Reklam Filmi, Dizilerden Daha Etkili

Türk Sineması
Şimdiye kadar kameraların arkasında olduğu için onu sadece bilenler biliyor. Veysel Karani Önen. Şimdiye kadar izlediğimiz pek çok başarılı reklam filmine imza atmış başarılı bir reklamcı, yönetmen. 8...
EMOJİLE

Şimdiye kadar kameraların arkasında olduğu için onu sadece bilenler biliyor. Veysel Karani Önen. Şimdiye kadar izlediğimiz pek çok başarılı reklam filmine imza atmış başarılı bir reklamcı, yönetmen.

80’li yılların sonuna doğru kameraların arkasına geçmiş ve 2008 yılında verdiği bir kararla kendini tazelemek, biraz şarj olmak düşüncesiyle Güzelce’deki bahçeli evinde inzivaya çekilmiş. Bol bol toprakla uğraşmış… Bahçesinde sebze ekmiş, meyve ağaçları budamış, çok farklı çiçekler dikip onları büyütmüş ve tabii bol bol okumuş. Her şeyden uzaklaşıp münzevi bir hayat yaşamak istemiş.
Artık dinlendiğini ve kendini yenilediğini söyleyen Veysel Karani, yeniden başarılı çalışmalara imza atmak için hazır olduğunu söylüyor. 

Röportaja başlamadan önce Veysel Karani’nin yaptığı işlerden bira kaç tanesini yazarsam sizler de onun işlerini hatırlayacaksınız.

HDI Sigorta,  Ofçay, Kia, Citroen, Subaru,  Arifoğlu Baharatları,  Ak Parti, Bisan Bisiklet, Peugeot Moped, Kristal Kola, Kadir Topbaş Seçim Kampanyası, Milli  Eğitim Bakanlığı (1 yılda 1001 okul kampanyası),  Tarihten Bugüne Balıkesir Belgeseli, Yeşilçamı’ın Gözüyle İstanbul Belgeseli ve en son  Aura Cookvision reklam kampanyası

Veysel Karani Bey, anlatmayı ve bilgilerini paylaşmayı seven, hayata karşı bir duruşu ve fazlasıyla yaşanmışları olan biri . Hayatındaki yaşadığı her şeyin değerini bildiğini söyleyen ve hakkıyla yaşadığına inanan biri.

Öğretici bir tarafı da var, Veysel Karani  Bey’in.“Sen bunun ne demek olduğunu biliyor musun?” der ve anlatmaya başlar.

Artık herkesin reklam dünyası hakkında bir fikri var. Ben de istedim ki doğru bir isimden doğru fikirler vereyim bu konuda.

Bu sebeple sektöre 25 yılını veren Veysel Karani Bey’le reklamcılıkla, marka olmakla, yönetmenlikle ilgili konudan konuya geçerek keyifli bir  röportaj yaptık.

KAMERA ARKASINA GEÇMESİ BİRAZ İNAT, BİRAZ TESADÜF

– Yönetmenliğe nasıl başlasınız, herkes meşhur olayım deyip kameranın önünü seçerken siz neden kamera arkasını seçtiniz?

– 1989 yılında başladım. Benim kamera arkasına geçmem biraz tesadüftür biraz inattır.   O yıllarda ben gazeteciliği yeni bırakmış gazete filmlerine prodüktörlük yapıyordum. Yönetmenimiz de  Osman Sınav’dı. Yine bir iş vardı, Osman Sınav’a gittim."Yapamam, şehir dışına gidiyorum" dedi. “Abi bir gün geç git ne olacak sanki” dedim,  “yok gitmem lazım” dedi. Çaresizlikle “abi kim çekecek o zaman bu filmi ben mi çekeceğim” dedim? Bana mı kaldı anlamında, fakat o yanlış anladı ve  “olur sende çek, ne olacak sanki  herkes çekiyor” dedi. Peki abi dedim bende. Çalıştığımız ekip zaten belliydi ekibi topladım ve filmi çektik. Çok kötü bir film olmuştu fakat o reklam filmi televizyonlarda bir yıl yayınlandı. Osman Bey bu hadiseyi hatırlamıyordur bile

– Hatırlıyor musunuz hangi reklam filmi olduğunu?

