Dadaab Mülteci Kampı’nda bir Kurban Bayramı

Dünya Hali
Yavuz Selim Koç’un yazısı Rabbimizin rızasını kazanmak için çıkmıştık bu yola. Biliyorduk zor ve de meşakkatli bir yolculuk olacağını. Ölümden veya başımıza gelebilecek her türlü olumsuzluklarda...
EMOJİLE

Yavuz Selim Koç’un yazısı

Rabbimizin rızasını kazanmak için çıkmıştık bu yola. Biliyorduk zor ve de meşakkatli bir yolculuk olacağını. Ölümden veya başımıza gelebilecek her türlü olumsuzluklardan dolayı korkumuz yoktu çok şükür. Geride bıraktığımız ailemizi en güzel yere emanet etmiştik. Rabbimize… Amacımız bu Kurban Bayramı’nda Garissa’ya 3 saat uzaklıkta olan Dadaab Mülteci Kampı’na ulaşmak ve bayram namazımızı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin burada yaptırdığı mescitte kardeşlerimizle kılmak ve sonrasında kesilecek olan kurbanları onlara dağıtmaktı. Rabbimize şükürler olsun ki amacımıza, sağ salim ailemize ve de vatanımıza kavuşmanın mutluluğunu yaşadık.

Kenya’ya gideceğimi duyduğum zaman heyecanlanmıştım. Çünkü ilk defa bir Afrika ülkesine gidecektim. Fazla araştırma yapma gereği duymadım. Sadece şunu biliyordum ki, yardıma muhtaç olan kardeşlerimizin yanına gidiyorum. İlk olarak gideceğimi çevreme beyan ettim. Beyan etmemde ki amaç, orada bulunan kardeşlerimize bir nebzede olsa nakdi yardım götürebilmekti. Çok şükür bunu Rabbimin izni ile başardım. Yola çıkarken sevgili, biricik oğlum Zahid Esad’ın oyuncaklarını ayırıp, “ Baba bunları orada bulunan çocuklara götür demesi” beni hem çok duygulandırdı, hem de 4.5 yaşında olan oğlumla bir kez daha gurur duymanın mutluluğunu yaşadım. Ayrıca eşim ve anneciğim, “bu çorba da bizim de tuzumuz olsun” dercesine yaptıkları destekler ve dualar beni kat be kat memnun etmişti. Kısacası yardım edebilen edemeyen, selam gönderen gönderemeyen, dua eden edemeyen herkesten Allah razı olsun.

23 Ekim 2012 Salı akşamı saat 19.50 uçağı ile Kenya’nın başkenti Nairobi’ye doğru hareket ettik. Hava yolculuğumuz takriben 7 saat sürdü. Nairobi’de bizi karşılayan dostlarla kısa bir sohbetten sonra kiraladığımız araçla Garissa’ya doğru sabaha karşı yolculuğumuz başlamış oldu. Yolun belli bir bölümü güvenli olmadığı için gündüz gitmemiz lazımdı. Yolculuğumuz 6 – 7 saat süren bir yolculuk oldu. Bazı köy veya kasabalara yaklaşırken polis kontrollerden geçmemiz ve insanların bizi dikkatlice yukarıdan aşağı süzmeleri biraz endişe, biraz korku verse de yolumuza devam etmemiz gerekiyordu. Çünkü bizi bekleyen insanlar vardı ve onlara muhakkak ulaşmamız lazımdı. Bu arada şunu da belirtmek isterim ki, Kenya nüfusunun yüzde 80’e yakını Hıristiyan geriye kalan yüzde 20’si ise Müslüman. Garissa’da yaşayanların büyük bir bölümü Müslümanlardan oluşmaktadır. Garissa’nın girişinde polis tarafından durdurulduk. Her şeyimiz tam olmasına rağmen buraya alınmak istemedik. Biraz bekletildikten sonra çok şükür Garissa’nın içine girdik. Halkın çoğu fakir kimseler. Hatta şunu da belirtmek isterim ki, insanlar işe gidebilmek için saatlerce yol yürümek zorunda kalıyorlar. Bir köyden bir köye günlerce yürüyen insanlar mevcut ve bunları yol kenarlarında görebilmektesiniz. Yaşadıkları evleri görünce şaşkınlığımız kat be kat artmaya başladı. 4 ağaç dalını dikmişler ve çevresini yine ağaç dalları ve yapraklarıyla örtmeye çalışmışlar. Bazıları ise teneke veya naylon gibi şeyler bulabildiyse onlarla evin çevresini kapatarak hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Bu durum bizi şimdiden üzmeye başlamıştı zaten.

