Yakınçağ Liderleri Serisi -2: II. Mahmud

Tarihi Şahsiyetler
Yakınçağ Liderleri Serisi -2: II. Mahmud   30. Osmanlı padişahı ve 109. İslam halifesi II. Mahmud (1785-1839) Osmanlı Türkçesi: محمود ثانى Mahmud-u sānī, محمود عدلى Mahmud-u Âdlî Osman Gazi ve Sultan ...
EMOJİLE

Yakınçağ Liderleri Serisi -2: II. Mahmud  

30. Osmanlı padişahı ve 109. İslam halifesi II. Mahmud (1785-1839)

Osmanlı Türkçesi: محمود ثانى Mahmud-u sānī, محمود عدلى Mahmud-u Âdlî

Osman Gazi ve Sultan İbrahim’den sonra Osmanlı Hanedanı’nın üçüncü ve son soy atasıdır. Son altı Osmanlı padişahından ikisi onun oğlu dördü ise torunudur.

Tahtta kaldığı 31 yıl, Osmanlı tarihinin siyasi açıdan en bunalımlı dönemlerinden biridir. Balkanlarda imparatorluğun dağılma sürecini başlatan Sırp ve Yunan isyanları, Rus, İngiliz ve Fransız donanmalarının Navarin’de Osmanlı donanmasını imha etmesi ve asi ilan ettiği Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın ordularının Suriye ve Anadolu’yu geçerek Kütahya’ya kadar gelmeleri gibi olaylar ile karşı karşıya kalan Sultan II. Mahmud, bir diğer taraftan gerçekleştirdiği reformlarla imparatorluğun çehresini değiştirerek Osmanlı modernleşmesinin temellerini atmış, ölümünden dört ay sonra ilan edilen Tanzimat Fermanı’na giden yolun hazırlayıcısı olmuştur. Hükümdarlığı dönemindeki icraatları nedeniyle, bazıları kendisini devleti tekrar ihya etmek üzere her yüzyılda bir gelmesi beklenen müceddid olarak kabul edip büyük sıfatıyla yâd etmiş, muhalifleri ise yaptığı reformlardan dolayı “gavûr padişah” olarak nitelendirmişlerdir. Siyaseten (yargılamasız) idam yetkisini kullanan son padişahtır.

Şehzadelik yılları

Sultan II. Mahmud, 20 Temmuz 1785’te Topkapı Sarayı’nda dünyaya geldi. Babası, Sultan I. Abdülhamid; annesi ise I. Abdülhamid’in sekizinci hanımı olan Nakşidil Sultan’dır. Bütün hayatı boyunca kullanacağı “Adlî” mahlası, kendisine doğduğu zaman verilmiştir.

Şehzade Mahmud, peder-i âlileri vefat ettiğinde henüz 4 yaşındaydı. Sultan I. Abdülhamid’in ardından 1789’da tahta çıkan III. Selim kısır olduğu için Şehzade Mahmud ile çocuğu gibi ilgilenmişti. Şehzade Mahmud’un kendisinden 6 yaş büyük olan ağabeyi Şehzade Mustafa ile birlikte ikisinin de eğitimlerine önem vermiş, hatta onlara dönemin koşullarının elverdiği ölçüde özgürlük de tanımıştır. Şehzade Mahmud, Topkapı Sarayı’nda Şehzadegan Mektebi’ne devam edip geleneksel tarzda bir eğitim alırken diğer taraftan Sultan Selim onu sık sık yanına çağırıp, siyasal ve diplomatik sorunlar üzerine sohbetler ederdi. Şehzade Mahmud reformların gerekliliği ile Sultan Selim’in bir dizi reform çabası içerisinde geçen saltanatı sırasında tanışmıştır.

Büyük bir müzisyen olan Sultan III. Selim, dönemin musikî üstatlarını toplayarak, Topkapı Sarayı’nda fasıl heyeti düzenlerdi. Sultan II. Mahmud’un şehzadeliğinde bu musiki ortamından etkilendiği çok açıktır ki, kendisi de tambur çalar ve ney üflerdi. Mûsikî sevgisi, onun da tüm hayatına damgasını vurmuştur ve kuzenine yakın seviyede büyük bir bestekâr olmuştur.

Sultan III. Selim, sık sık Galata Mevlevihanesi’ne giderek Şeyh Gâlib’i ziyaret eder, burada ney üfleyip, semâ âyinlerine katılır, şiir sohbetleri yapardı. Bu toplantılar, aynı sıklıkla sarayda da tekrarlanırdı.

Sultan II. Mahmud’un hat sanatı ile olan ilgisi de şehzadelik yıllarında başlamış ve iyi bir hattat olarak yetiştirilmişti. Sarayın hat hocalarından Kebecizâde Mehmet Vasfî Efendi’den sülûs, nesih dersleri almış; şehzadeliğinin son yıllarında 1807’de bir hilye yazarak icâzet almaya hak kazanmıştı.

Sultan Mahmud şehzadeliği sırasında topçuluk alanında kendini geliştirerek topçulukla ilgili bir risâle de yazmıştı. Ayrıca Sadabad’da bulunan kendi adına yazılmış bir dikilitaşta, Sultan II. Mahmut’un buradan karşı tepelere top atış tâlimleri yapmasının anısına o taşın dikildiği belirtilmektedir.

