Yakınçağ Liderleri Serisi -1: II. Abdülhamid

Tarihi Şahsiyetler
Yakınçağ Liderleri Serisi -1: II. Abdülhamid Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı, 113. İslam halifesi II. Abdülhamid (1842-1918)  Osmanlıca: عبد الحميد ثانی, ‘Abdü’l-Ḥamīd-i sânî II. Ab...
EMOJİLE

Yakınçağ Liderleri Serisi -1: II. Abdülhamid

Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı, 113. İslam halifesi II. Abdülhamid (1842-1918) 

Osmanlıca: عبد الحميد ثانی‘Abdü’l-Ḥamīd-i sânî

II. Abdülhamid, Çöküş sürecindeki devlette mutlak hakimiyet sağlayan son padişah olmasına karşın tahtta kaldığı yıllarda imparatorluk dağılma dönemini yaşadı; başta Balkanlar olmak üzere çeşitli bölgelerde çıkan isyanlara ve Rusya İmparatorluğu’na karşı kaybedilen 93 Harbi’ne tanıklık etti. 31 Ağustos 1876’da tahta çıktı ve 31 Mart Vakası’ndan kısa bir süre sonra, 27 Nisan 1909’da, tahttan indirilene kadar ülkeyi yönetti. Meşrutiyet yanlısı Yeni Osmanlılar ile yaptığı anlaşma sonucunda 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı anayasasını ilan etti ve böylece ülkenin demokratikleşme sürecini destekleyeceği izlenimini verdi. Anayasa ilan edildikten sonra tahta geçmesiyle güçleri ellerine alan Abdülhamid, anayasa ve değişim yanlılarını sürgüne yollayarak ve kendine muhalif olacakları tek tek uzaklaştırarak, sultanlığının ve hükümdarlığının garantisini sağladıktan sonra, 1878’de meclisi kapattı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun modernleşmesine yönelik çabalar II. Abdülhamid tarafından devam ettirildi. Bürokraside yapılan reformların yanı sıra Rumeli Demiryolu ve Anadolu Demiryolu’nun uzatılması ile Bağdat Demiryolu ve Hicaz Demiryolu’nun inşası gibi projeler bu dönemde yapıldı. Bu demiryolları ve telgraf sistemleri Alman firmalar tarafından geliştirildi. 1898’de modern anlamda ilk yerel hukuk fakültesi açıldı, ayrıca nüfusun kayıt altına alınması ve basın üzerindeki baskının artması sağlandı. Bu dönemin reformlarında eğitime geniş yer ayrıldı: hukuk, sanat, ticaret, inşaat mühendisliği, veteriner, gümrük, tarım ve dil okulları dahil olmak üzere birçok mesleki okul kuruldu. Kendisi 1881’de İstanbul Üniversitesi’ni kapatsa da 1900’de yeniden açılmasına karar verdi, imparatorluk genelinde ilk, orta ve askerî okullardan oluşan eğitim ağını genişletti. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu dönemlerdeki batık ekonomisi Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarında Düyûn-ı Umûmiye’nin kurulmasına yol açtı.

Şehzadeliği

II. Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in Tirimüjgan Kadın Efendi’den olan oğludur. Annesi Çerkezdir. 21 Eylül 1842 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da, Topkapı Sarayı’nda dünyaya geldi. Henüz 10 yaşındayken annesi Tirimüjgan Sultan ölünce bakımını Abdülmecid’in diğer çocuksuz eşi Piristû Kadın Efendi üstlendi. Piristû Kadın Efendi, Abdülhamid’i kendi çocuğu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra yerine tahta geçen amcası Abdülaziz, diğer şehzadelerle birlikte Abdülhamid’in eğitimiyle de yakından ilgilendi.

Abdülhamid, Gerdankıran Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvî Efendi’den Farsça, Ferid ve Şerif efendilerden Arapça ve diğer ilimleri, Vak‘anüvis Lutfi Efendi’den Osmanlı tarihi, Edhem ve Kemal paşalar ile Mösyö Gardet’dan Fransızca, Miralay Lombardi ile Callisto Guatelli’den de musikî dersleri almıştır. Gençlik günlerinde veliaht olarak büyük kardeşi Şehzade V. Murad görüldüğü için saray çevrelerinde fazla ilgi görmeyen Abdülhamid, bu nedenle aşırılıktan uzak, sade bir hayat yaşamıştır.

Opera ile ilgilenen, birden çok opera klasik eserlerini Türkçeye bizzat tercüme eden ve tercüme ettiren II. Abdülhamid, II. Mahmud’un zamanında kurduğu Mızıka-yı Hümâyun için opera eserleri bestelemiştir. Marangozluk zanaatinde de çok maharetli olan Sultan Abdülhamid, bugün Yıldız Sarayı ve içerisindeki Şale Köşkü ile Beylerbeyi Sarayı’nda görülebilecek birçok yüksek kalite mobilyanın da zanaatkârıdır.

II. Abdülhamid kendisinden önceki diğer padişahların aksine şehzadeliği sırasında yurt dışı ziyaretlerine çıkmış, tahta çıkmasından 9 yıl önce amcası Sultan Abdülaziz’in 1867 yılında çıktığı Avrupa gezisinde amcasına refakat etmiştir. Bu gezide 30 Haziran – 10 Temmuz 1867 tarihlerinde Paris, 12 – 23 Temmuz 1867 tarihlerinde Londra, 28 – 30 Temmuz 1867 tarihlerinde Viyana ziyaretlerinde bulunmuş, 21 Haziran 1867’de henüz 24 yaşında iken İstanbul’dan başlayan yolculukları, bu şehirlerin dışında diğer Avrupa başkentleri ve önemli şehirleri de ziyaret edildikten sonra 7 Ağustos 1867 tarihinde yeniden İstanbul’da sona ermiştir.

Tahta çıkışı ve I. Meşrutiyet

Amcası Abdülaziz’in 1876’da tahttan indirilmesi ve şüpheli şartlarda ölümü, ağabeyi V. Murat’ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhi çöküntü geçirdiği iddiasıyla tahttan indirilerek Çırağan Sarayı’na hapsedilmesi olaylarına şahit oldu. 31 Ağustos 1876’da padişah ilân edildi ve 7 Eylül günü Eyüp’te kılıç kuşandı.

Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir buhrandaydı. 1871’de Âli Paşa’nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş, 1875’te devlet, borçlarını ödeyemez hâle düşerek Ramazan Kararnamesi ile moratoryum ilan etmiş, Rusya’nın başını çektiği Panslavizm akımının etkisiyle Balkanlar’da millî isyanlar baş göstermişti. Yurt içinde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu. Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra her iki saltanat değişiminin mimarı olan Midhat Paşa’yı sadrazam yaptı.

Abdülhamid, tahta geçmeden Mithat Paşa’ya verdiği taahhüt uyarınca 23 Aralık 1876’da ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî’yi ilan etti. Meclis-i Mebûsan ve Âyan Meclisi üyelerinden oluşan ilk meclis Meclis-i Umumi, 19 Mart 1877’de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasal monarşi sistemine geçilmesi ile birlikte, yargı bağımsızlığı ve temel hakların anayasada teminat altına alınmasına rağmen, esas hâkimiyet padişahın kalmıştı. Abdülhamid, Kanun-ı Esasî’nin 113. maddesiyle kendisine tanınan “idari sürgün yetkisi”ni kullanarak daha meclis toplanmadan Midhat Paşa’yı sürgüne yolladı.

Balkanlarda huzursuzluk

Abdülaziz döneminde (1861-1876) 1875 yılında başlamış olan Hersek İsyanı ve Bulgar İsyanları sürerken V. Murad döneminde Sırbistan ve Karadağ savaşları ile Balkan toprakları savaş alanına çevrilmişti. Bu isyanları kışkırtan ve destekleyen Rusya, Şark meselesini halletmek üzere fırsat kollamakta idi. Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Rusya, aralarında Osmanlı Devleti’nin de bulunduğu Batı ittifakına yenilmiş ve yalıtılmıştı. Rusya, dikkatini 1860’lardan itibaren Kafkasya’daki son direnişi kırmaya (1863-1864) ve Orta Asya’daki Türk hanlıklarının topraklarının ele geçirmeye (1866-1876) vermiş, aynı dönemde ise Birleşik Krallık ve Fransa’nın dikkati 1871’de Almanya’nın birleşmesi ve İtalya’nın birleşmesiyle Avrupa kıtasında oluşan yeni dengelere yönelmişti. Birleşik Krallık’ta Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ni destekleyen Palmerston (1855-1865) döneminin aksine Gladstone (1868-1874, 1880-1885 ve 1892-1894) Osmanlı muhalifi bir siyasi tutum içine girmiş, muhalefetteyken de özellikle Bulgar İsyanları’nın bastırılması sırasında Osmanlı Devleti’nin katliamlar yaptığı iddialarını gündeme taşımış; bu da Macar devrimcilerinin Osmanlı Devleti’ne sığınmaları (1848) ve Kırım Savaşı (1853-1856) sırasındaki müttefiklik sayesinde Türklere yönelik olumlu bakış açısını tersine çevirmeye başlamıştı.

93 Harbi

Rusya’nın Balkanlar’da ıslahat için verdiği tekliflerin 12 Nisan 1877’de İbrahim Edhem Paşa hükûmeti tarafından reddedilmesi üzerine 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Abdülhamid’in karşı olmasına rağmen Mithat Paşa, Damat Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta Rus orduları Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini bir sıra mağlubiyete uğratarak doğuda Erzurum’u, batıda ise Bulgaristan’ın tamamı ile Trakya’nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal ettiler. Meclis-i Mebusan’da hükûmetin savaş politikalarına yöneltilen ağır tenkitler üzerine Abdülhamid, “Ben artık Sultan Mahmud’un izinden gitmeye mecbur olacağım.” diyerek Yeniçeri Ocağı’nı kapatan dedesi II. Mahmud’a atıfta bulunup, meclisi 18 Şubat 1878’de tatil etti. Takip eden 30 yıl boyunca meclisi bir daha toplantıya çağırmadı ve bu süre zarfında meşrutiyet anayasası olan Kânûn-ı Esâsî’yi kâğıt üzerinde de olsa muhafaza ederek aldığı kararları yine bu anayasaya göre yürürlüğe koydu.

93 Harbi, 3 Mart 1878’de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos’ta karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. Anlaşmaya göre Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı, sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacak bağımsız bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğubayazıt Rusya’ya verilecek, Teselya Yunanistan’a bırakılacak, Girit ve Ermenistan’da ıslahat yapılacak, Osmanlı İmparatorluğu Rusya’ya 30.000 ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Oldukça ağır şartlar içeren bu antlaşmaya Rusya’nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan diğer Avrupa devletleri karşı çıktılar. 13 Temmuz 1878’de Ayastefanos Antlaşması’nın yerine geçen Berlin Antlaşması imzalandı. Yeni antlaşmayla Rusya’nın toprak kazanımları geri alındıysa da Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verilirken Bulgaristan’da Almanya ve Avusturya-Macaristan himayesinde özerk bir prenslik oluşturuldu.

Parçalanma

Sırbistan 1815 yılında özerklik kazanmış, bu özerklik, Ruslarla imzalanan Akkerman Antlaşması (1826) ve Edirne Antlaşması ile teyit edilmiş, 1835 yılında Sırbistan’ın ilk anayasası kabul edilmiş, 1867 yılında ise Batılı ülkelerin baskısıyla Türk birliklerinin Sırbistan’daki bütün kalelerden çekilmesi üzerine Sırbistan, görünüşte özerk, ancak fiilen bağımsız bir yapıya kavuşmuştu. Karadağ ise İşkodra’ya bağlı bir sancak olmakla birlikte Osmanlı hâkimiyeti için askerî harekât yapılmasına lüzum görülmeyen çorak bölgede vladika adlı yöneticiler kısmî bir özerklik yaşamakta olup 1852 yılında Rusların da desteğiyle Karadağ Prensliği adıyla bu özerkliğini resmiyete kavuşturmayı başarmışlardı. 1858 ve 1862 yıllarındaki Osmanlı-Karadağ savaşlarının sonucunda imzalanan belgelerde Karadağ’ın sınırları da belirlenmişti. Sırbistan ile savaş, başlangıçta Osmanlı ordularının başarısıyla sonuçlandı. Sırpların Niş, Pirot ve Sofya hedeflerine yönelik başlattıkları taarruzları durduran Türk birlikleri karşı taarruza geçti ve 1 Eylül 1876 tarihinde Aleksinaç Muharebesi’nde Sırpları kesin bir yenilgiye uğrattı. Ekim ayında Sırpların savunmasının tamamen çökmesi ve Osmanlı ordusuna Belgrad yolunun açılması üzerine Rusya, 48 saat içinde silahlı çatışmaların durdurulması hususunda Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdi. Rus baskısına boyun eğmek zorunda kalan Osmanlı Devleti ateşkes yaptı. 15 Ocak 1877 tarihi itibarıyla Sırbistan ile savaşın ilk merhalesi kesin olarak sona erdi. Karadağ ile 18 Haziran 1876 tarihinde başlamış olan savaşta ise Osmanlı ordusu başarısız oldu. 18 Temmuz’da Niksiç Muharebesi’nde yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.