– Tabii ki hatırlıyorum. Gazetenin verdiği Güler Erkan’ın provasız giyim kalıplarıyla ilgili bir promosyon filmiydi. Unutmam mümkün değil.

Ben hukuk eğitimi aldım fakat iyi bir sinema izleyicisiydim. O tarihlerde Topkapı ve Aksaray’daki sinemalarda tek başıma çok film izledim ve o dönemde bizim ülkemizde sinema yerlerdeydi. Hatta pek çok filmi tek başıma izlemişimdir ve adamlar gelip abi tekbaşına izleyecek misin diye sorarlardı. Yani ben yönetmen falan değildim, o filmi çektiğim zaman. Fakat o günden sonra birden bire kameraların arkasında buldum kendimi.

– Kamuoyu  Ofçay’a yaptığınız reklam filmi ile  tanıdı sizi?

– Beni Ofçay’la tanımadı kamuoyu. Of çayı benim yaptığım reklamı filmleri ile kamuoyu tanıdı. Ofçay reklam kampanyası olarak eli yüzü düzgün basın ayağı da olan düzgün bir reklam kampanyasıydı. Fakat Ofçay’dan önce ben çok başarılı reklam filmleri yaptım.

Özellikle otomotiv sektöründe, Kia, Citroen, Subaru gibi markaların filmlerini yaptım.

OFÇAY REKLAMLARI, BİZDEN REKLAM FİLMLERİYDİ

Ofçay’ın çok iyi bir müziği vardı ‘demle bi tanem’, bizden bir işti o reklam. Reklam filmine başlamadan önce rakiplerin yaptığı işleri araştırdım. O günlerde Doğuş Çay’ın bir reklamı vardı. İngiliz bir gelin Türk kocasıyla kahvede çay içiyordu, kahve de de 30 tane salak tipli adam vardı.  Bu reklam filmini Sinan Çetin çekmişti. Burada bir parantez açmak istiyorum. Sinan Çetin’i çok beğeniyorum, çok takdir ediyorum, aynı zamanda hiç sevmiyorum.

SİNAN ÇETİN’İN TÜRK HALKIYLA SORUNU VAR

Bence, Sinan Çetin’in bütün reklam filmlerinde Türk halkını aptal yerine koyar, Türk insanı hep anlamaz salak tiplerdir. Doğuş çayın reklam filminde de aynısı vardı. Kahvedeki o 30 adam oturmuş İngiliz geline bir türlü çay beğendirmeye çalışıyordu, en son Doğuş Çayı veriyorlardı ve beğeniyordu. ( burada bilinç altında Türk insanını aşağılamak duygusu var.) Burada bir ingilizi referans almak çok anlamsız çünkü İngilizler çayı bizim gibi içmezler. İngilizler çayı sütle ve fincanda içer; bizim gibi ince belli cam bardakta içmezler. Çay zevki konusunda, bir egeli, içanadolulu veya doğuanadoluludan daha iyi referans olamaz.

Bende reklamcı olarak aynı sahneyi kullandım. 30 tane salak erkek yerine toplumun her kesiminden kadınlar kulandım; başı yaşmaklı bir teyzeden, iş kadınına, entelektüel bir öğrenciden frapan bir kadına… Bir de kadınların yanına pala bıyıklı biraz efemine bir tip yerleştirdim.

Ben neden kadınları kullandım? Çünkü çayın nihai tüketicileri kadınlar, gidip raftan alanlar  da  onlar. Bu sebeple onları onure etmek istedim. Hatta o reklam filminde bir de o kadınların içine turist bir kadın koydum, diğer reklamdaki İngiliz kadına nazire olsun diye fakat benim filmdeki İngiliz kadın oradaki kadınların ne dediğini anlamayan biriydi yani orda turist de çaydan ne anlar mesajı verdim…

Birde o dönemde Türkiye’de bazı şeyler kaşınmaya başlamıştı. Baş örtüsü ile ilgili sorunlar gündeme gelmeye başlamıştı, siyasi ve ideolojik olarak, toplumu ayrıştırmaya yönelik. Ben kendimce bu reklam filminde sosyal bir sorumluluğu da yerine getirdim. Farklı gelir grubundan, farklı inanıştan kadınları bir araya toplayarak; onlara hep bir ağızdan aynı şarkıyı söyleterek…  Bu sebeple insanlar o reklam filmini çok sevdi.

