Formüllere Yenik Düşen Bir Film

Yabancı Sinema
Kostüm, sanat ve görüntü yönetimi konularında iyi bir zanaatkârlık sergileyen film; müzikleri de bu tür tarihi ve epik filmlerin aranan ismi Hans Zimmer’e teslim ederek sırtını formüllere ...
EMOJİLE

Kostüm, sanat ve görüntü yönetimi konularında iyi bir zanaatkârlık sergileyen film; müzikleri de bu tür tarihi ve epik filmlerin aranan ismi Hans Zimmer’e teslim ederek sırtını formüllere iyice yaslıyor. Fakat ortaya bütünlüklü bir iş çıkmadığı için başarılı pek çok türdeşi filmin yanında ‘Henri 4’ hayli sönük kalıyor.

Sanat olduğu ölçüde bir ‘zanaat’ tarafı olan sinemanın da haliyle kendine göre formülleri var. Üç aşağı beş yukarı bu formülleri uygulayanların belli bir seviyeyi tutturması mümkün. Fakat her formülde olduğu gibi burada da bir ‘püf’ noktası var. Onu kaçırınca işin içinden çıkmak hayli zor oluyor. Bugün gösterime giren ‘Henri 4’te (Henry of Navarre) olduğu gibi… Alman yönetmen Jo Baier’in yönettiği film, Fransa’nın ‘iyi kral’ı 4. Henri’nin hayatından bir kesit sunmaya çalışırken anlatımı ve süresiyle izleyiciyi boğabilir. Tabii ki mecazi anlamda (dağıtımcı şirket dava falan açar, tedbirli olmak lazım!)…
 
Kanuni, saltanattaki son yıllarını yaşarken, 9. Charles’ın liderliğindeki Fransa’da işler karışıktır. 1563 yılında, geleceğin Fransa Kralı Henri, Protestanlar ve Katolikler arasındaki savaşta annesinden dolayı Protestanların safındadır. Elbette ki bu savaş sadece bir mezhep çatışması değil; bir toprak ve iktidar mücadelesidir. Protestanların başında bulunan Navarra Kralı Henri, sadece Katolikleri değil, annesinin can düşmanı, Fransa Kraliçesi Catherine de Medici’yi de hedef alır. Medici de barışı sağlamak için kızı Margot’la Henri’nin evlenmesini teklif eder. Henri, bu teklifi kabul eder; ama düğünden hemen sonra Catherine de Medici’nin emriyle Paris, büyük bir Protestan katliamına sahne olur. Tarihe ‘Aziz Barthelemy katliamı’ olarak geçen olaydan Henri de canını zor kurtarır; sonrasında dört yıl boyunca sarayda esir alınır. Fransa tahtına geçene kadar, canını ve askerlerini korumak için mezhebini değiştirmek zorunda bırakılan Henri, tahta geçtikten sonra Fransa topraklarında, monarşiyi yıkıp düşünce ve inanç özgürlüğünü ilan ederek, ilk hümanist kral olarak tarihteki yerini almayı başarır.
 
BARIŞI ARAYAN BİR ADAM

Yukarıda özetlenen Henri’nin hayatı, en azından kaynaklarda bu şekilde. Filmde ise karşımıza, daha çok gönül ilişkileri ve saray içi entrikalar arasında kalmış bir Kral Henri çıkıyor. Zaten artık âdet olduğu üzere, tarihî film ve dizilerde tarih sadece bir fon. Shakespeare’in kadim ihtiras, güç ve entrika oyunlarının izinden giden günümüz dizi ve filmleri, bunlar üzerine arzuya göre bir nebze cinsellik serpiştirip epik hamlelere girişiyor. Alman yönetmen Baier de aynı hastalıkla malul bir işe imza atmış. Dönemin Avrupa’sını kasıp kavuran din ve mezhep savaşları, filmin merkezinde başlayıp giderek arkada bir dekora dönüşüyor ‘Henri 4’te. Ortalık yerde kalan da, sevdiği kadınlar (buna annesi de dâhil) ve mezhep tercihleri arasında sıkışan, halkını barış sularına ulaştırmaya çalışan bir karakter oluyor.
 
Malum, aynı tarihlerde Britanya topraklarında -dizi ve filminden de âşinası olduğumuz- Tudors hanedanından VIII. Henry de Papa’yı ve Katolikliği reddetmiş ve Anglikan kilisesinin temellerini atmıştı. Fransızların ‘büyük kral’ dedikleri 13. Louis’nin babası olan 4. Henri de, böylesi bir mezhep savaşının ortasında kalıp bunu çözüyor. Ancak filmde daha çok, Kraliçe Margot ile başlayıp Marie de Medici’yle devam eden gönül ilişkilerini görüyoruz. Üstelik, bu iki karakterin ilişkisini anlatan 1994 tarihli ‘Kraliçe Margot’ filminde Isabelle Adjani ve Daniel Auteuil; ‘Henri 4’teki oyuncuların çok çok ilerisinde bir performans sergilemişti.
 
Baştaki formül meselesine dönersek; kostüm, sanat ve görüntü yönetimi konularında iyi bir zanaatkârlık sergileyen film; müzikleri de bu tür tarihî ve epik filmlerin aranan ismi Hans Zimmer’e teslim ederek bizi yanıltmamış. Fakat ortaya bütünlüklü bir iş çıkmadığı için; başarılı pek çok türdeşi filmin yanında ‘Henri 4’ hayli sönük kalıyor. Son olarak; formül deyince yanlış anlaşılmasın, koskoca sinema tarihini de formüllere indirgemiş değiliz elbet. Bütün büyük filmler formüller içinden sıyrılıp yeni bir form sunabildiği ölçüde büyük olmuştur. Yenilik, kalıplar üzerinden yürüyüp geldiğinde daha bir kıymetli. Ne yazık ki, 150 dakikalık filminde Joe Baier, zanaatını sanatkârlıkla desteklemeyip sadece formüllere yaslandığı için sinemanın ‘kaybedenler kulübü’ne yazdırıyor ismini.