Balkanlarda ortaya çıkan buhranı çözüme kavuşturmak gayesiyle ve Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki eyaletlerinin idari şartlarını düzenlemek üzere Avrupa ülkelerinin baskısı ile İstanbul’daki Haliç tersanelerinde 23 Aralık 1876 tarihinde Tersane Konferansı toplandı. Aynı gün Meşrutiyet ilan edildiyse de bunun Batılı ülkelerin kararı üzerinde bir etkisi olmadı. Nitekim bu konferansta Sırbistan ve Karadağ için bağımsızlık, Bulgaristan ve Bosna-Hersek içinse özerklik kararı alındı. Osmanlı Devleti 18 Ocak 1877 tarihinde bu kararları reddedince Rusya 24 Nisan 1877 tarihinde savaş açtı.

Ruslarla harbin çıkması üzerine hem Sırbistan, hem de Karadağ ile muharebeler de yeniden başladı. Osmanlıların neredeyse bütün birliklerini Ruslarla savaşa teksif ettikleri bir dönemde Sırbistan ve Karadağ’daki az sayıdaki birlikle savunmada kaldılar ve mağlup oldular. Sırplar 1878 yılında Niş, Pirot ve Vranje’yi ele geçirirken Karadağlılar da Nikşiç, Podgorica, Bar ve Ülgün’ü işgal ederek Adriyatik Denizi’ne çıktılar. Osmanlı Devleti 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması ile Karadağ ve Sırbistan’ın bağımsızlıklarını tanıdığı gibi kaybettiği toprakların bu iki ülkeye ait olduğunu da kabul etti.

Savaş neticesinde imzalanan Berlin Antlaşması’na göre Karadağ bağımsız olmuştur. 1879’dan itibaren Karadağ’la diplomatik ilişkilerin de başladığı bu dönemde ilişkilerde mühim bir mesafe kat edilmiştir. Balkan Savaşları’na kadar küçük sınır çatışmaları haricinde Osmanlı-Karadağ ilişkilerinde savaşsız bir dönem geçirilmiştir.

Mayıs 1878’de Osmanlı Devleti’ne resmen başvurmuş olan Birleşik Krallık, Kıbrıs’ın kendilerine verilmesi için bir anlaşma yapılmasını istedi. Osmanlı Dışişleri Bakanı Saffet Paşa, Birleşik Krallık’ın isteklerini yumuşatmak istediyse de İngiliz elçi gerekirse Kıbrıs’ı zorla işgâl edebileceklerini söyleyerek Osmanlı’yı tehdit etti. Bu tehdidin ardından anlaşmanın en geç 3 Haziran 1878 akşamına kadar yapılması için Osmanlı’ya yönelik baskı arttırıldı. Baskılar neticesinde Osmanlı, anlaşmayı kabul etti. Osmanlı Devleti ile Birleşik Krallık arasında Kıbrıs’ın yönetiminde değişiklik yapılmasını öngören anlaşma 4 Haziran 1878’de imzalandı. Temmuz 1878’de de İngilizlerin Kıbrıs’a asker çıkarmalarına izin veren emir çıkarıldı. Böylece 12 Temmuz 1878’de Kıbrıs’a asker çıkaran İngilizler, Kıbrıs’taki Osmanlı bayrağını indirip yerine kendi bayraklarını çektiler. Böylelikle her ne kadar “geçici” olacağı söylense de Kıbrıs tamamen İngilizlere bırakılmış oldu.

Kıbrıs’ın İngilizlere teslim edilişinden iki yıl sonra, 1880 tarihinde, Altın Post Şövalyeleri Tarikatı tarafından, II. Abdülhamid’e şövalyelik nişanı verilmiştir.

Fransa, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu buhrandan faydalanıp bazı sınır olaylarını da gerekçe göstererek Tunus konusunda harekete geçti. Fransız birlikleri 1881 yılının başlarında Tunus’a girdi. 12 Mayıs 1881 tarihinde Tunus Beyi ile Bardo Antlaşması’nı imzalayan Fransa, Tunus’u kendi himayesine aldığını duyurdu. II. Abdülhamid’in tutuklatmak istediği Midhat Paşa ise Bardo Antlaşması’nın imzalanmasından beş gün sonra İzmir’deki Fransız Konsolosluğu’na sığındı. II. Abdülhamid de Midhat Paşa’nın teslim edilmesini istedi. II. Abdülhamid’in bu isteğine karşı gelmek Fransa’nın Tunus’a el koyma politikasını sekteye uğratabileceği ve geciktirebileceği için Fransa, Midhat Pasa’yı teslim etmeye karar verdi. Böylece Midhat Paşa Osmanlı Hükûmeti’ne teslim oldu. Fransa’nın Midhat Paşa’yı çabuk teslim etmesi, Tunus sorununda II. Abdülhamid’in yumuşamasını sağladı. II. Abdülhamid’in politikasındaki bu değişiklik, Tunus sorununun Fransa’nın çıkarına göre gelişmesini hızlandırmış ve Tunus’un Osmanlı’nın elinden çıkmasını kolaylaştırmıştı. 8 Haziran 1883’te Mersâ Antlaşması imzalanınca Tunus, Fransa’nın resmen idaresine girdi. Böylelikle Osmanlı Devleti de Tunus gibi çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bir toprak parçasını daha kaybetmiş oldu.

