Sinan Genim ile İstanbul’un dünü bugünü

Çevre
Özgenur Reyhan Güler’in röportajı CANIN SIKILDIĞINDA ORANIN SESİNİ DİNLEYECEĞİN BİR MEKÂN YOK Çocukluğunuz nasıl geçti anlatır mısınız? Nasıl bir ortamda büyüdünüz?  Kasımpaşa’d...
EMOJİLE

Özgenur Reyhan Güler’in röportajı

CANIN SIKILDIĞINDA ORANIN SESİNİ DİNLEYECEĞİN BİR MEKÂN YOK

Çocukluğunuz nasıl geçti anlatır mısınız? Nasıl bir ortamda büyüdünüz? 

Kasımpaşa’da doğdum. Orada babaannemlerin dışında çok anım yoktur. Babamın dükkânı vardı, bir kaç tane tamirhane vardı sonra hepsi kapandı, bir tanesi kaldı. Babaannemin evi de büyüktü, yanı konaktı. Gitsem zor bulurum. Büyük Piyale’ye gelmeden Küçük Piyale Camii’ni geçtikten sonra tahta bir köprü vardı. Onu geçtikten sonra Büyük Piyale Camii’ne doğru solda. Söylediğim hikâye 50 sene evvel tabii. Bir tek 1950 seçimlerini hatırlıyorum. Demokrat Parti kazandığı zaman Tabakhane Meydanı’nda davul zurnayla insan kalabalığı vardı. O gün çok korkmuştum.14 Mayıs 1950, hatırlıyorum. Bir de babaannemle Kadınlar Çeşmesine çıkardık. Kadınlar Çeşmesi ne oldu bilmiyorum şimdi. Herhâlde duruyor. Böyle güzel anılarım var ama hepsi kopuk kopuk. 10 yaşından sonra babamın dükkânındaydım. Bir de amcamın tuhafiye dükkânı vardı. Önce Allahverdi Pasajı’ndaydı, sonra çarşının içinde. Kasımpaşa’da böyle bölük pörçük anılar…15 yaşıma kadar… Ondan sonra da zaten çalışmaktan etrafa bakacak vaktimiz olmadı.

Gençliğiniz nerede geçti? Kaç yaşına kadar oralardaydınız yani?

30 yaşına kadar Kuzguncuk’taydım. 4-5 sene de Nişantaşı’nda kaldık. Ondan sonra bu evi yaptım Çengelköy’de. Zaten 25 senedir buradayım.

Peki mimar olmaya karar verdiğinizde İstanbul’da bu kadar çok esere imza atacağınızı hayal ediyor muydunuz?

Hiçbir zaman hayal edilmez. Bu bir şans meselesi. Şansın yanında sizin çalışmanızın getireceği bir performanstır. Bizim zamanımızda daha fazla imkân vardı. Değil Türkiye’de, İstanbul’un dışında yapılar yapmayı, yurtdışında yapılar yapmayı hayal edemezdik. Bu sızın çalışmanızın değer kazanmasına, insanlara artı bir değer getirmesinin neden oluyor. Birde bilginizi belirli ölçülerde, hiçbir zaman eksiltmeden, daima üstüne ekleyerek bu yolda yürümelisiniz. Çalışırken ilham aldığımız kişiler oldu. Behçet Ünsal, Sedat Hakkı Eldem. Her ikisinden de kendi kökenlerimizden hareketle bir mimari yapma merakını aldık. O yüzden kendi mimarımızı ve kendi sanatımızı çok iyi öğrenmek için çaba gösterdik. Biz çalıştık, şans yardım etti.

İstanbul’da en sevdiğiniz yerler neresi? En keyif aldığınız mekân?

İstanbul’un her yeri. Topkapı Sarayı, Sultanahmet Meydanı, Pierre Loti, Anadolu Kavağı her yeri. İstanbul benim için eski şehir dokusu demek. Yeni şehir dokusu insanı cezbedici veya insanın hayatını renklendirici olmadığı için uzak duruyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın İstanbul’u İstanbul gibi anlattığı bir mekân veya Yahya Kemal’in İstanbul’u dışında, canın sıkıldığında oranın sesini dinleyeceğin bir mekân ne yazık ki yok. Bu mekânları yaratmakta da sıkıntı çekiyoruz. Adalara gidebilirsin, Topkapı Sarayı’na gidebilirsin, Süleymaniye Camii’ne gidebilirsin, Sultanahmet Meydanı zaman zaman bu etkiyi verir,  özellikle İbrahim Paşa Sarayı. Yıldız Parkı’na gidebilirsin, Emirgan Parkı’na, Anadolu Kavağı’na… Yine de kendini İstanbul’da hissedeceğin birtakım mekânlar bulabilirsin.