Garissa’ya vardıktan sonra otelimize yerleşiyoruz. O gün otelimizde dinlendikten sonra Türkiye’de bayram olması dolayısıyla hem vardığımızı bildirmek, hem de ailelerimizin bayramını kutlamak için telefonlara sarılıyoruz. Akşama doğru Garissa sokaklarında dolaşmak istiyoruz. İlk gittiğimiz yer bir çarşı. Çarşıda insanlar bizi dikkatlice inceliyorlar. Bunlar kimdir, nedir, neyin nesidir diyerek… Selam verdiğimiz zaman olayın boyutu biraz değişiyor. “Bunlar Müslümanlar, bunlar Türkler” demeye başlıyorlardır sanırım kendi aralarında. Garissa’da benim en çok hoşuma giden yer camiler. Muhteşem bir camii mimarileri var. Beyazın üzerine süslenmiş yeşil renkler, sizi adeta aşık eder gibi hayran bırakıyor. Camii avlusunda küçük bir çocuğa rastlıyorum. O kadar tatlı bir çocuk ki, “Maşallah, Allah nazarlardan saklasın” diyerek öpüyorum. Oğlumun gönderdiği oyuncaklardan bir tanesini ona veriyorum. Ailesi Türkiye’den geldiğimizi duyunca bizimle daha alakadar ve samimi oluyor. Karanlık çökmeden tekrardan otele dönmemiz gerektiğini söylüyorlar ve dostlarla birlikte otelimize ilerliyoruz.

KENYA’DA AREFE GÜNÜ

İlk olarak Türkiye’den gönderilen adak ve akika kurbanlarını kesmek için Garissa’da bulunan yetimhaneye doğru hareket ediyoruz. Bu yetimhanede Müslüman çocuklar bulunmakta. Hem yetimhane, hem de sağır, dilsiz ve âmâ olan çocukların eğitim aldıkları bir okul. Okul deyince aklınıza Türkiye’deki gibi modern okullar gibi gelmesin. Sırası varsa oturacak taburesi olmayan, taburesi varsa sırası olmayan, duvarında tahtası olmayan, mutfaklarında doğru düzgün pişirebilecekleri erzakı bulunmayan bir okul. Bizi okul müdürü karşılıyor. Kendisi hafızmış, maşallah… O ve birkaç öğretmen bizimle ilgileniyor. Yanımıza orada kalan çocuklar geliyor. Şaşkın gözlerle bizleri süzüyorlar. Onlarla ilgilenmeye başlıyoruz ve sonrasında tüm çocukları yanımızda görüyoruz. Yüzlerindeki tebessümü görünce bizler de mutlu oluyoruz. Sonrasında yatakhanelerine bir ziyaret yapıyoruz. Yatakhanelerine girmem ve çıkmam bir oluyor. Çünkü o yer benim artık kendimi bıraktığım ve ağlamaya başladığım bir yer. İşte orayı anlatmam çok ama çok zor. Ne zaman anlatmak istesem duygularıma hâkim olamıyorum. İnsanlığımdan utanmaya başlıyorum.

Kurbanlarımızı kestikten sonra tekrar otelimize dönüyoruz. Ama bizi bekleyen kötü bir sürpriz var. Gözaltına alınıyoruz. 3 saat süren sorgumuz bizi epeyce yoruyor. Neden geldiniz? Ne amaçla geldiniz? Neden Dadaab Mülteci Kampı’na gidiyorsunuz? Bu ve buna benzer, bazen de saçma bulduğumuz soruların cevapları bizleri yoruyor. Kararlıyız Dadaab Mülteci Kampı’na gitmekte. 3 saat süren sorgudan sonra bizleri serbest bırakıyorlar. Ne olursa olsun bizler biliyorduk ki, biz Rabbimizin rızasını kazanmak için yola çıktık. Bizi bekleyen kardeşlerimiz var. Çok şükür hedefe ulaştık.

Dadaab Mülteci Kampı Somali’den gelen Müslüman kardeşlerimizin bulunduğu bir kamp. Bu kampa ulaşabilmek için çölün ortasında 600 km yürümek zorunda kalıyorlar. Kimileri yolda ölürken kimileri sağ salim bu kampa ulaşmayı başarabiliyor. Kampta yaşayan Müslümanların sayısı 600 bin ile 700 bin arasında. En büyük sıkıntı açlık ve de susuzluk. Dağıtılan erzaklar takriben 10 veya 15 gün yetmekte. İstanbul Büyükşehir Belediyesi burada güzel bir mescit inşa etmiş. Türkleri çok sevdikleri her hallerinden belli oluyor.

