Dünya Kupası’na Neden Gidemedik?

Spor Güncel
Röportaj: Engin Dinç Yazdığı yazılar ve yaptığı spor programlarında önemli tespitleriyle Türk futbolunu en iyi tahlil eden isimlerden Kemal Belgin. Kemal Belgin, İstanbul’un en köklü yerler...
EMOJİLE

Röportaj: Engin Dinç

Yazdığı yazılar ve yaptığı spor programlarında önemli tespitleriyle Türk futbolunu en iyi tahlil eden isimlerden Kemal Belgin. Kemal Belgin, İstanbul’un en köklü yerlerinden Kadıköy’de oturuyor. Biz de kendisiyle Kadıköy’de Olimpiyat Restaurant’ta buluşup, Türk futbolu hakkındaki değerlendirmelerini alma fırsatı bulduk.

Kemal Belgin’le röportajımızı A milli takımın Belçika maçından 2 gün önce yaptık. Dolayısıyla bu röportajı yaptığımızda Türkiye’nin henüz Güney Afrika’da yapılacak olan 2010 Dünya Kupası’na gidemeyeceği netleşmemişti. Ama usta spor yazarı yaptığı yorumlarla, Türkiye’nin neden futbolda bu kadar istikrarsız bir görüntü çizdiğini öylesine net anlattı ki, maçın sonucunu beklemeye de gerek kalmadı doğrusu…

Kemal Belgin’le sadece milli takımı konuşmadık tabi ki… Turkcell Süper Lig’den, futbolda ırkçılığa, spor basınından Futbol Federasyonu’na kadar pek çok konuyu bu usta spor yazarına sorduk. Röportajımız biraz uzun sürdüğü için ikiye ayırmayı uygun gördük. O yüzden röportajın ikinci bölümünü yarın yayınlayacağız…

Merak edenler için söylemeden geçmeyelim, Kemal Belgin halen Türkiye gazetesi ve www.medyaspor.com adlı sitede köşe yazarlığı yapıyor. Aynı zamanda TVnet’te ‘Gerçek’ adlı spor programında yorumlarına devam ediyor.

İşte bu usta spor yazarıyla yaptığımız röportajın ilk bölümü…

Öncelikle milli takımdan başlayalım isterseniz. Türk Milli Takımı iki kritik sınava çıkacak ama yine de dünya kupası finallerine gitme şansı kendi elinde değil. Sizce Fatih Terim başarısız mı oldu? Ya da finallere gidersek Fatih Terim başarılı mı olacak?

Milli takım meselesi biraz derin ve geniş boyutlu bir meseledir. Temeli olmayan, ilkesi olmayan bir futbol ülkesidir Türkiye. Böyle futbol ülkesi olur mu dersen, olur. Olmuş. Neden olmuş? İşte Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş Cumhuriyet’ten önce kurulmuş. Kurtuluş Savaşı’nda futbolun ülke insanı tarafından sevilmesi, yabancılara karşı yapılmış maçların kazanılması vs… Ama bu sadece bir platonik aşk olarak sürmüş. İşte Fener şampiyon olmuş, ötekiler üzülmüş, Galatasaray şampiyon olmuş, ötekiler üzülmüş vs. Bu böyle senelerce gitmiş. Ama hiç kimse, bunun temelini oturtmaya, ilke bazında bir şeyler yapmaya hiç gayret etmemiş. Sistem kurulmamış, günlük başarılarla idare edilmiş. İşte Fener, Manchester City’yi elemiş 25 sene konuşulmuş, efendim işte milli takım Macarları yenmiş 50 sene konuşulmuş… Hep böyle 10 yılda, 20 yılda bir yabancılara karşı elde edilmiş günlük başarılarla övünülmüş.

Dolayısıyla buradan baktığınız zaman Türk milli takımının futbolda çok önemli şeyler yapabilmesi son derece zordur. Yapmaması, yapamaması gerekir. Yani eğer İngiltere gibi futbolun anavatanı dediğimiz, her maçı zevkle seyredilen bir ülkenin milli takımı bile zaman zaman Avrupa şampiyonalarına, Dünya kupalarına katılamıyor ise –bırak bu kupalarda maç kazanmayı, zaten bir tane Dünya Şampiyonluğu var- Türkiye’nin katılıp Dünya üçüncüsü, Avrupa üçüncüsü olması bile bence çok ters orantılı bir başarıdır. Hal böyle olunca, genelde futbola bu şekilde bakıp bugüne getirdiğin zaman işi milli takımın başına kimi getirmeliyim ki beni uçursun veya milli takımı futbolcu olarak kimlerden oluşturayım ki bize büyük zaferler kazandırsın diye düşünürsün? Ha, netice alınmıştır, Dünya üçüncüsü ve Avrupa üçüncüsü olunmuştur. Bunları inkar edemeyiz. Ama nasıl olunmuştur? Canım nasıl olunduysa olundu. İşte nasıl olunduysa olundu diye baktığınız zaman, bugün bu gruptan çıkamama tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız.