İSTANBUL’UN EN İYİ YERİNDE BİR MÜZE YAPMAK İSTERDİM

 “İşte bu benim olmalıydı” dediğiniz bir yer var mı? “Bunu ben yapmalıydım”?

Bütün mimarlar bazı yapılar için bunu söyleyebilirler. Keşke ben yapsaydım, mutlaka ben yapsaydım. Bu bir yapı için değil birçok yapı için söylenebilir. Aynı zamanda bu senin için bir antrenman, bulmaca çözmek gibi bir şeydir. Bir yapıyı tasarlarken aklında ona uygulanacak 5-6 tane senaryo olmalıdır. Bunu mesleğinde başarılı olmak isteyen gençler için de tavsiye ederim. Daima akıllarında böyle senaryolar üretmelidirler. Bu tür tasarımları akıllarında zaman zamanda krokilerle çözmelidirler.

Açık söylemek gerekirse ben İstanbul’un en iyi yerinde bir müze yapmak isterdim. Ciddi, çağına yakışır, hoş,  21. yy’a hitap eden ve Cumhuriyetin de simge yapılarından bir tanesi olan bir yapı. Bu iş çok ciddi bir çalışma ister…

Şehir içinde özgür tasarımlara, biz toplum olarak pek fazla sempatiyle bakmıyoruz. Aykırı geliyor. Kopyalarla karşılaşmak istemiyoruz, ki karşılaşmamız lazım. Dünyaya ayak uydurabilmemiz ve rekabet edebilmemiz için tasarımı on plana alan çalışmalar yapmamız lazım. Bunların hepsinin çok mükemmel olması söz konusu olmayabilir ama denemeler bir yere getirecektir.

CUMHURİYET YENİ BİR İSTANBUL YARATIYOR, TIPKI FATİH GİBİ…
 
İstanbul’daki değişimi nasıl buluyorsunuz? Olumlu gelişmeler oluyor mu?

Olumlu gelişim tabi ki oluyor. İstanbul her zaman için olumlu gelişimler için müsait bir bölgedir. İstanbul çağlar boyu da aynı şeyi görmüştür. Cumhuriyetin düşüncesi, cumhuriyetin kültür yapısı yeni bir İstanbul yaratıyor. Tıpkı Fatih Sultan Mehmet’in yeni İstanbul’u yarattığı gibi, tıpkı Konstantin’in Konstantinopolis’i yarattığı gibi. Yeni bir kültür, yeni bir yapı yapıyor.19 yy.’da da var. Orada gayet güzel bir saray varken yıkıyorlar, bugünkü Dolmabahçe Sarayı’nı yapıyorlar. Şehrin kimliği değişiyor. İstanbul müthiş devinimi olan ve kendi içinde müthiş hareketli olan, gece saat 2-3 te trafiğin tıkandığı dünyanın ender metropollerinden bir tanesi. Bu şehri beğeniyorsun beğenmiyorsun. Beğenmediğin yapılar zaman içerisinde zaten tasvir olur. Kötü bir yapı zaman içinde ne yaparsan yap mutlaka tasvir olur. Ama şehir kendini yenilemezse şehirde tasvir olur. İstanbul’un jeopolitik ve coğrafi özellikleri tasvir olmayacağı için bütün sıkıntıları ve bütün kısıtlamalara rağmen kendi iç dinamikleri ile hareketleniyor. Bakın KİPTAŞ, TOKİ özel müteahhittin yaptığı bu yapılarla İstanbul’da gecekondu problemi halloldu. Hâlbuki biz senelerdir onu yasaklamayla halletmeye çalışıyorduk, olmuyordu.
 
2013’de sizin projeleriniz nelerdir?

Bir an evvel Okçular Tekkesi’ne başlamak istiyorum. Ona başlarsak gerçekten rahat edeceğiz.  1-2 tane özel konut ısımız var, bir proje düzenlememiz var. Ama benim en ağırlık verdiğim konu 2011 yılında “Konstantiniyye’den İstanbul’a” adlı kitabımın 3. ve 4. cildini çıkartmak. 4.’nün yarısına geldim. Her akşam biraz yazı yazıyorum onu tamamlayıp çıkartırsam rahat edeceğim. Çünkü oldukça uzun bir zaman oldu, 5 yıl…

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçildi. Geçen yıl eşsiz güzelliklere sahne oldu. Mimari alanda en iyi sürpriz ne oldu sizce?