Tahta çıkışı

Şehzade Mahmut, ağabeyi Sultan IV. Mustafa’nın 14 aylık saltanatı boyunca korku dolu günler geçirdi. İstanbul’dan sağ kurtulup kaçabilen Nizam-ı Cedidciler Rumelide yenilikçi ve III. Selim yanlısı olan Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa’nın yanına sığınmışlardı. Tarihe Rusçuk yaranı diye geçen bu kişiler III. Selim’i tekrar tahta çıkarmaya karar vermişlerdi. Alemdar Mustafa Paşa 28 Temmuz 1808’de 15 bin kişilik ordusu ile Sultan III. Selim’i tahta çıkarmak için Topkapı Sarayına dayandığında, tahtta bulunan Sultan IV. Mustafa, Sultan III. Selim ve kardeşi Şehzade Mahmud’un ölüm emrini verdi. Haremdeki dairesinde feci şekilde öldürülen Sultan Selim’in cesedi Arz Odası’nın önünde bırakıldı ve Alemdar Mustafa Paşa sarayın Babüssade Kapısını kırdığında tahta çıkarmak için geldiği Sultan III. Selim’in cesedi ile karşılaştı. Bunun üzerine Şehzade Mahmud’un derhal bulunup getirilmesini emretti. O sırada haremde Şehzade Mahmut’u katletmek için cellatlar ile Şehzadenin hizmetkarları arasında çatışmalar yaşanıyordu. Şehzadenin maiyetindeki cariyelerden Cevri Kalfa’nın hamam külhanından aldığı bir kase külü katillerin yüzüne avuç avuç atmasıyla kazanılan zamanla ağalar Şehzade Mahmud’u damdan kaçırmayı akıl ettiler. Haremden kuşhane’nin damına geçen şehzade, kuşaklarla birbirine bağlanan iki merdivenle Başimam Hafız Ahmet Efendi ve arkadaşları tarafından Enderun avlusuna indirildi ve Alemdar Mustafa Paşa’nın bulunduğu yere getirildi. Oradan Hırka-i Saadet dairesine geçilerek Sultan II. Mahmud’a biat edildi. Sultan II. Mahmud tahtı borçlu olduğu Alemdar Mustafa Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Tahta çıktığı ilk gün Sultan III. Selim’in ölümüne sebep olanlar birer birer idam edildi ve o gün sarayın kapısında 33 kesik baş sergilendi. Ancak Sultan II. Mahmud, Alemdar Mustafa Paşa’nın ısrarına rağmen ağabeyi Sultan IV. Mustafa’yı öldürtmedi. Buna karşın Sultan IV. Mustafa, daha sonraları, 17 Kasım 1808’de, yeniçeriler ile beraber tekrar tahta geçme planları yaptığı gerekçesiyle, şeyhülislam fetvası ile boğdurtulmuştur. Sultan II. Mahmut, hayatının kurtulmasını sağlayan Cevri kalfayı ise Hazinedarbaşılığına getirdi ve ona Çamlıca’da geniş arazi vererek, bir de köşk yaptırdı.

İstanbul’daki karışıklıklar ve güvensizlik nedeniyle Sultan Mahmut’un kılıç alayı uzun bir gecikmeden sonra 13 Eylül 1808’de yapıldı. O gün Topkapı Sarayı’ndan çıkılarak Seyf-i Nebevi’yi Silahdar Ağa alayın önünde taşırken Enderun müezzinleri tekbir getiriyor; Alemdarın seğmenleri de muhafızlık ediyordu. Sultan Mahmut, Eyüp Sultan’da Muhammed’in halifesi olduğu için ona izafe edilen kılıcı sağ tarafına atası Osman Gazi’nin kılıcını ise Osman oğullarının soy atası olması umut edildiği için sol tarafına kuşandı.

Saltanatı dönemindeki önemli siyasi olaylar

Sened-i İttifak ve Alemdar Vakası

Sultan Mahmut ilk olarak tahta geçmesine yardımcı olan Alemdar Mustafa Paşa’ya geniş yetkiler vererek iç karışıklıklara ve devletin otoritesinin zayıflamasına neden olan ayanlar meselesinin çözülmesini istedi. Bunun üzerine 29 Eylül 1808’de İstanbul’da toplanan ayanlar ile hükûmetin emirlerini yerine getireceklerine dair Sened-i İttifak’ı imzaladı. Bu olay padişahın ayanlar karşısında çaresiz durumda görülmesine yol açtığı için bu belgeler kısa bir süre sonra yok edildi. Amcasının oğlu III. Selim’in yolundan ilerleyen Sultan Mahmut, Nizam-ı Cedid ordusunu Sekban-ı Cedid adıyla yeniden düzenledi. Sekban-ı Cedid’in giderek güçlenmesi ve aylıklarının fazla olması nedeniyle rahatsız olan Yeniçeriler ayaklandılar. Bu ayaklanmada Alemdar Mustafa Paşa hayatını kaybetti. İstanbul’da birçok yangının ve yağmanın başlaması üzerine 18 Kasım 1808’de Sekban-ı Cedid ocağı kaldırıldı.

1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı ve Bükreş Antlaşması

Sultan Mahmud padişah olduğunda Ruslarla sınır muharebeleri devam ediyordu. 1810‘da Ruslar ikinci defa Silistre kalesini kuşatmışlardı. 1811‘de Napolyon Ruslara savaş açınca Osmanlı sınırındaki Rus baskısı azaldı, bir rahatlama oldu. Bu sıralarda Napolyon, Rusya seferine çıkmak üzereydi. Osmanlıya da Rusya’ya yürümesini teklif etti. Yalnız, İngiltere ve Osmanlı dışında bütün Avrupa’yı işgal etmiş olan Napolyon’a güvenilip müttefik olarak kabul edilemedi; Sultan Mahmut teklifi reddetti. Ruslarla 28 Mayıs 1812’de Bükreş Anlaşması yapıldı. 8 Eylül 1812 tarihinde imzalanan Bükreş Antlaşması ile Rusya, Eflak ve Boğdan’dan ile birlikte işgal ettiği topraklardan çekilecek, Besarabya bölgesi ise Ruslar’da kalacaktı.

Sırp İsyanının Bastırılması ve Ayanlara Karşı Mücadele

Sırp meselesini halletmek Sultan Mahmud için en hayati meselelerden biriydi. Sırplar 9 yıldır isyan halindeydi. Bu isyanlar bir türlü bastırılamamıştı. Rumelideki 3. Ordu bunun için görevlendirildi. Hurşit Ahmet Paşa tertip ettiği 80 bin kişilik ordusuyla Niş’ten yürüyüşe geçerek Sırpların üzerine yürüdü. 30 Ekim 1813’te Hurşit Ahmet Paşa Belgrad’a girdi. Sırplar’ın eline geçen kaleler ve şehirlerin geri alınmasıyla isyan sona erdi. İsyanın lideri Kara Yorgi Avusturya’ya kaçmak zorunda kaldı.