– Bu reklam kampanyasında anlatırken patronun hayır deyip karşı çıktığı halde yaptığımız çalışmalar oldu dediniz, nasıl oldu?

 – Reklamcı olarak bazen firmanız için bazı fırsatları gördüğünüz zaman onlarla paylaşıyorsunuz. Her şeyi müşterinin beklentisi doğrultusunda yapmıyorsunuz. Bazen gördüğünüz fırsatlar doğrultusunda, onların faydasına olan yerlerde yönlendirmeler yapıyorsunuz .

Çay sektöründe de o zaman böyle bir fırsat vardı, poşet çay. Ofçay’ın poşet çayı o dönemde diğer markalara göre bir avantajı vardı. İplik dikişle poşet çay yapıyorlardı. Diğer markalar tel zımbayla veya yapışkanla ipi tutturuyorlardı, tüketiciler içtikleri çayın içinde yabancı bir madde istemiyorlardı,  bu çayların da Sağlık Bakanlığından onaylı olmasına rağmen. Bir ikincisi üretici açısından poşet çay, dökme çaya göre daha karlıydı….
Bu sebeple müşterimiz  Ofçay’ın istememesine rağmen, poşet çay için; ‘demle bir tanem’ sözünü ‘ salla bir tanem’ olarak değiştirerek iki versiyon film daha ürettik. Çok faydasını gördüler. Üretim arttı ve ikinci fabrikalarını açtılar.

– Siyasi kampanyalarda yaptığınızı biliyoruz, onlardan da bahseder misiniz?

– 2004 seçimleri öncesinde Ak Parti’nin işlerini yapan Arter’le o dönem seçim kampanyasını yürüttük fakat ondan önce Kıbrıs’da Ulusal Birlik Partisi’nin kampanyasını yaptım. Çok zor bir kampanyaydı çünkü 20 yıl iktidarda kalan bir partiydi ve artık ne vaad edeceklerdi? Reklamcı olarak zorlandık çünkü yeni bir şeyler söylemek gerekiyordu fakat yeni bir şeyler söyleyince insanlar 20 yıldır nerdeydiniz diyebilirdi. Ama yinede başarılı bir kampanya yürüttük, milliyetçilik ve bölünmezlik üzerine kurduk kampanyayı.

Türkiye’de de yerel seçimlerde hem yurt genelinde hem de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın filmlerini yaptım.

– Bir dönem piyasadan çekildiniz, kayboldunuz? Neler yaptınız bu dönemde?

– 2008’de aldım bu kararı. Biraz münzevi bir hayat yaşadım. Güzelşehir’de bahçeli bir ev aldım. Sessiz, sakin hani sinek uçsa duyacak kadar.  Köpekler, çimler, ağaçlarla uğraştım, güller budadım, bir tarafda sebze meyve yetiştirdim. Toprağı çok seviyorum, özel bir ilgim toprağa, uhteşem bir terapidir toprakla uğraşmak. Kısacası tekrar şarj yaptım kendimi…

– 2011’in  başında piyasaya döndünüz ve hemen bir reklam filmi yaptınız.

– Evet. Mutfaklara gelen yeni bir kavram Cookvision. Ben bu ürüne çok inandım, inovatif, yenilikçi, sağlam  bir ürün. Mutfakta kadınların 8-10 tenceresini üç tencereye indiriyor ve düdüklü tencere görevi de görüyor. Arkasında durulacak bir ürün.

REKLAMCILIĞIN İNSANLARI ALDATMAK GİBİ BİR DURUMU YOK

– Reklamcılık toplumda biraz aldatma gibi algılanıyor değil mi?

– Avukatlar içinde aynısı söylenir, reklamcılar içinde aynısı söylenir. Sanırım benim talihim bu… (gülüyor)  Ama hiç ilgisi yok. Ben hukuk tahsil ettim fakat başka ilgim olmadı. Savunma hakkı en kutsal haklardan biridir. Bir insan ne kadar cani olursa olsun savunma hakkı vardır. Onu da avukatlar aracılığıyla yaparlar. Ama yanlış algıyı biliyorsunuz avukatlık mesleğiyle ilgili…

Reklamcılarda yalan yanlış, aldatıcı şeyler yapamazlar hem yasal olarak yasak hem de ahlaki acıdan doğru değil. Erdemli bir insan hiçbir şekilde yapmaz yani inanmadığın bir ürünün reklamını yapamazsın.      