Restorasyonlar dışında 2010’da mimari olarak öyle bir kalkışma olmadı. Deminde söylediğim gibi bizim düşünce yapımız çok açık. Ama ben İstanbul’un 2010 yılındaki gibi bir ofis devamlılığının olmasında yanayım. Projeler bazında ürettik ve bunlara sponsorlar talip oldular. Kimine kamu talip olur, kimine üniversiteler talip olur. İstanbul’da böyle bir proje stoku 2010’da oluştu. Herkes konuştu ama hiçbir zaman bir şeyler düşünüp bir stok yapmadı. 2010’da çok sıkıntılar çektik, yapılmaması gerekenleri yaptık yapılması gerekenleri yapamadık. Bu arada kimsenin aklına gelen şeyler olmadı. Gerçekten devletin iyi niyetle oluşturduğu danışma kurulları, üniversiteler şuradan buradan herkesin fikri vardı ama bir şeyi hayata geçirmek için yeterli bilgisi yoktu. Onun için hep dedikodu, fikir düzeyinde kaldı.

Restorasyon kararları doğru kararlar mıydı?

Zor bir şey tabii. Restorasyon bir mimari faaliyettir. Senin hoşuna gider, benim gitmez. Şimdi biz ellemiyoruz ama depremler, yangınlar geçirmiş ve çeşitli tamirler olmuş binalar var. İyi kötü, önemli olan geriye dönülmeyen yanlışlar yapılmamasıdır. Eleştirmek ve şikâyet etmek kolaydır. Ama önemli olan entelektüel ve bilim adamı olan insanların şikâyet ve eleştiri yerine çözüm yolları önermesidir.

Pera Müzesi, Tophane Kulesi, Karaköy Fransız Geçidi restorasyonu, Pera’daki İstanbul Araştırmaları Enstitüsü binası, Galatasaray Müzesi, Okmeydanı restorasyonu projesi ve daha niceleri… Biraz anlatır mısınız? Neler yapılacak? Yeni yılda bizi neler bekliyor?

Bütün bunlar otel olarak yapılmış bir zincirdir. Biz de onları bir müzeye dönüştürdük çünkü yurtdışında çok vakıf müzesi vardır. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü bir kitaplık, fotoğraf arşivi, dokümantasyon olarak bunlarla ilgili araştırmacılara imkân sağlıyor. Çalışma salonları var, bilgisayar var, fotokopi çekiyorsun, parasız internete bağlanıyorsun. Vakıflar tarafından finansal açıdan o bölgenin sahiplenilmesini isterim.

Fransız Geçidini biz restore ettik, üzerine de ilave ettik. Galatasaray Müzesi de öyle, o Büyük Postane kurtuldu. Artık uzun bir ömrü var onun. Şimdi bir mimar olarak biz bu yapıları yaparız tabi ki ama esas sorumlu olan onun işleticileridir. Onların işletmecileri de kullanıcıları da aynı heyecanda ve aynı dinamizmde olursalar yürür. 

Bir de tabi şu var ki, yaptığınız yapı gerçekten bulunduğunuz zamana değil en az 15-20 yıl ileriye yönelik düşünülmeli, insan yaşantısını, fonksiyonunu kapsayacak şekilde ilerici olmalıdır. O zaman dejenere olmadan bir müddet gider. Yoksa bir müddet sonra başlar dejenerasyonlar, istekler ve beklentiler… Bundan 20 sene evvel yapılmış yapıda internet altyapısı yok, topraklama da çok iyi değil. O yüzden sen internet çeksen ne oluyor, kablolar dışarıdan gözüküyor. Topraklama olmadığı için sürekli bilgisayarda arıza çıkıyor. Yoktu çünkü, öyle bir şeyi kimse düşünmezdi. Bizim yapılarımızın çok iyi, sağlam bir betonarmesi oldu. Mesela cep telefonuyla konuşmak veya wireless’i düşünmek bizim için çok zordu. Şimdi ona tedbirler alıyoruz.