Sultan II. Mahmud, Bükreş Antlaşması’nın getirdiği barış ortamını fırsat bilerek tahta geçer geçmez imzalamak zorunda kaldığı Sened-i İttifak’ı, devlete başkaldıran ayanları ortadan kaldırmak için bir delil kabul etti. Alemdar’ın öldürülmesinden sonra Rumeli’de ve Anadolu’da ayanlar, başkenti hiçe sayarak hareketlerine devam ettiler. Sultan Mahmud Otoritesini imparatorluğun her tarafında geçirmek için bu ayanlara karşı esaslı bir harekete geçti. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarla ayanlardan bir kısmı öldürüldü. Bazıları da sürüldü. Bütün bu ayaklanmalara ve iç harplere rağmen Rumeli’de ve Anadolu’da devlet otoritesini kurmak mümkün oldu.

1821-1823 Osmanlı-İran Savaşı

1813 yılındaki Gülistan Antlaşması ile Azerbaycan ve Kafkaslar’da Ruslara büyük ölçüde toprak kaptıran İran’daki Kaçar Hanedanı, bu toprak kayıplarını Osmanlılar’dan toprak alarak telafi etmek istediği için, Avrupalıların da kışkırtmalarıyla Bağdat ve Şehrizor bölgelerine saldırılar düzenledi. Sınır olaylarının ve saldırıların yoğunlaşması üzerine II. Mahmut, İran’a savaş ilan etti (1820).

İran orduları, Osmanlı idaresinden memnun olmayan, Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki bazı İran (Kaçar) yanlısı aşiretlerin de yardımıyla Doğubeyazıt ve Bitlis’i aldıktan sonra Erzurum ve Diyarbakır’a doğru iki koldan ilerlediler. Savaş Osmanlılar’ın aleyhine devam ederken İran Ordusunda büyük bir kolera salgını başladı. İran Ordusu’nun ağır kayıplar vermesi üzerine Kaçar hükümdarı Feth Ali Şah barış istedi ve Erzurum Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmayla İran ele geçirdiği yerleri geri vererek eski sınırlarına çekilmeyi kabul etti.

Yunan İsyanı ve 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı

1821 yılında Yunan âsilerin Mora’daki sivil Türkler’i kılıçtan geçirmeleri üzerine II. Mahmut, isyanın başlıca tahrikçisi olan İstanbul’daki Ortodoks Patriğini astırdı. Romanya’da da Rusya’nın tahrikiyle bir isyan çıktı. Türk ordusu, bu isyanı kolayca bastırdı. Yalnız, Mora isyanı bastırılamadı. Zira bir Fransız kolordusu başta olmak üzere, bütün Avrupa’dan yardım alıyordu. Yalnız Avusturya, Osmanlı’yı tutuyordu. Prusya ile İngiltere ve İspanya tarafsızdı. Rusya ile Fransa, Yunanistan’a bağımsızlık verilmesini şiddetle istiyorlardı. Lord Cochrane ve Sir Richard Church gibi İngiliz generallerinin komutasındaki Yunanlar, tamamen ezilmişler, isyan Mısır ordusu tarafından tamamen bastırılmıştı ki, 20 Ekim 1827’de Navarin faciası oldu. Türk donanması, Mora’nın güneybatısındaki bu limanda bulunuyordu. İngiliz – Fransız – Rus müttefik donanması, savaş bayrağı çekmek usulden olduğu halde, bunu yapmaksızın limana girdi, böyle bir hareket beklemeyen Osmanlı donanmasına birdenbire ateş açıp imha etti. Navarin faciasının hemen akabinde 1828’de Rusya da Yunanistan ile ilgili istekleri kabul ettirmek için Osmanlı Devletine savaş açtı. Bir sene önce donanması Navarin’de yok olan, Yeniçeriler’i de kanlı bir katliamla ortadan kaldıran, yeni modern ordusu henüz çekirdek halinde bulunan II. Mahmut, Avrupa’nın baskısına karşı koyamadı. Rus ordusunun Balkanları geçip Edirne’ye kadar gelmesi üzerine Rusya ile Edirne Antlaşması imzalandı. Ruslar, bütün Osmanlı topraklarından çekildi. Ancak Yunanistan’a bağımsızlık koparmakla yetindi; böylece, Balkanlar’daki Ortodokslar arasında koruyucu rolüne sahip çıkmayı umuyordu. Mora ve Attika yarımadaları ile Eğriboz ve Kiklad adalarından ibaret küçücük 49.414 km² bir Yunan Krallığı kuruldu.

Fransa’nın Cezayir’i işgali

1797 yılında Yeniçeriler’in Cezayir’in yönetimi için seçtiği İzmirli Hüseyin Paşa, Fransa için borç para vermişti ancak Fransa borcu ödemeyince Hüseyin Paşa’nın hakaretlerinden dolayı iki ülke arasında gerginlik oluştu. Bu sırada, düşmek üzere olduğu için halkı dış meselelerle oyalamak istiyen Fransa Kralı X. Charles da, 1830 yılında da Cezayir’i işgal etti. Ancak o sırada Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın isyanının başlaması üzerine Cezayir meselesi sonuçsuz kaldı. Buna rağmen bazı Türk sancakbeyleri, bilhassa Konstantin sancakbeyi Ahmet Paşa, Fransızlar’ı yıllarca uğraştırdı.

Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı

Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Mora’da büyük güçler karşısındaki kayıplarını tazmin için Sultan Mahmut’tan zengin insan ve doğa kaynakları olan Suriye eyaletinin valiliğini istedi. Sultan Mahmut ona bunun yerine Girit valiliğini verdi ama adada düzen sağlamanın kendisi için büyük mali yük getireceğinin farkında olduğundan Mehmet Ali Paşa bunu reddetti. 1831’de Suriye’ye karşı karadan ve denizden bir sefere girişti. Yeniden canlandırılan Mısır ordusuna komuta eden oğlu İbrahim Paşa, Akka, Şam, Hama, Humus’u alarak Toroslar’ı aştı. Anadolu’da yerel nüfustan heyecanlı bir karşılama gördü. Sultan Mahmut, böylesine açık bir isyana tahammül gösteremezdi. Mehmet Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa asi ilan edilip üzerilerine Sadrazam Reşid Mehmet Paşa komutasında bir ordu gönderildi. İki ordu Konya’da karşılaştığında Osmanlı ordusu yenildi ve sadrazam esir alındı.