Mısır’da bazı çevreler, yabancı müdahalesine karşı oldukça tepkiliydi. Gelişen bazı olaylar üzerine İsmail Paşa Mısırlılardan oluşan bir hükûmet kurdu, ancak İngiltere ve Fransa’nın baskısı üzerine II. Abdülhamid tarafından görevden alındı. Mısırlılar, Urâbî Paşa etrafında toplanarak isyan edince İngiltere de İskenderiye’yi topa tuttu. 13 Eylül 1882’de Urâbî Paşa yandaşları ile İngiliz ordusu Tellülkebîr’de karşı karşıya geldi. Çarpışma neticesinde İngiltere Mısır’ı fiilen işgal etmiş oldu. Osmanlı Devleti böylece önemli bir toprak parçasını daha kaybetti.Osmanlı, ikinci Abdülhamid döneminde yaklaşık olarak 1.600.000 kilometre kare toprak kaybetti. Bu sayı Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzölçümünün iki katından daha fazladır.

Düyun-u Umumiye

Dış borçların içinden çıkılmaz bir hâle gelmesi, 1881 yılında Düyun-u Umumiye’nin kurulmasına yol açtı. Düyun-u Umumiye, Osmanlı’nın en büyük iki alacaklısı olan Fransa ve İngiltere tarafından kontrol ediliyordu. Osmanlı Devleti’nin neredeyse bütün maliyesini yönetecek duruma gelen Düyun-u Umumiye’nin idaresinde İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan temsilcileri yer alıyordu. Bazı vergilerin toplanma yetkisi Düyun-u Umumiye’ye bırakıldı. Böylelikle Osmanlı Devleti iktisadî bağımsızlığını kaybetti. Düyun-u Umumiye idaresinin kurulmasıyla beraber başlangıçta Osmanlı Devleti’nin borçlarının önemli bir bölümü silindiyse de 1881’den 1908 yılına kadar 12 borç sözleşmesi imzalandığı için dış borçlanma sürdü.

Ermeni Sorunu

Berlin Antlaşması, Doğu Anadolu’daki Ermenilerin Rus himayesine yönelmelerine engel olmak amacıyla Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu bölgedeki Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik bir sıra reform yapmasını talep etti. Abdülhamid yönetiminin bu reformları ertelemesi ve bölgedeki Kürt aşiretlerini muhtemel bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesi üzerine Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı. 1887’de Maraş’a bağlı Zeytun’da, 1891’de ise Siirt’e yakın Sason’da Ermeni devrimci örgütlerince desteklenen direniş hareketleri başlatıldı. Ermenilerin ülkenin çeşitli yerlerindeki isyanları sert bir şekilde bastırıldı. IV. Ordu Komutanı Müşir Zeki Paşa, Ermeni isyanını bastırmakla görevlendirildi. Doğuda Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerinde örgütlendi. 1895 yazında bütün Anadolu taşrasında gerçekleşen kanlı olaylar genellikle Hamidiye katliamları olarak adlandırıldı ve Avrupa basınında Abdülhamid karşıtlığına sebep oldu.

Çarşafın yasaklanması (1892)

2 Nisan 1892 tarihinde belden bağlanmış siyah çarşaf giyen Müslüman kadınların örtünmemiş denecek hâlde açık-saçık bulundukları ve matem tutan Hristiyanlara benzedikleri ve güvenlik bakımından da problem yaratacağı gerekçeleriyle II. Abdülhamid tarafından kadınların çarşaf giymesi yasaklandı. Bu yasak sadece saraya girmek isteyen kadınlara uygulanmıştır.

Kuveyt’in özerklik kazanması (1899)

Kuveyt Emirliği, Osmanlı’ya bağlı olmakla beraber idarede bağımsız sayılabilecek bir durumdaydı. Vergi vermeyen Kuveyt’te Osmanlı Devleti tarafından tayin edilen bir kadı bulunurdu. Kuveyt Emiri Mübarek el-Sabah, 23 Ocak 1899 tarihinde İngilizlerle gizli bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre Kuveyt, İngiliz hükûmetinin izni olmaksızın hiçbir ülkenin siyasi temsilcisini kabul etmeyecek, topraklarından herhangi bir parçayı İngiltere’den başka bir devlete terk etmeyecek veya kiralamayacaktı. Bunun karşılığında çeşitli yardımlar ve silah alacaktı. Bu anlaşmayı kabullenemeyen Osmanlı ise İngilizlerle anlaşan Kuveyt Emiri’ne karşı rakibini destekledi. Almanların etkisiyle II. Abdülhamid, İbnürreşid’in Kuveyt’e saldırmasını emretti. II. Abdülhamid’i bu işe yönlendiren Alman İmparatoru, bu defa II. Abdülhamid’e başvurarak askerî birliklerini geri çekmesini istedi. Bu olaydan sonra Kuveyt’teki İngiliz nüfuzu dokunulmazlık kazanmış kadar oldu.

Amerika Birleşik Devletleri ve Filipinler (1899)

1899’da ABD Dışişleri Bakanı John Hay, ABD’nin Osmanlı Büyükelçisi Oscar Straus’tan, Sultan II. Abdülhamid’e, Filipinler’deki Sulu Sultanlığı’nda yaşayan Müslüman Tausug halkının Amerikan egemenliği ve askeri yönetimine itaat etmesi için halife olarak buyruk vermesi talebinde bulunmasını istedi. Abdülhamid Straus’un talebini kabul etti ve Mekke üzerinden Sulu’ya gönderilen mektubu yazdı. Sonuç olarak, “Sulu Müslümanları … isyancılara katılmayı reddettiler ve kendilerini ordumuzun kontrolü altına aldılar, böylece Amerikan egemenliğini tanıdılar.”