 

FATİH TERİM İTALYA’YA GİDENE KADAR EN İYİ TEKNİK DİREKTÖRÜMÜZDÜ

Fatih Terim, benim ölçülerime göre İtalya’ya gidene kadar Türkiye’nin bütün zamanlardaki en iyi teknik direktörüdür. Ama İtalya’ya gidip geldikten sonra ülkenin sosyolojik yapısındaki eksikler ve yanlışlıklarından aldığı payı, Milan’da antrenörlük yapmanın vermiş olduğu uçuşla birlikte o da sergilemiştir. Ne yapmıştır? İşte Norveç’e karşı Sabri’yi sol bek oynatmıştır. Yani Fatih Terim de, iki kere ikinin bazen 3 bazen de 5 edebileceğini, ben yaparsam olur peşinde koşup ispatlamaya çalışınca, hüsranlar yaşamışız. Özellikle İtalya’dan döndükten sonra.

Ha, bunun yanı sıra onunla beraber Avrupa üçüncüsü olmuşuz. Nasıl olmuşuz? Büyük bir şans, tamamen Allah’ın yardımıyla… Allah’ın yardımı her şeyde lazım ama bugün bilim, ilim, teknoloji her şey var. En son bir Almanya maçı oynamışız, kaybetmişiz. O zaman da çıkmış TRT’de Fatih Hoca demiş ki, ‘Şansımız yardım etmedi yenildik.’ Ondan evvelki 4 maçta yardım etmişti. Bir kere de etmeyecek tabi.

Aynı Mustafa Denizli… Ben hep Mustafa’nın şansıyla başarılı olduğunu söyleyip yazmışım, Mustafa da ‘Hayır, şans yoktur. Ben ilim, bilgiyle bu işi götürüyorum’ demiştir. Ama en son Kayserispor’a veya CSKA’ya yenildikten sonra ‘Şansımız bugün hiç yoktu’ demiştir.
Ülkenin futbol fotoğrafını çekmeye çalışırsak, bu kare çıkar karşımıza. Dolayısıyla Fatih’i gönderip yerine Ahmet’i, Mehmet’i, Hüseyin’i getirmek çok önemli bir şey değil. Hasan diye bir adamı bulup, Dünya Kupası’nı da kazanabilirsiniz.

ŞENOL GÜNEŞ UKALALIK YAPMADI

Mesela Kore’de başarımızı küçültmeye çalıştılar, ‘Hiçbir Avrupa takımıyla oynamadan Dünya üçüncüsü olduk’ diye… Ama ben öyle bakmadım. Ben şöyle baktım o olaya; Şenol Güneş’in devrin Galatasaray takımının tamamını kullanıp, milli takımı Alpay, Rüştü ve Yıldıray’la takviye ederek sahaya çıkartması, o başarının altındaki en büyük etkendir. Yani Şenol Güneş, ukalalığa gitmeyip ‘İki kere iki 4 eder yav… 3’le 5’le uğraşmaya ne gerek var. Yapılmış bir 4 dört var. Ben onunla gideyim’ dedi ve Dünya üçüncüsü oldu. Ha, Avrupalı rakipler çıkmadı. İşte Afrikalılar çıktı, Kuzey Amerikalılar çıktı falan filan o ayrı hikaye… İki kere Dünya şampiyonu Brezilya’yla oynadık, ikisinde de yenebilirdik Brezilya’yı… Ama demek ki Şenol, kullanılmış ve başarılı olmuş bir malzemeyi aldı bir daha kullandı.

Ama mesela Mustafa Denizli, 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda 15 gün evvel UEFA Kupası’nı hiç yenilmeden kazanmış Galatasaray takımını, Avrupa Şampiyonası’nda sahaya çıkartacağına tuttu Sergen, Tayfun, Tayfur’la oynadı. Okan falan kenarda oturuyor. İşte o da, ‘O takım şampiyon oldu ama benim adım da Mustafa Denizli’ demeye getirdi.

Ama önce ülkenin bir futbol sistemine, ilkesine, prensiplerine sahip olup, yola yeniden çıkması lazım. Ankara’da kurslar, bir şeyler yapıyoruz da birliktelik yok. Bu da Türkiye’nin sosyolojik yapısının bir yansımasıdır. Mesela İngilizler 150 senedir 4’lü savunmayla oynarlar. Dünya bir ara 3’lü savunmaya geçtiğinde 3-5-2, 3-4-3 gibi, İngilizler yine 4’lü oynuyordu. Dünya bugün 4’lü savunmaya döndü, İngilizler yine 4’lü oynuyor. Yani bir şeyleri temel olarak oturtup, onun üstüne bina etmek lazım. Temelsiz bina olmaz. Çabucak yıkılır. İşte depremde görüyoruz.