Kütahya Anlaşması

Mehmet Ali Paşa, Sultan Mahmut’tan af dilemek ve kazandığı toprakları elinde tutmayı talep etmek üzere bir mektup yazarken, İbrahim Paşa babasına kendi adına hutbe okutup, sikke kestirip bağımsızlık ilan etmesi için baskı yapıyordu. Ocak 1833’te İbrahim Paşa, Bursa’ya bir adımlık mesafedeki Kütahya’ya varmıştı. Mısırlıların ilerlemesi İstanbul’un tedarik hatlarını kısmen kesmiş kentte açlık tehlikesi baş göstermişti. Ne İngiltere ne de Fransa’da kesin yardım vaadi alamayan Sultan Mahmut yardım için Çar Nikolay’a başvurmak zorunda kaldı. Mehmet Ali Paşa’nın başarıları herkesten çok Rusya’da kuşku uyandırmıştı. Çünkü, Mehmet Ali Paşa’nın İstanbul’da yerleşmesi ve Osmanlı yönetimine el koyarak, Rusya dibinde zayıf Osmanlı İmparatorluğu yerine diri ve kuvvetli bir imparatorluk kurması demekti. Bu ise Rusya’nın 200 yıldır sürdürdüğü politikasının sonu demekti. Bu düşünceler nedeni ile Rusya Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğü prensibini kabul ettiği gibi bunun için derhal harekete geçti. Rus Çarı, generallerinden Muraviyef’i Rus görüşünü bildirmek üzere İstanbul’a ve Kahire’ye gönderdi. Çar, Sultan Mahmut’a yardım, Mehmet Ali Paşa’ya da derhal muharebeyi durdurmasını teklif ediyordu.

Şubat 1833’te Visamiral Lazarev komutasındaki 9 harp gemisinden oluşan bir Rus filosu İstanbul boğazına girerek Büyükdere önlerinde demirledi. Bu olay Fransa ve İngiltere’yi o vakte kadar içlerine gömüldükleri uyuşukluktan uyandırdı. Fransa elçisi Rus donanmasının İstanbul’dan uzaklaşmasının Sultan Mahmut ile Mehmet Ali Paşanın anlaşmalarına bağlı olduğuna inanıyordu. Bunun üzerine Sultan Mahmut’un onaması ile Mehmet Ali’ye Kudüs, Akka, Trablusşam ve Nablus sancaklarını kabul ettirerek padişahla barış yapmasını teklif etti. Teklifi kabul etmediği takdirde Fransa’nın da kendisine silahla karşılık vereceğini belirtti. Mehmet Ali Paşa teklifi kabul etmemekle birlikte Beriyettüşşam ve Adana sancağının da kendisine bırakılması için Sultan Mahmut’a ültimatom verdi. Bu ültimatoma müspet cevap verilmediği takdirde İbrahim Paşa’yı Üsküdar üzerine yürümekle görevlendiriyordu. Bu sıralar Mehmet Ali Paşa’nın entrikaları ile Anadolu’da padişaha karşı yer yer isyanlar çıkmış bulunuyordu. Kastamonu’da Tahmiscioğlu, İzmir’de Mehmet ağa isminde biri padişahın memurlarını atarak, Mehmet Ali Paşa’nın idaresini kurmaya yeltendiler.

Sultan Mahmut bu durum karşısında başkentin güvenliğini bile tehlikede görüyordu. Ulemanın ve halkın homurdanmalarına 15 bin kişilik bir Rus kuvveti 5 Nisan 1833’te Boğaziçinin Anadolu yakasına çıktı. Bu olay Fransız ve İngiliz elçilerine dehşet saldı. Rusların İstanbul’dan uzaklaşmaları Mehmet Ali’nin Anadolu’yu boşaltması ile mümkündü. Elçiler Sultan Mahmut’u Mehmet Ali ile anlaşma yapması için zorlamaya başladı. Sultan Mahmut yeni barış teşebbüslerinde bulunmayı kabul etti. Amedci Reşit Bey, Fransız elçisi Varenne ile İbrahim Paşa’nın ordugahına barış tekliflerini götürdü. Uzun boylu tartışmalar neticesinde nihayet Mehmet Ali Paşa ile Sultan Mahmut arasında 14 Mayıs 1833’te Kütahya Barış Anlaşması imzalandı. Bu barışa göre Mehmet Ali Paşa’ya Mısır ve Girit valiliklerine ek olarak, Şam, İbrahim Paşa’ya ise Cidde valiliğine ek olarak Adana valiliği verildi. Bundan başka Anadolu’da Mehmet Ali tarafını tutmuş olanlar için de genel af ilan edildi. Kütahya barışından sonra İbrahim Paşa kuvvetleri Anadolu’yu boşalttı.

Hünkar İskelesi Anlaşması ve Boğazlar sorunu

İngiltere ve Fransa, Mehmet Ali ile padişahın arasını bulayım derken daha çok Mehmet Ali çıkarlarını kollayan bir barış ortaya çıkmıştı. Rusya ise Mısır isyanının ilk gününden beri dostluk göstermişti. Yakınlığı sebebi ile Rusya en kısa zamanda yardım için donanma ve asker gönderebilirdi. Sultan Mahmut bu durumu Rus elçisine açtı. Rusya ile saldırmazlık ve savunma ittifakı için Çara müracaatta bulundu. Çar ittifak düşüncesini onayladı. 8 Temmuz 1833’te ise Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Hünkar İskelesi anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti boğazlara hiçbir yabancı harp gemisinin girmesine izin vermeyecek Rusya ile batılı devletler arasında bir savaş olursa Osmanlı boğazları Rusya ile harp halinde olan devlete kapayacaktı. Buna karşılık Rus gemileri boğazlardan her iki istikamette gidip gelebileceklerdi.

Anlaşmanın imzalandığını öğrenir öğrenmez Paris ve Londra’da kıyametler koptu. Fransa ve İngiltere Akdeniz’deki filolarını çoğalttılar. Bir İngiliz filosu İzmir önlerinde görüldü. Bir ara boğazların zorlanması ve Karadeniz’deki Rus filosunun batırılması bile düşünüldü. Fakat daha sonra Avusturya ve Prusya’nın da Rusya’dan yana tavır almaları üzerine Hünkar İskelesi Anlaşmasının yürürlüğe girmemesini temin etmek için yeni bir müdahale durumu olmaması adına Kahire ve İstanbul’a tavsiyelerde bulunmaya başladılar. Rusya, Batı ile savaşa girdiği anda, Osmanlıların, boğazları Batılılara kapatacağı hususu, Rusya’nın bu dönemde rekabet içinde olduğu Birleşik Krallık ve Fransa’ya karşı konması ile Boğazlar sorunu ortaya çıkmıştır.

