Dünyayı Sarar Bir Melankoli

Yabancı Sinema
Daha önceki filmlerinde olduğu gibi Melanko-li’de de vurgulu bir cinsiyetçi yaklaşım sergileyen Trier, film boyunca günümüz insanının bütün dayanaklarını birer birer yıkıyor. Melankoli’nin...
EMOJİLE

Daha önceki filmlerinde olduğu gibi Melanko-li’de de vurgulu bir cinsiyetçi yaklaşım sergileyen Trier, film boyunca günümüz insanının bütün dayanaklarını birer birer yıkıyor. Melankoli’nin oyuncu performansları kadar oyuncu seçimi de başarılı.

Lars von Trier bir önceki filmi Deccal’de (Antihchrist, 2009) yeryüzündeki cehennemi tasvir etmişti, kadının ontolojik pozisyonu ise cehenneme odun taşıyan zebanilerden farksızdı. Bu hararetli ve güçlü anlatımın ardından gelen Melankoli’de (Melancholia) ise Deccal’e kıyasla bir sükûnet hali hâkim, zorunlu bir teslimiyet. Zira kaçınılmaz son ölüm/kıyameti resmediyor film, Marduk’tan mülhem Melankoli gezegeni çarpmadan önce dünyanın son günlerini.
 
Cannes Film Festivali’nde "Hitler’i anladığına" dair yaptığı açıklamalarla sert tepkiler alan ve festivalin istenmeyen adamı ilan edilen Trier, Melankoli’de kimi sanat eserlerine yaptığı göndermelerle Nazizm estetiğine bir saygı duruşunda bulunuyor. Film geçtiğimiz hafta ABD’de Ulusal Film Eleştirmenleri Derneği tarafından 2011 yılının en iyi filmi ilan edildi.
 
Deccal’in izini süren bir kurgu mantığı var Melankoli’nin. İlk sahnede Wagner’in ‘Tristan ve Isolde Prelüdü’nün eşlik ettiği ağır çekim görüntüler, bataklığa dönmüş yeryüzünde ilerlemeye çalışan filmin karakterleri ve Dünya’ya Melankoli’nin çarpışı… Sonra ‘kusursuz’ denilebilecek hayat standardı ve ‘ideal’ bir gün: Düğün, varlıklı bir aile, Limuzin, şatafatlı malikâne, şık kadınlar, görgülü erkekler… Söz konusu Lars von Trier olunca pelikülde mükemmelliğin ömrünün uzun sürmeyeceği, daha doğrusu mümkün olamayacağı ortada. Önce el kamerası izleyiciyi tedirgin etmek üzere dogma stilinde harekete geçer. Limuzin yolda kalır, masa başındaki aile bireyleri arasında sert atışmalar başlar ve Justine (Kirsten Dunst) artık mutlu gelin rolünü oynamaktan sıkılmıştır. Her bulduğu fırsatta uzaklaşır sahte kalabalıktan, damattan. Gecenin ilerleyen dakikalarında bu görkemli düğün Justine’in ve çevresindekilerin hastalıklı ruh halinden, buhranlarından nasibini alacaktır. Film ilk perdede Justine’in kıyameti karşılayışına odaklanır, ikinci perdede ise kız kardeşi Claire’in (Charlotte Gainsbourg) tepkilerine bakacaktır.
 
Nihilist yönetmenimiz Trier günümüz insanının tüm dayanaklarını birer birer yıkar, önce aileyi çürümüş bir yapı olarak resmeder, reklamcı Justine’in patronunun düğünde bile gelin adayından slogan koparma derdine düşmesi iticidir. Pozitif bilime iman etmiş Claire’in eşi John (Kiefer Sutherland) ise batan gemiyi ilk terk eden olacaktır.
 
ŞEYTANİ MELANKOLİKLER

Terence Malick’in son filmi Hayat Ağacı’nda olduğu gibi burada da evren ile insan arasında bir bağ kurulur. Dünyanın tüm yükünü sırtında taşıyan, sona doğru yaklaştıkça tükenen, içindeki melankoli ve dehşet duygusu pekişen bir karakter Justine. Hezeyan, melankoliyi yine bir kadının varlığında cisimleştirir yönetmen. Kadının dişil yapısını bizatihi hastalıklı gören, ortaçağdaki cadılık fikrine kadar dayandırılabilir bu ilişkilendirme. Zira cadılar çoğu kez ‘şeytani melankolikler’ olarak tanımlanmıştır. Film, insanın kıyameti olarak tanımlanan ölümün de tarifidir esasında. Melankoli’nin alegorik anlamı daha çok âdemin/âlemin sonunun yaklaşmasını imler. Lâkin bu kapalı sistemde Hayat Ağacı’ndan farklı olarak Tanrı’ya yer yoktur. Yeryüzüne atılmış insancıkların her biri bunaltı halinde, bir hiçliğin içerisinde kavrulmaktadır. Justine’in kıyameti sükûnetle karşılaması biraz da bu ızdıraba son verme ihtiyacıdır, en büyük tesellisi ise başka bir hayatın olmadığına dair inancı: "Dünya kötü bir yer, o zaman matemini tutmayı hak etmiyor." Batı medeniyetinin ürettiği tüm hezeyanları Lars von Trier’in şahsiyetinde görmek mümkün, dolayısıyla filmlerindeki karakterlerde. Her ne kadar Hıristiyan teolojisine karşı bir tavır sergilese de filmografisinde öne çıkan, Hıristiyanlıktan beslenen kötücül bakış Melankoli’de de var.
 
Film Pieter Brueghel’in ‘Karda Avcılar’, John Everett Millais’ın Ophelia tablosundan (ki filmin afişinde de bir yorumunu görüyoruz) tutun da Alain Resnais’ın Geçen Yıl Marienbad’da (1961), Michelangelo Antonioni’nin Gece (1961) filmleri gibi birçok esere referansta bulunuyor. Melankoli’de oyuncu performansları kadar oyuncu seçimi de oldukça başarılı. Daha önceki filmlerde olduğu gibi burada da vurgulu bir cinsiyetçi yaklaşım mevcut, mütedeyyin izleyiciyi rahatsız edecek seviyede.
 
Lars von Trier her ne kadar insanoğlunun tüm dayanaklarını filmin başından itibaren yıksa da Melankoli’nin son sahnesinde Justine, Claire ve oğlu Leo’nun işe yaramayacağını bildikleri halde sopalardan yaptıkları sihirli mağaraya sığınmaları ise manidar. Bu hüzünlü resim insanoğlunun acziyetinin, her halükarda bir inanca sığınma ihtiyacının da ironisi.