TÜRKİYE’DEN ATLETİZMDE SÜRAT KOŞUCUSU ÇIKMAZ

Temelimiz nasıl olmalı sizce?

Bu aslında çok kolay yapılacak bir iş değil. Bir kere ülke insanın fizyolojik özelliklerini süzgeçten geçireceksiniz. Davranış ve yaşayış biçimi, yani sosyolojik yapısını gözden geçireceksiniz. Tüm bunları inceleyip, verileri toplayıp önünüze koyduğunuz malzeme size bir yol gösterecek. Bu sadece futbol için değil, bütün branşlar için geçerli. Mesela ben şimdi iddia ediyorum; hiç uğraşmayın Türkiye’den atletizmde sürat koşucusu çıkmaz. Hiç uğraşmayın!.. Bizden mukavemet, dayanıklılık üzerine 10 binci, 5 binci veya demi-fon dedikleri 1500 koşucusu -o da belki- çıkar. Yani efendime söyleyeyim bizden 200 metreci, 400 metreci çıkmaz. Yüzücü çıkmaz. İşte Derya Büyükuncu 15 senedir uğraşıyorlar. Amerikalarda senelerce uğraştı. Ne oldu? Daha bir tane final bile yüzemedi, bırak madalyayı final bile yüzemedi. Bunlar gerçek…

Şimdi ben bu görüşlerimi neye dayanarak söylüyorum? 1976’da 16 milyon nüfuslu Doğu Almanya, Montreal Olimpiyat Oyunları’nda ABD’den fazla madalya topladı. Toplam madalyada ikinci oldu. Tamam rejimi komünizmdi. En sıkısı oydu. SSCB’den bile sıkıydı. Tamam ama, başka bir şey daha olmalı. Yani bu kadar sıkı rejim sayesinde, sporda başarılı olunamaz. Birşeyler daha yapılmış olması lazım. Ben bunu araştırdım, o zaman bununla ilgili bir de ‘Sporcu Harası’ diye kitap yazdım. Hem kendim araştırdım, hem yabancı medya tarafından araştırılmış Doğu Almanya bilgilerini topladım ve şunu gördüm; adamlar insanlarını laboratuara sokup çıkarmışlar. Bu kapıdan sokmuşlar, diğer kapıdan çıkarmışlar. Demişler ki, bizden basketbolcu çıkmaz. Yoktu Doğu Almanya’nın basketbolu. Laboratuarda bakmışlar ve ‘Bizden harika kadın yüzücü çıkar’ demişler. Atlet süper çıkar, voleybolcu çıkar, güreşçi çıkar… Neler çıkacağına bakmışlar, ‘Biz bu branşlara ülke bazında yoğunluk vereceğiz’ demişler…

Şimdi biz de eskrimle uğraşıyorlar. Ne yapar ya eskrimde Türkiye, Allah aşkına yani… Masraftan başka bir şey değil. Türkiye’de eskrim yapılmasın mı? Yav kardeşim yapılsın da, yarışma bazında yapılmasın. Keyif bazında yapılsın. Alsın iki tane kılıç karşılıklı oynasın… Bizden eskrimci çıkmaz. O zaman, benim eskrime ayıracağım 500 binlik- 1 milyon dolarlık bütçeyi -benden ne çıkar basketçi- baskete ayır…

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN SPOR POLİTİKASI YOK

Dolayısıyla geçmişe gittiğin zaman, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir spor politikası olamamıştır. Spor dallarında eski güreş hariç, elde ettiğimiz başarıların neredeyse tamamına yakını tesadüftür. Güreşte de, o zaman kimse bilmiyordu güreşi, bizim yağlı pehlivanlar, zavallı adam geliyordu onu tak yatırıp tuş ediyordu. Sonra insanlar güreşi ilime, bilime sokup öğrenmeye başlayınca işte Türk güreşinin hali meydanda…

Onun için Fatih Terim’in gitmesi, başkasının gelmesi çok da bir şey değiştirmeyecektir. Şuna bakmak lazım; bugün globalleşen dünya diyoruz. Avrupa’ya bakıyorsun nereden baksan 1000’den fazla Afrikalı oyuncu var. Güney Amerikalı ha keza öyle. Benden 3 kişi var… Ama benim futbol havuzumun marka değerine 1 milyar dolar diyorlar. Ne markası yav? Suni marka… Eğer benim futbol değerim 1 milyar dolar civarındaysa bugün Avrupa’da nereden baksan 20 tane oyuncunun oynaması lazım. Konuları birbirinden çok net ayırarak değerlendirmek yanlış olur. Hepsi birbirinin içindedir.