Baltalimanı ticaret anlaşması

Kütahya barışı ne Sultan Mahmut’u ne de Mehmet Ali Paşayı memnun etmişti. Sultan Mahmut çok şey kaybettiğini Mehmet Ali Paşa ise az kazandığını düşünüyordu. Sultan Mahmut için Mehmet Ali Paşa, vücudu er geç ortadan kaldırılması gereken bir asi idi. Bu yoldaki düşüncesi o kadar genişti ki bir gün İstanbul’un mukadderi ile kendisini ilgilendirmek isteyenlere “İmparatorluğun ve İstanbul’un ne önemi var Mehmet Alinin başını getirecek olana İmparatorluğu da İstanbul’u da bağışlamaya hazırım” demesi meşhurdur. İlk anlaşmazlık Mısır’ın İstanbul’a göndereceği para yüzünden çıktı. Mehmet Ali 32 bin kese altın göndermek isteyince Sultan Mahmut vilayetlere göre bu paranın yetersiz olduğunu ileri sürdü fakat fazlasını elde edemedi. İbrahim Paşa, halifeliği İstanbul’dan Kahireye çekmeyi düşünüyordu. Çünkü kutsal şehirler Mekke ve Medine, Kavalalıların elindeydi. Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrıldığı vakit padişah kendini hutbede Hadim-ül Harameyn (Mekke ve Medine’nin hizmetkarı) olarak gösteremeyecekti. Kaldı ki Osmanlıların halifelik iddiası Mısır’ı ele geçirmelerinden sonra güçlenerek artmıştı.

İşte bu ortamda hem İngilizlerin yardımını sağlamak hem de Mehmet Ali’ye bir darbe vurmak üzere 16 Ağustos 1838’de İngilizler ile bir ticaret anlaşması imzalandı. Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa’nın Boğaziçi’ndeki Baltalimanı’nda bulunan konağında paşa ile İngiliz elçisi Ponsonby arasında imzalanan anlaşmaya göre Osmanlı İmparatorluğu, kendi ihtiyaç duyduğu yerli ham maddelerin yabancı tüccarlar tarafından yurt dışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) usulü kaldırılıyordu. Mısır’ın kapitalist gelişmesinde stratejik bir rol oynayan dış ticaret tekeli bu anlaşmaya dayanarak yıkılmıştır. Bu hüküm, Mısır kalkınmasının can damarı olan mekanizmayı tahrip edip Mısır’ı çökertmek için konmuştu. Fakat, ülkenin başka bölgelerinde de geçerli olacaktı. Baltalimanı ticaret anlaşması ile İngiltere’ye çok daha önce verilmiş olan bazı imtiyazlar yeniden onaylanıp önemli ölçüde genişletilmiştir. İngiliz tüccarlar, iç ticarette en imtiyazlı yerli tüccardan daha fazla vergi ödemeyecekti. İngiliz gemileriyle gelen İngiliz malları için bir defa gümrük ödendikten sonra, mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. İngiliz ticaret gemileri boğazlardan serbestçe geçebilecek, Osmanlı limanlarında bir gemiden diğerine aktarma yapabilecek ve transit ticaretten alınan vergi resmi kaldırılacaktı. Örneğin Selanik’ten İstanbul’a mal gönderen Müslüman yerli tüccar devlete transit gümrük vergisi ödediği halde İngiliz tüccar bu vergiden muaf olmuştur. İngiliz tüccarlar sadece İngiliz mallarını değil, dış ülkelerden gelmiş her türlü malı ülkenin her yerinde serbestçe alıp satabileceklerdi. Anlaşma 8 Ekim 1838’de Kraliçe Viktorya, bir ay sonra da Sultan II. Mahmut tarafından onaylandı. 1830’larda Avrupa’da gümrük duvarlarının yükselip birtakım mallara yasaklamalar getirilmesi sonucu İngilizler yeni pazarlar bulmak üzere Ortadoğu ve Uzakdoğu’ya yönelmişlerdi. İngilizler, Mısır’ın kalkınmasını sağlayan ticaretine darbe vurmak üzere hem de Osmanlı İmparatorluğu’nda İngilizlerin serbest ticaret yapabilmeleri için yed-i vahid usulünün kaldırılmasında ısrar etmişlerdi. İngilizler’in Ortadoğu ticaretine ilgilerinin artması Sultan Mahmud’un İngiltere politikasına olan güvensizliğini de ortadan kaldırıyordu.

Nizip Savaşı

İngiltere ile yapılan Baltalimanı Ticaret Anlaşması ile İngiltere’nin siyasi desteği sağlanmıştı. Zaten Osmanlı ordusundaki reform çalışmaları ciddi anlamda devam etmekte ve yeniden düzenleme sağlanmaktaydı. Mehmet Ali etrafında örülmekte olan çemberden kurtulmak ümidi ile elinde bulunan yerlerin babadan oğula geçmek üzere kalıtsal valiliğini istedi. Bunun dışında İstanbul’a göndermek zorunda olduğu vergiyi göndermemekle birlikte bağımsızlığını ilan etti. Sultan Mahmut, Mehmet Ali Paşa’ya karşı savaşa girişilmesi için 21 Nisan 1839’da emir verdi. İki ordu Fırat nehrinin ötesinde Nizip’te karşılaştı.