DEVRİMCİ GÖZÜKÜP, DEVRİMCİ ATILIMLARA KARŞI OLAN BİR GRUP VAR

Bugün yeni bir yapıyı planlarken, modern mimari tasarımlar yaparken nelere dikkat ediyorsunuz? Neyin kalıcı olması için özen gösteriyorsunuz?

Bugünün mimarı bir şekilde her şeyi bilmelidir. Neyi bilmelidir? Tabi ki, her şeyi detayına kadar bilmek mümkün değil… Ama bir konuda soru sormayı bilmelisin ve verilen cevabı da anlayacak kadar o işten anlamak gerekir. Bütün bunların harmanıdır o. Mesele dünyaya açık olmaktır. İnsana sevgi duymaktır. Kötü de olsa, iyi de olsa sevmelidir. Sevgiyle bakabilmelidir. Ben bir işi yaparken alıyorum elime kalemi çiziyorum, çiziyorum ama örneğin mesela ben yeni bir şey olduğu zaman baslarım düşünmeye. 15-20 gün bir şey olmaz ama uykularım kaçar gece bile rüyalarımda görürüm. Belki şuur altında devamlı onunla yaşarım ama otururum masama çizerim, bir daha çizerim ve ben onu çizerken de içimde 3 boyutlu yaşarım. Yani eğer bir şey çizmişsem mesela merdivenden çıkarım, aşağıya inerim… Bütün bunları anlatmak öyle zor bir şey ki, bu insanın yürümesi gibi bir şey. Nasıl yürürsün? İnsan nasıl yürür? Anlatabilir misin?  Bunun gibi bir şey. Tasarım özgürlük gerektirir.

Kentsel Dönüşüm projeleri gündemdeyken soralım; Tarlabaşı projesi Beyoğlu’na ne kazandırır?

Tarlabaşı projesi bir kere böyle bir şey yapabildiğimizi gösterir. Bir araya gelerek çöken bir bölgeyi tekrar hayata kazandırmak için yeni bir şey deniyoruz. Çok iyi bir kanunu var bu işin ama en iyi kanun bile iyi uygulanırsa iyi, kötü uygulanırsa kötü sonuç verir. burada çıkan sonucu görüyoruz. Orda bir yenileme hareketine ve başarılı bir yapılaşmaya yol azarsa o hemen etrafa yayılacaktır. Orası zenginleşir rağbet görür, insanların gittiği, talep ettiği yer haline gelirse etraftaki insanlar da, “derhal bizde bu harekete uyalım ve bölgemizi harekete geçirelim” der.  Bir sürü insan şehrin 40-50 km dışındaki sitelere gidiyor. Yaşam alanları daha emniyete almak ve acık alanlara gitmek istiyorlar. Burada bazı yapı adalarında yoğunlaşıp bazı yapı adalarını boşa çıkarmak dışında, parklar da yapabilirsin. O kadar bir şey yok ama proje tümünde uygulanabilirse yüzde 25-30’luk bir boş alan elde edebilirsin. Bütün buralarda yapabilirsin. Bugün bunun başka türlü mümkün olmadığını görüyoruz. Ama devrimci gözüküp de devrimci atılımlara karşı olan bir grup var. Hiçbir şey yapılmasın, her şey olduğu gibi kalsın. Böyle bir şey söz konusu. İstanbul gelecekte çok büyük bir kültür ve turizm merkezi olacak. Rantsız hiç bir şey olmaz, rant artı değer demektir. Toplumların varoluş nedenleri de bu yüzdendir. Eğer artı değer çıkmazsa bir toplumda ne sanatkar çıkar, ne de sanatçı. Ben bir mimar olarak varlığımı artı değere borçluyum.

– Sizin gibi çok önemli bir mimarın söyleyecekleri genç mimarlara yol gösterecek ve yeni ufuklar oluşturacak… Genç mimarlara neler söylersiniz?

Her zaman için heyecanlı olmalarını, merak duymalarını, çalışmalarını ve bütün bunları besleyecek bilgiyi edinmelerini, mesleklerine ve yaşadıkları şehre karşı duyarlı olmalarını, dikkatli bakmalarını tavsiye ediyorum. Ben 7 yaşımdan beri Topkapı Sarayı’na gidiyorum. Bu yaşımda girdiğimde de, bu zamana kadar görmediğim şeyleri görüyorum. Onlar orada 300-400 senedir var. Fakat ben ancak görme aşamasına geldiğimi düşünüyorum.

on5yirmi5.com