Theodor Herzl ile görüşmesi

Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesini amaçlayan siyonist lider Theodor Herzl, 17 Mayıs 1901 tarihinde II. Abdülhamid ile görüştü. Bu görüşmede Herzl’e bir Mecidiye Nişanı verildi. II. Abdülhamid ile görüşmesinden sonra konu hakkında Daily Mail gazetesine mülakat veren Herzl, görüşmeden duyduğu memnuniyeti vurgulayıp Yahudilerin II. Abdülhamid’den daha iyi bir dostu ve seveni olmadığını ifade etti. II. Abdülhamid, belirli bir yerde toplu hâlde olmamak şartıyla Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmelerini kabul etti ancak Filistin’e yerleşim konusunda bir adım atmadı. Herzl’in asıl isteği ise Yahudilerin doğrudan Filistin’e yerleşmesini sağlamak idi. Bunun karşılığında da Osmanlı borçlarının önemli bir kısmını ödeyecekti. II. Abdülhamid, Yahudilerin dağınık bir şekilde Mezopotamya’ya yerleşmelerini teklif etti ancak bu teklif Herzl tarafından kabul edilmedi. Çünkü Herzl, ilave yerleşim yeri olarak Filistin, Hayfa ve çevresini istemekteydi. Konu hakkında Osmanlı Arşivleri’nde bulunan belgeler, II. Abdülhamid’in Herzl’i huzurundan kovmadığını ve Padişahın Yahudilerin yerleşimi için Mezopotamya’yı teklif ettiğini göstermektedir.

Rus Konsolosu Rostkovski’nin öldürülüşü

8 Ağustos 1903 tarihinde Manastır’da üzerinde resmî kıyafeti olmadan gezen Rus Konsolosu Rostkovski, karakol önündeki Osmanlı askerinin kendisini selamlamadığını fark edince elindeki kamçı ile hiddetli bir şekilde, nöbet tutan askere yaklaşıp kendisini neden selamlamadığını sordu. Türk kaynakların belirttiği üzere Rus Konsolos elindeki kamçı ile Osmanlı askerine vurdu. Konsolosun dilini anlamayan ve azarlanan nöbetçi Osmanlı askeri tüfeğiyle ateş ederek Rus Konsolos Rostkovski’yi orada öldürdü. Yaşanan bu olay II. Abdülhamid’i endişelendirince sert tedbirlere başvuruldu ve Osmanlı askeri Halim yargılandı. II. Abdülhamid mahkemeyi takip eden Hüseyin Hilmi Paşa’ya Rus Konsolosun öldürülmesi nedeniyle iki Osmanlı askerinin idamının derhal uygulanmasını emretti. Rus Konsolosu öldüren Osmanlı askeri Halim’in yanı sıra yanında bulunan diğer nöbetçi asker olan Abbas da cinayeti önleyemediği için 4 günde tamamlanan yargılamanın ardından Rus Konsolosu öldüren asker ile birlikte idam edildi. Rus Konsolosun Osmanlı askeri Halim’e küfrettikten sonra öldürüldüğünü söyleyen bir asker ise 15 yıl ve Tevfik adlı bir temizlik görevlisi de 5 yıl hapis cezası aldı. Ayrıca nöbetçi asker Halim’in bölük komutanı ile öldürülen Rus Konsolos hakkında kötü konuşan iki Osmanlı teğmeni de meslekten uzaklaştırıldı. Bölgede nahiye müdürü olarak görev yapan Hasan Tahsin Bey, Rus Konsolosun nöbetçi askeri tokatlaması sonucu cinayetin işlendiğini belirtir. Bir subayın ifadesine göre ise Rus Konsolos, nöbetçi askeri elindeki kamçı ile dövmüş ve asker de bunun üzerine ateş etmişti. Manastır Rus Konsolosu Aleksandır Rostkovski’nin öldürülmesinin ardından Rusya, İğneada açıklarına donanma göndererek Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdi.

Hafiye teşkilatı

II. Abdülhamid Meclis’i kapatarak yönetimi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı tarihinde ilk defa geniş kapsamlı bir polis ve istihbarat örgütü kurdu. 1880 yılında Yıldız İstihbarat Teşkilatı’nı kurdu. Çok sayıda hafiyeden meydana gelen bu teşkilatın gayesi Abdülhamid’in siyasi rakipleri hakkında bilgi toplamak ve Abdülhamid’e karşı hazırlanan darbe veya isyan teşebbüslerini önlemekti. Hafiyeler sadece kendi başlarına bilgi toplamakla kalmıyor, halk arasında çok sayıda kişiye maaş bağlayarak geniş bir istihbarat ağı oluşturuyorlardı. Jurnalci adı verilen bu kişiler, Abdülhamid yönetimine karşı olabilecek faaliyetleri bildiriyor, böylece her türlü hareketin önü önceden kesilmiş oluyordu.

Abdülhamid’in dönemi bazı uzmanlarca Osmanlı Devleti’nin ömrünü 30-40 yıl daha uzatmış olduğu ileri sürülmüştür:

Düvel-i Muazzama’nın bu meclisin açılmasını demokrasi ve insan hakları için değil, kendi adamları olan milletvekilleri eliyle iç idareye daha rahat karışabilmek için istediği öne sürülmüştür.

İcrayı baskı altında tutan bir meclis vardı.

Azınlık milletvekilleri, her bir grup arkasına bir Avrupa Devletini alarak üyesi olduğu bağımsız devletler için karar çıkarmak için uğraşmaktaydılar.

Mesela Girit, Teselya ve Yanya’nın Yunanistan’a bırakılması gerektiğini ifade eden vekiller çıkmıştır.

II. Abdülhamid, 13 Şubat 1878’de Meclisi tatil etti. V. Murat’ı Padişah, Mithat Paşa’yı sadrazam yapmak için Genç Osmanlılardan Ali Suavi Çırağan Baskını olarak geçen başarısız darbeyi yaşattı. 23 ihtilalcinin ölümü ile sonuçlanan bu sonuçsuz darbe, II. Abdülhamid’in hafiye denilen gizli teşkilatını kurarak daha sıkı idareyi ele almasıyla sonuçlandı.