Osmanlı ordusunun başında orduyu modernleştirme çabaları içerisinde Avrupa’dan getirtilen Prusyalı 3 subay bulunuyordu. Bir Cuma günü Prusyalı subaylar, Osmanlı ordusu Mısır ordusunu yenecek bir durumdayken hemen muharebeye girilmesi için başkomutan Hafız Paşa’ya tavsiyede bulundular. Fakat orada bulunan ulema, Cuma günü harp yapılmasının şer’an caiz olmadığını ileri sürdüler. Ertesi gün Prusyalı subaylar bir gece baskını yapılmasını tavsiye ettiler. Ulema bu seferde ansızın gece haydut gibi baskın yapılmasının padişahın askerlerinin şanına yakışmayacağını ileri sürdüler. Bu esnada İbrahim Paşa ordusu Osmanlı ordusunu kuşatacak bir konum kazandı. 29 Haziran’da başlayan Mısır ordusu saldırısı sonucu Osmanlı ordusu 4 saat içinde perişan oldu. Harp meydanında binlerce ölü on binlerce esir ve 160 parça top bırakıldı. Bir defa daha İbrahim Paşa kuvvetlerine Anadolu ve İstanbul kapıları açılmıştı. Sultan Mahmut 1 Temmuz 1839’da mağlubiyet haberinin İstanbul’a varmasından birkaç gün önce öldü.

Saltanatı döneminde gerçekleştirdiği reformlar

Sultan II. Mahmud dönemi, Osmanlı tarihinde batılılaşma süreci içerisinde büyük öneme sahiptir. Sultan II. Mahmud, Osmanlı Devleti’ne yeniden bir düzen verilmesi amacıyla, bütün işlerinde batı teknik ve kültüründen faydalanma yolunu tuttu. Tarihlere Vaka-i Hayriye olarak geçen Yeniçeri Ocağının kanlı bir şekilde kaldırılması hadisesinden sonra kurduğu Avrupai tarzda eğitim gören Asakir-i Mansure-i Muhammediyye (Türkçe: Muhammed’in zafer kazanmış orduları) ordusu ile modern Türk ordusunun temellerini attı. 1828 yılında yayınladığı Kıyafet Nizamnamesi ile sarık, kavuk ve biniş giyilmesini yasaklayıp, ceket, pantolon ve fes giyilmesi kuralını getirdi ve kendi de sakalını kısa keserek modern kıyafetler ile halkın içine çıktı. Portrelerini yaptırarak devlet dairelerine astırdı. Devlet ve saray teşkilatında geniş ölçüde değişiklik yaparak Tımar Sistemi, Enderun ve Divan-ı Hümayun’u lağvedip çeşitli bakanlıklar ve meclisler kurdu. 1831 yılında Modern anlamda ilk nüfus sayımını gerçekleştirdi, ilk posta teşkilatını kurdurdu ve Osmanlı tarihindeki ilk resmi Türkçe gazete olan Takvim-i Vekayi onun döneminde yayımlandı. Sultan II. Mahmud, yapmakta olduğu reformların kalıcılığını bunların manasını kavrayacak nesillerin yetiştirilmesi ile mümkün görüyordu. Bunun için de, eğitime çok önem verdi. İlköğretimi zorunlu hale getirerek bugünkü ilkokula denk rüşdiye okullarını kurdu. Avrupai tarzda eğitim vermek amacıyla İstanbul’da, Türkiye’nin ilk modern tıp okulu olan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve modern anlamda ilk harp okulu olan Mekteb-i Harbiyeyi kurdu.

Sultan Mahmut’tan önce yapılan yeni düzen çalışmaları daha çok orduda ve cemiyetin bazı müesseselerinde yapılmış, fakat hükûmet kurumlarının yapısına ve şekillerine dokunulmamıştı. Bu itibarla Sultan Mahmut’un hükûmet kurumlarında yaptığı düzen, batılılaşma yolunda yapılan çalışmaların önemli bir merhalesidir. Sultan Mahmut, devletin içte ve dışta karşılaştığı son derece ciddî ve hayatî tehlikelerle karşı karşıya gelmesine rağmen, giriştiği ıslahat etkinliklerinde yılmadan, usanmadan, cesaretle büyük çabalar gösterdi. Özellikle 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kapattıktan sonra kendini daha güçlü hisseden Sultan Mahmut ömrünün son yıllarında merkezî idare ve hükûmet teşkilatında büyük düzenlemelere giderek “modern” bir devlet teşkilatı ve bürokrasisi kurmaya çalıştı. Bu doğrultudaki çalışmalarıyla Avrupa tarzında bir hükûmet teşkilinin ilk örneklerini verdi.

Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra Topkapı Sarayı’nda Yeniçerilerin maaşlarının verildiği 3 ayda bir gerçekleşen ulufe merasimleri de tarihe karışmıştı. Ulufe merasimlerinde ve elçilerin kabulünde Divan-ı Hümayun’un toplanması geleneklerinin de tarihe karışmasının ardından Sultan II. Mahmut 1834 yılında Divan-ı Hümayunu lağvetti. Onun yerine Meclis-i Vâlâ ve Meclis-i Vükela’yı kurdu ve birçok bakanlıklar teşkil edildi. Sadaret kethüdağlığı dahiliye nezaretine, reisülküttaplık hariciye nezaretine, defterdarlık maliye nezaretine çevrildi. Sadrazamlık unvanı başvekile çevrildi. Sadrazam, padişahın mutlak vekili olmaktan çıktı. Bu sıfatla yetkiler nazırlara (bakanlara) geçti. Başvekilliğe ilk defa olarak Rauf Paşa getirildi. Modern manada bakanlıkların kurulmasındaki amaç Avrupa’daki gibi kabine sistemine geçişin alt yapısını hazırlamaktı. Şeyhülislam’lık hükûmet yönetimi ve planlama kurullarının dışında bırakılmıştır. Sultan Mahmud, şeyhülislam’lığı, Müslüman olmayan halkların millet örgütlerinin din başkanlığı anlamına benzer bir şekilde bir çeşit islam milletinin din görevlisi haline getirdi. Sadrazamlık kaldırılınca eskiden iki kazasker aracılığı ile o makama bağlı olan kadılıklar ve şeriat mahkemeleri de şeyhülislam’lığa bağlandı. Böylece şeyhülislam’lık dinsel hukuk genel direktörlüğü diyebileceğimiz bir niteliğe girdi. Eski totaliter din-devlet bileşiminde ilk çatlama ilk ikilenme bu şekilde başladı.