– Gündemde neler var? Ne yapmayı düşüyorsunuz?
– Yeni projelerimiz için çalışmalarımız devam ediyor. Marka olmak için gelenleri bekliyoruz. Bizi bulsunlar, doğru yerde olsunlar, proje, iletişim ve reklam istesinler yapalım.

– Siz bir reklam kampanyasının her aşamasında oluyorsunuz  değil mi?

– Bizim sektörde yapımcı, yönetmen, senaryoyu yazan kişiler farklıdır.  Ajans işi alır, senaryoyu yazdırır, yönetmeni seçer fakat ben bu işlerin hepsinde oluyorum. Bu belki biraz da benim özel ilgimdendir. Kameranın arkasında, grafik tasarım kısmında, metin yazmadan, planlamaya her aşama da bulunuyorum.

Yaptığımız işlerin hiç birinde yüzümüz kara çıkmadı, Allah başımı yere düşürmedi. Medya planlama noktasında da çok rasyonel, faydalı, sonuç odaklı işler çıkardık. Her zaman vaat ettiğimizden daha fazlasını yaptık. Sınırlı bütçelerle en fazla erişimi sağladık. Bizim bir iktisat hocamız vardı ekonomiyi ‘kıt kaynaklardan sonsuz ihtiyaçların karşılanması’ olarak tarif ederdi. Bizde elimizde olan sınırlı bütçeyle planlamayı çok iyi yapmalıyız Hangi saatte, hangi günde, hangi mecranın hangi sayfasında hedefimizi yakalarız en fazla insana mesajımızı ulaştırırız diye…

İYİ BİR ORKESTRA ŞEFİYİM

Ben her zaman doğru insanlarla çalıştım. Bu sebeple iyi bir orkestra şefi olduğumu düşünüyorum. İyi bir orkestra şefi, belki kemanı çok iyi çalamayabilir veya piyanoyu ama bunların hepsinden çok iyi sesler çıkabilir. Benim yaptığım da o. Belki elime kamera verseniz çok iddialı resimler çekemem veya müzik kulağım çok iyi değildir fakat bir müzik duyduğumda iş yapar mı yapmaz mı onu anlayabilirim.
Belki halkı çok iyi tanıdığımı düşündüğüm içindir. Bu toplumun içinden çıkmış bireyleriz biz. Babam, annem çiftçi. Anadolu insanının hayata nasıl baktığını, kavradığını biliyorsun, senin mesajını nasıl algılayacaklarını biliyorsun.

İŞİNİ DOĞRU YAPAN İNSANLARLA ÇALIŞIYORUM

O işi en doğru yapan insanlarla çalışıyorum. Doğru insanı doğru yerde çalıştırdığında sonuç çok iyi oluyor. Seçici ve titiz biriyim ben. Her zaman doğru adamlarla çalıştığımı düşünüyorum ve bunlardan iyi bir kompozisyon oluşturuyorum.

– Bu işlerin çok farklı bir tarafı daha var diyorsunuz? nedir o?

– Asıl önemli olan şu: Bizim sorumluluklarımız var, düşünen insanlar olarak, bir aydın olarak, bir entelektüel olarak bizim kaygılarımızın olması gerekiyor. İnsan olmanın da gereği bu zaten.  Biz toplumun tamamını etkileyen işler yapıyoruz. Sadece kendimizi ilgilendiren işler yapmıyoruz. Biz bir iş yaptığımız zaman toplumun bütün kesiminden insanlar izliyor, çocuklar, yaşlılar, gençler.

REKLAM FİLMİ TV DİZİLERİNDEN VE SİNEMADAN DAHA ETKİLİ

Basın ilanının, bilboardların gazetedeki köşe yazılarından ve haberlerden daha etkili olduğunu düşünüyorum, insanlar üzerinde… Çünkü defalarca ve defalarca insanlara sunuluyor.

Bir reklam filmi mesajı bize sadece şu ürünü alın, şu markaya yakınlık duyun, bu ürünle duygusal bir bağ kurun der fakat bunların yanında çok daha önemli bir şey söyler: “şöyle de yaşayın!”…. ‘Reklamlar, bize bir  yaşama biçimi, bir hayat tarzı önerir; hatta dayatır!