Daha Abdülhamid tahta çıktığında ise Osmanlı Devleti çok ağır bir borç yükü altındaydı. Alacaklıların baskısıyla, artık ödenemez duruma gelmiş borçların yönetimi için Düyun-ı Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu. Aralarında Galata bankerleri ile Osmanlı Bankası’nın da bulunduğu alacaklılar bu kuruluş aracılığıyla devlet gelirlerinin önemli bir bölümüne el koydular. Osmanlı ekonomisi ve maliyesi büyük ölçüde yabancıların denetimine girdi. Bu olumsuz koşullar karşısında Abdülhamid Müslüman halkın desteğini sağlamaya çalıştı. Bunun için halifelik kurumundan da yararlandı, İslamcı ideolojiye destek verdi.

İkinci Meşrutiyet

Abdülhamid’in örfî idaresine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889’da İttihat ve Terakkî Cemiyeti kuruldu. 1908’de İttihat ve Terakkî yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandı. Bu baskıların üzerine Abdülhamid, 24 Temmuz 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis, 17 Aralık 1908’de açıldı. Ancak artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakkî muhaliflerinin baskıları sonucunda 13 Nisan 1909’da İstanbul’da isyan çıktı. Rumî takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu isyan, 31 Mart Vak’ası olarak bilinir. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu 23-24 Nisan gecesi İstanbul’a girerek isyanı bastırdı.

İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakkî hükûmetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldu. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, I. ve II. Balkan Savaşları ve I. Dünya savaşlarına girdi. I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918’de parlamentoyu kapattı.

Tahttan indirilişi

12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükûmeti isyancılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükûmet üyeleri tek tek istifa etti.

İsyan, Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakkî üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmedi. Bazıları İstanbul’dan uzaklaşırken bazıları da şehir içinde saklandı. Bu arada isyancılar, İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükûmetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla II. Abdülhamid yeniden duruma hâkim oldu. İsyanı başlatan muhalefet ise herhangi bir programdan mahrum olduğundan önderliği elde edemedi.

İttihat ve Terakkî, asıl güç merkezi olan Selanik’teki 3. Ordu’yu harekete geçirdi. Böylece isyanı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu. İsyancılar 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’a girmeye başlayan Hareket Ordusu’na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Âyan da bir gece önce Yeşilköy’de toplanarak Hareket Ordusu’nun girişiminin meşruluğunu tasdik etti.

İsyanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve isyancıların önderleri divan-ı harpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumî Millî adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan’ın 27 Nisan’da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed’in geçirilmesini kararlaştırmasıydı. Ayrıca II. Abdülhamid’in İstanbul’da kalması da mahzurlu bulunarak Selanik’e götürüldü. Divan-ı Harp, II. Abdülhamid’i yargılamak istediyse de yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükûmeti bunu kabul etmedi. Üç sene Selanik’teki Alatini Köşkü’nde ev hapsinde tutuldu. Bu sırada, köşke gittiğinde yatacak yatak bulunmaması gibi sıkıntılarla karşılaştı. II. Abdülhamid 1912’de İstanbul’daki Beylerbeyi Sarayı’na getirildi.

Ölümü

II. Abdülhamid, 10 Şubat 1918’de 75 yaşındayken kalp yetmezliği nedeniyle öldü. Mezarı, büyük babası için Divanyolu’nda yaptırılmış Sultan II. Mahmud Türbesi’nde bulunmaktadır.

Kişiliği

Fizikî görünüşü ve şahsiyeti
Abdülhamid uzunca boylu, esmerce tenli, uzunca burunlu, elâ gözlü, hafif kıvırcık sakallı idi. Zekâ ve hafızasının güçlü olduğu, açık bir tarzda konuştuğu, kendisine anlatılanları uzun müddet sabırla dinlediği söylenen Abdülhamid, oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan, babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır:

“ Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslümandan başka biri değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın hususi bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedî okunurdu. Babamın bir sözü vardı: “Din ve fen” derdi. “Bu ikisine de itikat etmek caiz” olduğunu söylerdi. „

Günde muntazam 15-16 saat çalıştığı söylenmektedir. Çalışma saatleri dışında hobi olarak marangozlukla uğraşırdı. Gençliğinde binicilik, yüzme, atıcılık, güreş gibi sporlar yaptı. Tiyatro ve operaya ilgi duyardı. Yıldız Sarayı’nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları hususî olarak getirtir ve ailesiyle birlikte seyrederdi.

Kitap koleksiyonu

Abdülhamid, matbaa ve yayın işlerine çok meraklıydı. Modern matbaa makinelerini Osmanlı’ya getirtip kaliteli divan eserleri bastırdı. Mesela Cem Sultan Divanı’nı bastırıp bazı nüshalarını Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı’na, Almanya’ya ve Amerika’ya gönderten Abdülhamid, dedektif romanlarına ve seyahatnamelere çok meraklı bir padişahtı. Abdülhamid’in iki ile beş bin adet arasında olduğu rivayet edilen bir polisiye roman koleksiyonu vardı ve bunların birçoğu Yıldız Yağması sırasında ortadan kayboldu. Sherlock Holmes’un bütün maceralarını eksiksiz olarak Osmanlıcaya tercüme ettirmişti.

Abdülhamid, Yıldız Sarayı’nda çok büyük bir kütüphane kurdurtmuştu. Bu kütüphane dört bölümden meydana geliyordu. Bunlar arasında yabancı dillerde Türkiye ile ilgili yazılmış eserler vardı. Bu eserlerin içerisinde el yazması pek çok kitap olup özel olarak tercüme ettirilerek telif hakkı ödenmişti. Dolayısıyla bunları basmak ve dağıtmak yasaktı ve tek nüsha idiler. Gazeteler konusunda kütüphane, Avrupa’da çıkan bütün önemli gazetelere aboneydi. Dolayısıyla son derece zengin bir süreli yayın koleksiyonu mevcuttu. Roman ve hikâyeler bakımından 6.000 kadar kitap özel olarak saray için tercüme edilmişti. Bu romanlar haremde de okunur ve elden ele gezer, sonra kütüphaneye teslim edilirdi. Mesela Carmen Silva’nın bütün eserleri mevcuttu. Kütüphanenin bir de Arapça ve Farsça eserleri ihtiva eden kısmı vardı. Fakat bu kısım diğerlerine nazaran fakirdi. Coğrafya ve seyahatnameler konusunda Yıldız Sarayı’na kapanmış bir hayat süren Abdülhamid’in Dünya’yı bu eserler sayesinde tanıdığı ve takip ettiği söylenir.