Dadaab Mülteci Kampı’na ulaşmak için 3 saat yol gitmemiz gerekiyor. Yol güvenli değil. Akşam gidilmesi çok tehlike arzettiği için biz de sabah saat 06.00 sıralarında yanımıza 3 asker alarak otelden ayrılıyoruz. Bu arada, bu askerleri alabilmek için bir ödeme yapıyoruz.  Zaman zaman ormanın içinden zaman zaman da çölden giderek kampa ulaşmak istiyoruz. Yol boyunca bazen develeri, bazen yavru ceylanları görmek mümkün. Tepemizde sürekli akbabaları görmekteyiz. Günlerce yolda yürüyen insanları görebilirsiniz. Ya bir köyden bir köye varmak için ya da Garissa’dan Dadaab Mülteci Kampı’na ulaşmak için… Saat 9 gibi Dadaab Mülteci Kampı’na varıyoruz. Ama ne yazık ki, bayram namazına yetişememenin ve de oradaki kardeşlerimizle bayram namazı kılamamanın üzüntüsünü yaşıyoruz. Kamp çok geniş bir arazi üzerine kurulmuş. Kampın girişinde tenekelerden yapılan dükkânları görmek mümkün. Parası olan buradan alışveriş edebiliyor. Ama ne yazık ki bu kampta kalanların paraları bulunmamakta. Kampın içinden arabayla 15 dakika süren bir mesafeden sonra kendi bölgemize ulaşıyoruz. Birkaç gün öncesinde yağmur yağmasından dolayı her taraf çamur ve su birikintilerini görmeniz mümkün. Daha kurbanlar kesilmeden insanların sırada beklemeleri ister istemez içimizi acıtıyor. Çocukların masumane bakışmalarını ve insanların yüzlerine baktığınızda açlığı, sefaleti kısacası her şeyi görebilmektesiniz. Burada İsra ve Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı adına 150 adet kurban kesiliyor. Çok şükür kesilen kurbanlar, orada yaşayan kardeşlerimizin bir kısmı dağıtıldı. Geriye kalan kısmı ise orada tanıştığımız mescidin imamı olan kardeşimize dağıtılmak üzere verdik. Çünkü bizim acilen oradan ayrılmamız gerekmekteydi. Garissa’ya varmak ve gündüz gözü ile tehlike arzeden yerleri geçip Nairobi’ye ulaşmamız gerekmekteydi.

Buradaki dostlarla vedalaştıktan sonra Dadaab Mülteci Kampı’ndan ayrılıyoruz. Arabadaki herkes bir düşünce içinde… Kimi kendini sorgular gibi, kimi de “aman Allahım bunlar burada nasıl yaşam mücadelesi veriyorlar” der gibi…

Dadaab Mülteci Kampı’nda ben göz yaşlarıma çoğu zaman hakim olamadım. Şu an ülkemde olmama rağmen orada yaşayan Müslüman kardeşlerimi unutamadım, zaten unutmamak içinde kendi kendime söz verdim. Onlar için buralarda bir nebzede olsa bir şeyler yapabiliyorsam ne mutlu bana!.. Ne mutlu bizlere!..

Yine 3 saat süren yolculuğumuz sonrasında Garissa’ya ulaşıyoruz. Hiç vakit kaybetmeden Nairobi’nin yolunu tutuyoruz. Yine yol boyunca polis kontrollerinden geçmekteyiz. Yol boyunca geride bıraktığımız kardeşlerimizi düşünüyoruz. Birazcık mutluyuz. Bizi mutlu eden şey ise bu akşam bir öğünde olsa sofralarında et olacak. Çocuklar annelerinin yapacağı yemekleri yiyecekler.

Bizleri buralardaki kardeşlerimizle tanıştıran Rabbime sonsuz şükürler olsun. Bizleri buralara gönderen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Sayın İsmail Hakkı Turunç Bey’e, İstanbul Dostluk Derneği Genel Başkanı Sayın Ahmet Aluç Bey ve Yönetim Kurulu’na, İstanbul Dostluk Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Kahraman Güvendi Bey’e, İstanbul Dostluk Derneği’nin gençlerine, yolculuğumuz boyunca bizleri hiçbir zaman yalnız bırakmayan kadim dostumuz Sayın İsmail Semih Çalkaya Bey’ ve Fahrettin Paketçi kardeşime, orada kurbanlarını kestiren İsra ve Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı’na, oradaki kardeşlerimize yardım gönderen tanıdık tanımadık herkese, ayrıca Taha Çakır kardeşime ve aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

on5yirmi5.com