaki diplomatik görüşmelerin olmazsa olmazlarından biri de şef aşçılar ve onların özenle hazırladıkları menüler. Çünkü uluslararası zirvelerden önce yaşanan telefon trafiği sadece diplomatik görevliler arasında geçenlerle sınırlı kalmıyor. Bir de yabancı liderleri ağırlayacak olan şef aşçılar arasında sıkı bir telefon trafiği yaşanıyor. Örneğin değişik ülkelerin aşçıları diplomatik görevlilerden aldıkları talimatların yanı sıra birbirlerini de arayarak ağırlayacakları devlet yöneticisinin beğenileri, sağlık açısından tercihleri, varsa takip ettiği rejimleri ve alerjik oldukları gıda durumlarına ilişkin bilgileri paylaşıyorlar.
Uluslararası toplantıların, görüşmelerin ön hazırlıkları sadece görüşülecek politik konuları değil, kurulacak sofralarda lider ve diplomatların yiyeceklerini de kapsıyor. Dolayısıyla yüksek gastronomi ister istemez iktidarla sıkı bir ilişki kurmaktan kaçınamıyor. Bunu beslenme uzmanı bir sosyolog olan Cla- ude Fischer şöyle ifade ediyor: "Yüksek gastronomi iktidarla her zaman doğrudan bağlantılı olmuştur." Bu açıdan özellikle yabancı bir delegasyonu ağırlarken ülkelerin kendi mutfak kültürlerinin en gösterişli örneklerini sunmaları aynı zamanda bir prestij meselesi haline de gelebiliyor.
Hamburgerli uluslararası ilişkiler
Ancak mutfak sanatının diplomatik bir iletişim aracı olarak kullanılması her zaman gösterişli sofralarla gerçekleşmeye- biliyor. Bu metot bazen basit bir hamburgerle de kendini gösterebiliyor. Örneğin bu sene yeni seçilen Fransa Devlet Başkanı François Hollande’ı ağırlayan Obama, diplomatik yakınlık kurma aracı olarak hamburgeri kullanmaktan çekinmedi. Ancak onun hamburgeri seçmesinde özel bir durumun söz konusu olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Zira François Hollande genç bir öğrenciyken ABD’ye gelmiş ve araştırma konusu olarak o dönemler Avrupa’da henüz revaçta olmayan hamburgeri seçmişti. Obama, Hollande’la sıcak ilişki kurmak için bu sebeple bir ziyafet sofrasını değil onda hatırası olan ama tipik bir Amerikan öğünü olan hamburgeri seçti.
Yine de gastronominin diplomasi aracı olması çoğunlukla böyle mütevazı örnekler üzerinden gerçekleşmiyor. Ne de olsa evsahibi devlet, gösterişli sofralarla hem cömertliğini, hem kültürünü hem de saygınlığım gösterme imkanı buluyor. Aynı Obama’nm Büyük Britanya Başbakanı David Cameron’la bir çimenlik üzerinde yine bir hamburgerle başlayan ilk temasları bir yıl sonra Amerika’da aralarında en ünlü Amerikalıların da bulunduğu 400 kişilik bir davetli grubu ile şarap soslu bizon etinin ana menüyü oluşturduğu bir ziyafet sofrasında gerçekleşti.
Mutfak – iktidar ilişkisi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bu sene Kraliçe Elizabeth’i ağırlarken verdiği ziyafet de mutfak sanatının diplomasinin nasıl vazgeçilmelerinden olduğunu göstermeye yeterli bir örnek oldu. Ziyaretten haftalar önce Türkiye’ye gelen kraliçenin aşçısı yemek programının ve menünün en ince detaylarını Türk meslektaşlarıyla inceden inceye görüşerek bunun en bariz örneğini göstermiş oldu. Bu ziyaret sırasında Kraliçe’yi memnun etmek ve etkilemek için seçilen yemekler en az diplomatik görüşmeler kadar basının ilgisine mazhar olmayı başardı.
Mutfakla iktidar arasındaki ilişki bazen tüm bunların çok ötesine varabiliyor. Bunun en iyi örneği ise Rusya’dan. Bolşevikler 1918’de yönetimi ele geçirdikleri zaman sadece Çar ailesini kurşuna dizmekle yetinmediler ve Çar II. Nikola’nm aşçısı İvan Karitonov’u da katlederek mutfak-iktidar ilişkisini vurgulamış oldular. Ama bu ilişkinin daha etkili bir örneği yine Rusya’da yaşandı, önce Lenin’in daha sonra da Stalin’in aşçısının adı Spiridon İvanoviç Putin’di. Bu aşçının torunu olan Vladimir Putin yıllar sonra Rusya’nın birinci adamı olarak yüksek mutfak sanatı ile devlet arasındaki ilişkiyi iyiden iyiye göstermiş oldu.
Beslenmeyle halka siyasi mesaj
Devlet yöneticilerinin yemek tercihleri kimi zaman da halklarıyla olan ilişkilerini göstermek ve onlara samimiyet hissettirmek adına mesajlar taşıyabiliyor. Bunun en bariz örneklerinden birini merhum Turgut Özal oluşturmuştu. Özal’m cumhurbaşkanı olduğu dönem, Çankaya Köşkü’nün de o güne kadar görmediği kadar kebap, et yemekleri ve yerel yemeklerle tanıştığı dönem olmuştu. Hatta o dönemler köşkün kebap koktuğundan şikayet edenler aslında bu şekilde Özal’ın halkına verdiği "Ben de sizdenim" mesajının bilinçsiz taşıyıcıları olmuşlardı.
Benzer bir beslenme politikası uyguladığı söylenen bir diğer devlet yöneticisi ise Almanya Başbakanı Angela Merkel. Merkel, ülkesinin basit yemeklerine ve özellikle kızarmış lahana, yahni ve et sarmalarına düşkün olduğunu göstermekten çekinmiyor. Şansölye bu tercihlerini samimiyetle vurgularken, beslenme kültürünü bir politika aracı olarak kullandığının fevkalade farkında oysa.