Projeleri

Ordu ve Donanma

1879’da Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgisiyle sonuçlanan 93 Harbi’nden sonra, Sultan II. Abdülhamid, Rus yayılmacılığına karşı Osmanlı Ordusu’nun çağdaşlaşması gerektiğine ve bu yayılmacılıktan etkilenen diğer ülke olan Almanya ile işbirliğine karar verdi. Aralarında sonradan Müşir rütbesi verilecek olan Baron Von der Goltz komutasında bir Alman askerî kurulu İstanbul’a geldi. Von der Goltz, askerî okullarda köklü düzeltmeler gerçekleştirip genç subayların yetiştirilmesi için ön koşulları saptadı. Ancak bununla birlikte Von der Goltz, Türk generallerinin günümüze kadar dayanan, herkesten daha çağdaş yöntemlerle eğitilmiş olma ve en yeni askerî teknolojileri takip etme bilincinin temel taşını meydana getirdi.Bununla birlikte, Prusya anayasasının bir diğer temeli olan askerlerin sivil siyasete karışmama ilkesini aşılamakta başarılı olamadığı, Bâb-ı Âli Baskını ile ortaya çıktı.

II. Abdülhamid döneminde borçların artmaması, genel durum gibi nedenlerle (ki gemiler hep borçlarla alınıyordu) Osmanlı Donanması’nın gücü azaldı. Osmanlı Donanması Haliç Tersanesi’nde kalmıştır. Bu dönemde Dünya’da ilk defa Osmanlı tarafından denenen Abdülhamid ve Abdülmecid zırhlı denizaltıları denemelerde başarılı olmuştur. Ayrıca ilk deniz müzesi de bu dönemde açıldı (1897). Ancak çeşitli nedenlerden dolayı Osmanlı Devleti denizaltı yarışına I. Dünya Savaşı’nda elinde tek denizaltı bile olmadan devam etmiştir. En uzun süre bahriye nâzırlığı yapan Hasan Hüsnü Paşa döneme damgasını vurmuştur.

Ordunun von der Goltz tarafından yeniden yapılandırılmasıyla birlikte Osmanlılar, Krupp ve Mauser gibi Alman şirketlerine ilk kapsamlı silah siparişlerini verdiler. Von der Goltz, Almanya’nın ve Osmanlı Devleti’nin doğudaki erkini sağlama almak için Bağdat tren yolunun yapılmasını da destekledi. Bu fikir, yeni pazarlar bulmak için tren yollarının yapılmasını destekleyen Alman ekonomisinin çıkarlarıyla da örtüşüyordu.1888 yılında Sultan II. Abdülhamid, Bağdat tren hattı inşası lisansını Alman Bankası Deutsche Bank tarafından yönetilen bir Alman konsorsiyumuna verdi.

Osmanlı Ordusu’nun çağdaş silâhlar kullanmaya başlaması, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda hemen meyvesini verdi. Osmanlı Ordularının Atina’yı tekrar ele geçirmelerine ancak Rus Çarı II. Nikolay’ın Sultan II. Abdülhamid’e haber göndererek eğer derhal ateşkes sağlanmazsa Rus Ordularının Erzurum’a hücum edeceğini bildirmesi engel oldu.

Eğitim

İlk kız okulları II. Abdülhamid zamanında açılmıştır. Bununla birlikte bilgili bir kişi olan Abdüllatif Suphi Paşa’nın ilk defa bir kız sanat okulu açma girişiminde kararsız kalması ve titizlenmesi üzerine Abdülhamid, “Sen mektebi aç, ben arkandayım” diyerek açıktan destek vermiş ve çevresini her zaman kızların okuması için ilk adımları atmaya özendirmiştir.

Osmanlı tarihinin en canlı eğitim atılımı Abdülhamid dönemine rastlar. Tahta geçtiği yıl 250 olan rüştiye sayısı, 1909’da 900’e, altı olan idadi sayısı 109’a çıkmıştır. 1877’de İstanbul’da sadece 200 modern ilkokul varken 1905’te 9.000’e çıkmıştı.

Ulaşım

Büyük ölçüde gerçekleşen projelerden birisi Hicaz Demiryolu’dur. Bu proje Almanların finanse edip Haydarpaşa-Ankara arasında gerçekleştirdikleri Bağdat Demiryolu’nun aksine finansmanıyla, inşaatıyla, tasarımıyla, İslâm âleminden toplanan bağışlarla tamamen yerli bir girişimin eseridir. Sirkeci ve Haydarpaşa garları Abdülhamid’in yaptırdığı önemli binalardır. Haydarpaşa Garı’nın yapımına 30 Mayıs 1906’da başlanmıştır. 1881’de 1780 km olan demir yolu uzunluğu 1907-1908 dönemine kadar 5883 km’yi bularak Abdülhamid’in hükümdarlığı boyunca üç misli bir artış göstermiştir.

II. Abdülhamid zamanında bütün Anadolu’yu baştan başa dolaşacak bir kara yolu ağının (şose şebekesinin) projelendirilip uygulamaya geçirildiği çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. 1869 yılında getirilen bir sistemle halkın kara yollarının yapımına katılması sağlanmıştı. Buna göre 16-60 yaş arası erkek nüfus ile her hanenin sahip olduğu yük ve araba hayvanları senede dört gün yol inşaatında çalışacaktı. Bu sayede inşaatın hızla bitirilmesi sağlanmıştır. Gümüşhane-Bayburt-Erzurum-Doğubayazıt-İran kara yolu (1879) haricinde 12.000 kilometrelik bir güzergâha sahip Samsun-Bağdat şosesi 1895 yılına kadar tamamlanmıştı. Açılan yollar Samsun’a göçü başlatmış ve bu şehrin önemli ölçüde büyümesi, Abdülhamid döneminde olmuştur. Bursa için de durum böyledir. Hem şehir içi, hem de şehirler arası yollarla Bursa, yeniden bölgenin önemli bir karayolu kavşağı haline gelmiştir.