Meclis-i Vâlâ, adalet işlerinden yüksek düzeyde sorumlu bir meclisti. 24 Mart 1838’de Gülhane’de kurulmuştur. Memurların muhakemesi, hükûmet ile halk arasındaki davaların görüşülmesi gibi mühim meseleler ile ilgilenen bu meclis, Danıştay ve Yargıtay yetkilerine sahip en önemli organ olarak kuruldu. Başkanlığına eski seraskerler Koca Hüsrev Paşa’nın getirildiği meclis beş üyeden oluşmaktaydı. Başkan ve üyeleri, vezirler ve yüksek rütbe sahipleri arasından seçilirlerdi. Kararlar çoğunluğa göre verilirdi. Oyların eşitliği halinde son söz padişahın olurdu. II. Mahmut devrinin sonlarında, 1838’de bakanlıkların teşkil edilmesiyle modern anlamda bir hükûmet şekline doğru yönelme olmuştu. Divan-ı Hümayun’un yerini bakanların teşkil ettiği Meclis-i Vükela veya diğer adı ile Meclis-i Has almaya başlamıştı. Bu meclise Sultan’ın Bakanlar Meclisi anlamında “Meclis-i Has-ı Vükela” da denir. Nazırların toplandığı padişahın hususi danışma kurulu olarak faaliyet gösteren meclistir. Meclis-i Vükela, başvekilin başkanlığında toplanıp önemli devlet işlerini görüşür ve icra işlerinde nezaretler arasında koordinasyonu sağlardı. Nazırların her biri nezaretlerinin görev alanına giren işlerden sorumluydu. Meclis, gerekli gördüğü veya alt kademedeki diğer meclislerin hazırladığı tasarıları ve meseleleri tartışıp gerekli düzeltmeleri yapar, daha sonra sadrazam bunları bir tezkereyle padişahın onayına sunardı.

II. Mahmut özel mülkiyete aykırı olduğu gerekçesiyle Müsadere’yi kaldırmıştır.

Ölümü

Vereme yakalanmış olan Sultan Mahmut, 1839 yazında rahatsızlığı iyice artınca sıcak yaz günlerinde Çamlıca havasının kendisine iyi geleceğini ümit ederek bunaltıcı bir yaz gününde Beşiktaş Sarayı’ndan birkaç yakınının eşliğinde saltanat kayığına binerek Üsküdar’a geçti, oradan da Çamlıca’ya geçerek eşi Bezmialem Sultan ve oğlu Abdülmecit ile birlikte kardeşi Esma Sultan’ın buradaki köşküne yerleşti. Sultan Mahmut’un hastalığının ağırlaştığı günlerde, Meclis-i Vala Reisi Koca Hüsrev Paşa, güvendiği saray adamları aracılığıyla padişahın durumunun dışarıdan duyulmaması için önlemler aldırmış kendisi de hasta padişahın yattığı Çamlıca Kasrının bir odasına yerleşmişti. Amacı ölümden, herkesten önce haberdar olmak ve padişahlık müjdesini de yine herkesten önce Şehzade Abdülmecit’e ulaştırarak, bulunduğu görevden sadrazamlığa atanmaktı. Şehzade Abdülmecit ve annesi Bezmialem Sultan da ölüm haberini bekliyorlardı.

Sultan Mahmut’tan umut kesildiği sırada sözde devleti ve milleti düşünen kimi devlet adamları ve Hüsrev Paşa, koma halindeki padişahın tahttan indirilmesine fetva alıp oğlu Şehzade Abdülmecit’i bir an evvel tahta oturtmak düşüncesindeydiler. Buna karşılık Sultan Mahmut’a çok bağlı bir grup saray erkanı ise hekimlerin padişahı kasten tedavi etmedikleri, şayet oğlu Şehzade Abdülmecit ortadan kaldırılırsa mecbur kalıp iyileştirecekleri inancıyla daha korkunç, tehlikeli ve duygusal çareler peşindeydiler. Bunların başında da Hüsrev Paşa’nın siyasi rakibi Kaptan-ı Derya Müşir Ahmet Fevzi Paşa vardı. Hüsrev Paşa olasılıkla kendi uydurması olan bu suikast ihtimalinden genç şehzadeyi ve annesi Bezmialem Sultan’ı gizlice bilgilendirerek onları kendisine minnettar kalmayı gözetmişti. Bu gizli hesapları komadaki padişah sezmiş ya da ona acımayarak kulağına fısıldayanlar olmuş olmalı ki, ölümün beklendiği o günlerde Sultan Mahmut oğlu Şehzade Abdülmecit’e ve annesi Bezmialem Sultan’a küskündü. Ölüm döşeğindeyken Şehzade Abdülmecit babasını son kez görmek isteğiyle gizlice odasına girmiş ayaklarına yüzünü sürüp ağlarken, durumu fark eden Sultan Mahmut son takatini sarf edip oğlunun yüzünü tekmelemişti. Sultan Mahmut 2 Temmuz 1839 pazartesi günü sabaha karşı hayatını kaybetti. Hüsrev Paşa Sultan Mahmut’un öldüğünü öğrenir öğrenmez yanından ayırmadığı Serasker Said Paşa’yı güvenlik önlemleri ve cülus hazırlıklarıyla görevlendirdi ve Bezmialem Sultan’a oğlunu cülus merasimine hazırlaması için haber gönderdi.

Sultan II. Mahmut’un cenazesini oğlu Şehzade Abdülmecit gördükten sonra seher vakti Harem iskelesine indirilip oradan yedi çifte kayıkla Topkapı Sarayı’na getirilip Hırka-i Saadet Dairesinin şadırvanı önünde yıkanıp kefenlenmişti. Sultan Abdülmecit’in Topkapı Sarayı’ndaki cülus merasiminden sonra Sultan II. Mahmut’un cenaze namazı kılınıp cenaze alayı düzenlenerek birden bastıran yağmur altında kız kardeşi Esma Sultan’ın isteğiyle naaşı Esma Sultan’ın Cağaloğlu’ndaki köşküne defnedildi. Projesi Hassa Mimarı Garabet Amira Balyan’a ait olan ve Abdülhalim Efendi’nin nezaretinde yapılan Sultan II. Mahmut’un Cağaloğlu’ndaki türbesi bir yılda tamamlandı. Sultan II. Mahmut’un cenazesini oğlu Şehzade Abdülmecit gördükten sonra seher vakti Harem iskelesine indirilip oradan yedi çifte kayıkla Topkapı Sarayı’na getirilip Hırka-i Saadet Dairesinin şadırvanı önünde yıkanıp kefenlenmişti. Sultan Abdülmecit’in Topkapı Sarayı’ndaki cülus merasiminden sonra Sultan II. Mahmut’un cenaze namazı kılınıp cenaze alayı düzenlenerek birden bastıran yağmur altında kız kardeşi Esma Sultan’ın isteğiyle naaşı Esma Sultan’ın Cağaloğlu’ndaki köşküne defnedildi. Projesi Hassa Mimarı Garabet Amira Balyan’a ait olan ve Abdülhalim Efendi’nin nezaretinde yapılan Sultan II. Mahmut’un Cağaloğlu’ndaki türbesi bir yılda tamamlandı.