Bütün reklam metinlerinin altında bu vardır. Ben bütün işlerimde bu kaygıyı duyarım. Bu toplumu kendine yabancılaştıran insanlarda da aynı kaygı var bence. Onlar da aynı kaygıyla başka işler yapıyorlar.  Bir burgerking reklamında , cola reklamında gençlerin hayata bakış açısını, kavrayış tarzını orda hissedebilirsiniz. Daha doğrusu nasıl yaşamaları konusunda sunulan önermeyi görürsünüz.  Bunlar diziler gibi gelip geçmiyor yüzlerce kere muhatap oluyoruz. Bu sebeple bir reklamcı olarak bu sorumluluğu ta içimizde hissetmemiz gerekiyor.  “Her küp içindekini yansıtır” ben hayatı nasıl kavrıyorsam, yaptığım işe de o yansır.

Ben bu toplumun temel değerlerine, inançlarına, mukaddeslerine saygılı olmak, doğru yaklaşmak gerektiğini ve güzelliği, erdemi anlatmalıyız diye düşünüyorum. Ben aman yanlış bir şey yapmayım, insanların dünyasını değiştirmeyeyim, yanlışa süreklemeyeyimin kaygısını taşıyorum.

– Dizi film yapmayı düşünüyor musunuz?

– Hayır. Ben dizi film çekmeyi düşünmüyorum. Hiç de düşünmedim. Bunun nedenleri var tabi…

Ben hukuk okudum dediğim gibi fakat bu işlerin içine girdiğim andan itibaren  sinema-tv okuyan bir öğrencinin dört yılda sarf ettiği eforun, emeğin beş katından fazlasını ben beş ayda sarf etmişimdir. Bir kitabı almak için uçağa binip İzmir’e gidip üniversitenin kampüsünden hocanın, teksir notlarından kitap haline getirilmiş halini alıp gelmiştim, Oğuz Adanır’ın üç kitabıydı.. ayrıca çok istifade ettiğimi de söyleyemeyeceğim…

AĞIR BEDELLER ÖDEDİM

Ağır bedeller ödedim bu iş için fakat bunun yanında da çok şanslı biriydim. Suha Arın gibi bir iletişim deryası ile tanıştım. Türkiye’de televizyonculuk kavramı daha gündeme gelmeden, Amerika’da televizyonculuk yapmış yani yapımcılık, yönetmenlik. Ondan özel dersler aldım henüz özel kanallar açılmamıştı. Haftanın dört günü beş altı saat onun Mecidiyeköy’deki ofisinde televizyonculukla, iletişimle, sinema ile  iligili dersler aldım. O tarihlerde Arın, “televizyon yayınları sekiz yaş zeka seviyesine göre yapılır” derdi. Bunu benim aklım o tarihlerde almazdı, algılayamıyordum.

– Peki bu doğru mu?

– Şimdi anlıyorum evet çok doğru. Bunu görebiliyorsunuz. Bazı haber spikerleri ekranda salak görünmek için meditasyon yapıp ekrana çıktılar. Abuk subuk cümleler kurdular. Şuan yapılan dizilerde malum.

Tv dizileriyle doğru, yanlış, erdem , iyilik kötülük gibi olumlu olumsuz değerlerin kavramsal karşılıkları değişti. Yanlışlar da değerli olmaya başladı. Türk halkının değerleri alt üst oldu. Bunda da televizyon denen o kutunun payı çok büyük.

Şuan  dizilerin izlenme oranlarını AGB sonuçlarına baktığımız zaman görebiliyoruz. Bir reklamcı olarak çok ilgilendiğim için söylüyorum o sonuçlar doğru. Sorarsanız insanlarımız o dizileri izlemiyor, discovery izliyor. Ama öyle değil işte… İzliyorlar; ayrıca  ben istatistik bilimine inanıyorum.

SİNEMA FİLMİ YAPMAK İSTİYORUM

Ben ölmeden önce; sağlam, güzel  bir hikaye anlatmak istiyorum sinema ile. Hayata aşka insana dair “gerçek” bir hikaye olacak bu. Bütün hayalim bu…

Nuray KARAÇOBAN / Rotahaber