Haberleşme

İlk olarak 1877’de Posta Telgraf Teşkilatı konuya daha etkenlik kazandırmak için aynı isimle bakanlık durumuna getirildi. Ayrıca 27 Haziran 1900’de Posta Telgraf Teşkilatı’nda ilk defa bir “havale kalemi” devreye sokulmuş, 30 Mayıs 1901’de Şehir Postaları kurulmuş, 30 Ağustos 1901’de ise postaların yerine daha hızlı ulaşabilmesi için demir yolları (o zamanki adı Şark Şimendiferleri) şirketiyle özel bir anlaşma yapılmıştır. Telefon ise Avrupa’da kullanılmaya başlandığı tarihten (1876) sadece beş sene sonra, yani 1881’de İstanbul’a getirilmiş ve sınırlı da olsa kullanıma sunulmuştur. Telgraf hatları döşenmesine onun zamanında hız verilmiş, hatta bu hatların her birinde hava bilgisel gözlemler yapılması için talimat verilmiştir. Böylece telgraf hatlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, hatların ulaştığı noktalardaki hava durumunun merkeze bildirilmesi imkân dahiline girmekte, böylece bu çabalar çağdaş ‘hava durumu’ raporlarımızın başlangıcını oluşturmaktadır.

Sağlık

1899 yılında, bugün de etkin durumda olan Şişli Etfal Hastanesi’ni kurdu.

Sosyal yardımlaşma

25 Mart 1906 tarihli fermanıyla Okmeydanı’ndaki Darülaceze’yi kurdurmuştur.

Gerçekleştiremediği projeleri

II. Abdülhamid 20. yüzyılın başlarında İstanbul’da Haliç’e, dahası Boğaziçi’ne birer köprü yaptırmayı düşündü, bunun için projeler hazırlattı. Ferdinand Arnodin (1845-1924) adlı Fransız mimarın 1900 tarihinde bir, Boğaziçi Demiryolu Kumpanyası’nın iki Boğaz köprüsü projesi, gerçekleştirilememiş olsa da, en azından belgeleri, çizimleri, resimleri bulunmaktadır.

Gerçekleşemeyen ama projesi çizdirilen, yapılabilirliği çıkartılan ve ihalesi yapılarak inşasına başlanan projelerden birisi de Yemen Demiryolu’dur. Raporu 1898’de o zamanlar Yemen Valisi olan (sonradan Sadrazam olan) Hüseyin Hilmi Paşa vermiş ve 1913 yılında inşasına başlanmıştır. Ancak İtalyan kuvvetlerinin Yemen’deki Cibana limanını topa tutmasıyla çalışmalar durmuş ve proje iptal edilmiştir.

Sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmeler

II. Abdülhamid’in padişahlığı döneminde sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmelerden bazıları şunlardı;

1-) Mülkiye (Siyasal Bilgiler), Fakülte düzeyine getirilerek açıldı.

2-) Memurlara sicil tutulmaya başlandı.

3-) Eski Eserler Müzesi açıldı.

4-) Hukuk Fakültesi açıldı.

5-) Divan-ı Muhasebat (Sayıştay) kuruldu.

6-) Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı.

7-) Ticaret Fakültesi açıldı.

😎 Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı.

9-) Dârülmuallimât (Kız Öğretmen Okulu) açıldı.

8 ) Terkos Suyu hizmete girdi.

9-) Bütün yurtta İdadiler (Lise) açılmaya başlandı.

10-) Ziraat Bankası kuruldu.

11-) Bursa’da İpekhane açıldı.

12-) Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri (Halkalı Ziraat ve Baytar Mekteb-i Âlisi) açıldı.

13-) Bursa Demiryolu hizmete girdi.

14-) Aşiret Okulu açıldı.

15-) Bütün yurtta Rüşdiyeler (Ortaokul) açılmaya başlandı.

16-) Kudüs Demiryolu hizmete girdi.

17-) Ankara Demiryolu hizmete girdi.

18-)Hamidiye Kâğıt Fabrikası kuruldu.

19-) Kadıköy Gazhanesi kuruldu.

20-) Beyrut’ta liman ve rıhtım inşa edildi.

21-) Osmanlı Sigorta Şirketi (Osmanlı Umum Sigorta Şirketi) kuruldu.

22-) Kadıköy Su Tesisatı hizmete girdi.

23-) Selanik-Manastır Demiryolu hizmete girdi.

24-) Şam Demiryolu hizmete girdi.

25-) Eskişehir-Kütahya Demiryolu hizmete girdi.

26-) Galata Rıhtımı inşa edildi.

27-) Beyrut Demiryolu hizmete girdi.

28-) Darülaceze (Kimsesizler yurdu) hizmete girdi.

29-) Mum Fabrikası kuruldu.

30-) Afyon-Konya Demiryolu hizmete girdi.

31-) Sakız Adası’nda Liman ve Rıhtım inşa edildi.

32-) İstanbul-Selanik Demiryolu hizmete girdi.

33-) Tuna Nehri’nde Demirkapı Kanalı açıldı.

34-) Şam-Halep Demiryolu hizmete girdi.

35-) Şişli Etfal Hastanesi hizmete girdi.

36-) Hicaz Telgraf hattı kuruldu.

37-) Hama Demiryolu hizmete girdi.

38-) Basra-Hindistan Telgraf hattı Beyoğlu’na bağlandı.

39-) Hamidiye Suyu hizmete girdi.

40-) Selanik’te Liman ve Rıhtım inşa edildi.

41-) Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı inşa edildi.

42-) Maden Fakültesi açıldı.

43-) Şam Tıp Fakültesi açıldı.

44-) Haydarpaşa Askeri Tıp Fakültesi açıldı.

45-) Trablus-Bingazi Telgraf hattı kuruldu.

46-) Konya Ereğlisi’nde demiryolu hizmete girdi.

47-) Trablus Telsiz İstasyonu kuruldu.

48-) Bütün yurtta Telsiz İstasyonları kuruldu.

49-) Medine Telgraf Hattı kuruldu.

50-) Şam’da Elektrikli tramvay hizmete girdi.

51-) Hicaz Demiryolu hizmete girdi. 27 Ağustos’ta İstanbul’dan kalkan tren, 3 gün sonra Medine’ye ulaştı.

52-) İlk rakı fabrikası Tokat Umurca açıldı.

53-)İlk bira fabrikası Bomonti açıldı.