Mimari Çalışmalar

Sultan II. Mahmud döneminde, mimari alanda da yeni bir gelişmenin başladığı görülür. İmparatorluğun değişik bölgelerinde birbirinden güzel yapılar inşa edildi. Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır; Rodos Süleymaniye Camii, İzmir Bıyıklıoğlu Mahmud Camii, hayatını kurtaran Cevri Kalfa’nın adını verdiği sıbyan mektebi, Tophane Nusretiye Camii, Arnavutköy Tevfikiye Camii, Asariye Camii, Hidayet Camii İstanbul Kocamustafapaşa Küçük Efendi Camii ve külliyesi, İstanbul Şamlar köyü tarihi camii ve bendi, Taşkışla, Gülhane Parkı girişindeki Alay Köşkü.

Sultan II. Mahmud ayrıca, İstanbul’daki bütün büyük camilerin tamirini de yaptırdı. Unkapanı köprüsü yine onun zamanında yapıldı. Mekke’de bir medrese yaptırdı ve Mescid-i Aksa’yı tamir ettirdi. Aynı zamanda hattat, bestekâr ve şair olan Sultan II. Mahmud yazdığı şiirlerde Adlî mahlasını kullandı.

Ailesi

Eşleri

1-) Bezmialem Valide Sultan (d.1807 – ö.1853)
2-) Pertevniyal Valide Sultan (d.1812 – ö.1883)
3-) Haciye Pertev-Piyale Nev-fidan Kadın Efendi (d.1793 – ö.1855)
4-) Âlîcenab Kadın Efendi (ö.1839)
5-) Fatma Kadın Efendi (ö.1809)
6-) Kamarı Kadın Efendi (ö.1825)
7-) Aşubican Kadın Efendi (d.1793 – ö.1870)
8 ) Haciye Hoşyar Kadın Efendi (ö.1859)
9-) Hüsn-i Melek Kadın Efendi (d.1812 – ö.1856)
10-) Nurtab Kadın Efendi (d.1810 – ö.1886)
11-) Misl-i Na-yab Kadın Efendi (ö.1825)
12-) Perviz-felek Kadın Efendi (ö.1863)
13-) Zeyin-i Felek Kadın Efendi (ö.1842)
14-) Vuzlat Kadın Efendi (ö.1830)
15-) Zer-Nigar Kadın Efendi (ö.1832)
16-) Ebr-i Reftar Kadın Efendi (ö.1825)
17-) Lebriz Felek Kadın Efendi (d.1810 – ö.1865)
18-) Tiryal Kadın Efendi (d.1810 – ö.1883)

Erkek çocukları

1-) Abdülmecid (d.1823 – ö.1861)
2-) Abdülaziz (d.1830 – ö.1876)
3-) Şehzade Ahmed (d.1814 – ö.1815)
4-) Şehzade Ahmed (d.1819 – ö.1819)
5-) Şehzade Ahmed (d.1819 – ö.1819)
6-) Şehzade Ahmed (d.1822 – ö.1823)
7-) Şehzade Ahmed (d.1823 – ö.1824)
8 ) Şehzade Bayezid (d.1812 – ö.1812)
9-) Şehzade Abdülhamit (d.1811 – ö.1815)
10-) Şehzade Abdülhamit (d.1813 – ö.1825)
11-) Şehzade Abdülhamit (d.1827 – ö.1828)
12-) Şehzade Süleyman (d.1817 – ö.1819)
13-) Şehzade Mehmet (d.1814 – ö.1814)
14-) Şehzade Mehmet (d.1816 – ö.1816)
15-) Şehzade Mehmed (d.1822 – ö.1822)
16-) Şehzade Murat (d.1827 – ö.1828)
17-) Şehzade Hafiz (d.1836 – ö.1839)
18-) Şehzade Nizameddin (d.1835 – ö.1838)
19-) Şehzade Osman (d.1813 – ö.1814)
20-) Şehzade Kemalüddin (d.1813 – ö.1814)
21-) Şehzade Abdullah (d.1820 – ö.1820)
22-) Şehzade Mahmud (d.1822 – ö.1822)

Kız çocukları

1-) Emine Sultan (d.1813 – ö.1814)
2-) Hamide Sultan (d.1817 – ö.1818)
3-) Hayriye Sultan (d.1831 – ö.1832)
4-) Şah Sultan (d.1812 – ö.1814)
5-) Saliha Sultan (d.1811 – ö.1843)
6-) Ayşe Sultan (d.1809 – ö.1810)
7-) Atiye Sultan (d.1824 – ö.1850)
8 ) Fatma Sultan (d.1828 – ö.1830)
9-) Munire Sultan (d.1824 -ö.1825)
10-) Fatıma Sultan (d.1809 – ö.1809)
11-) Mihrimah Sultan (d.1812 – ö.1838)
12-) Adile Sultan (d.1826 – ö.1899)
13-) Fatma Sultan (d.1810 – ö.1825)
14-) Emine Sultan (d.1814 – ö.1814)
15-) Şah Sultan (d.1814 – ö.1817)
16-)Emine Sultan (d.1815 – ö.1816)
17-) Zeynep Sultan (d.1815 – ö.1816)
18-) Cemile Sultan (d.1818 – ö.1818)
19-) Hamide Sultan (d.1818 – ö.1819)
20-) Hatice Sultan (d.1825 – ö.1842)
21-) Hayriye Sultan (d.1832 – ö.1833)
22-) Refia Sultan (d.1836 – ö.1839)