Kaliteli Sinema İzleyiciden Kopar

Türk Sineması
Röportaj: Bengü Dağlı Sinema çoklarımız için günün, haftanın hatta ayın kaçış noktalarından biriyken, kimileri için de sinema bir yaşam biçimi. Filmler ile soluk almak zihnini sürekli onlarla meşgul e...
EMOJİLE

Röportaj: Bengü Dağlı

Sinema çoklarımız için günün, haftanın hatta ayın kaçış noktalarından biriyken, kimileri için de sinema bir yaşam biçimi. Filmler ile soluk almak zihnini sürekli onlarla meşgul etmek, yerine göre bir hobi yerine göre de bir zevk olmuştur. on5yirmi5.com olarak sinemayı hem kendine yaşam biçimi hem de meslek olarak seçen Serdar Akbıyık ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Yıllardır sinema eleştirmenliği yapan Akbıyık bu alanda Türkiye’de en yetkin kişilerden biri. İnternette yayınlanan Cine Dergi’nin Genel Yayın Yönetmeni olan Akbıyık aynı zamanda Star gazetesinde sinema eleştirmenliği yapıyor. İki bölüm halinde yayınlayacağımız bu keyifli söyleşinin ilk yarısında Serdar Akbıyık’la yükselişe geçen Türk sinemasını ve izleyicisini konuştuk.

2009 senesini geride bıraktık 2010’un ortalarındayız geride bıraktığımız süre içerisinde Türk sinemasını değerlendirebilir misiniz?

Şimdi öyle bir şey var ki, 2009 ile 2010 arasında çok kesin bir ayrım yapılamaz. Çünkü biz bunu 4-5 yıldır söylüyoruz. 2005’ten beri Türk sineması hep ilerliyor, izleyici filmlere sahip çıkıyor. Bence Türk sinemasının ilerlediğinin gerçek anlamda 2009 ile 2010’da gördük. Yurt dışında alınan ödüller ve aynı zamanda ödül alan o filmlerin Türk sinemasına etkisi, o yönetmenlerin buradaki diğer filmlere etkisi anlamında…

Yurtdışında ödül alan filmlerin Türk sinemasına etkisi nasıl oldu?

İlk başta şöyle bir şey diyorduk; Türk sinemasında filmler ödül alıyorlar fakat bu ödül alan filmler seyredilmiyor. Mesela Semih Kaplanoğlu’nun Tülin Özen’li “Meleğin Düşüşü” filmi, Altın Portakal almıştı. Tülin Özen’i Türk sinemasına kazandıran filmdir “Meleğin Düşüşü”. Bu filmi 2000-4000 kişi setretti. Altın Portakal’da ödül aldı. Ama bu ödülün filmin izlenirliğine hiçbir etkisi olmadı. Hâlbuki “Meleğin Düşüşü” Semih Kaplanoğlu’nun Türk sinemasında ilk yola çıktığı filmdir. Kaplanoğlu bu filmden sonra “Altın Ayı”ya geldi. “Bal”ın “Altın Ayı” ödülünü almasıyla birlikte artık Semih Kaplanoğlu’ndan daha rahat bahsedebiliyoruz. Ama burada sinema izleyicisinin, gişede ona gösterdiği ilgiden söz edemiyoruz. Yabancı ödüllerle bunu söyleyebiliyoruz. Bunun aynısını Reha Erdem içinde söyleyebiliriz. Reha Erdem’de çok izleyiciyle buluşmayan, çok değerli filmler yapar. Aynısını Kutlu Ataman içinde söyleyebiliriz. Hatta ve hatta Nuri Bilge Ceylan içinde söyleyebiliriz. Tamam, bu saydığım isimler içerisinde Nuri Bilge Ceylan daha iyi bir yerdedir. Ama bir Tayfur Güneyer’in “Kel Oğlan Kara Prense Karşı” filmi kadar seyredilmemiştir.

Bengü Dağlı-Serdar Akbıyık

DEĞERLERİMİZİN FARKINDA DEĞİLİZ

Peki, bunun sebebi nedir? Neden bu saydığınız isimleri Türk izleyicisi tercih etmiyor?

Herkesin bu soruya cevabı farklıdır, bu sorunun objektif bir cevabı olamaz, kişiye göre değişir. Ama benim cevabım şu; sinema dediğin şey kaliteli oldukça genel izleyiciden kopar. Genel izleyiciden kopmak demek, daha kaliteli daha eğitimli izleyiciye seslenmek demek. Doğal olarak izleyici sayısı da azalır. Bizim yaşadığımız problem bu; yani Türk izleyicisinin filmleri algılamasında problem var. Toplum yapısıyla ilgisi var. Ama sinemanın da şöyle bir durumu var; sinema izleyiciyi arkasından çeker. İzleyicinin sinemanın önünden gitmemesi lazım. Zaten öyle olduğu zaman problem var. Evet, iyi filmler az seyredilebilir. Ama ne kadar az seyredilirse seyredilsin, siz onları çekeceksiniz. İzleyiciye vereceksiniz. O izleyici bir gün 3 bin öbür gün 10 bin olmaya başlar. Biz Türkiye’de bugün bunu yaşıyoruz. Tamam, belki doyurucu değil ama yaşıyoruz. Türkiye’de çok az dalda bu tür bir ilerleme var. Ne resimde, ne romanda, sinemadaki kadar başarı söz konusu…

Semih KaplanoğluSinemada çok büyük bir atılım var. Ve bu atılımı adamlar para kazanarak da yapmıyorlar. Gerçekten sanat sevgisiyle yapıyorlar, paraları sarf ederek, kaybederek yapıyorlar. Bakın Semih Kaplanoğlu son filmi “Bal”ı Altın Ayı ödülünü aldıktan sonra, film çok kişiyle buluşsun diye hemen vizyona koydu. Ben onunla röportaj yaparken bu konuyu konuştum. O heykelin başarısından yararlanarak daha fazla kişiye ulaşsın diye, filmi şimdi vizyona çıkardığından bahsetti. Ama yine de o kadar başarılı olmadı. Ve o zaman dedi ki, “Ben yeni filmimi nasıl çekeceğim?” Eminim çekecek. Yani bir şeyini satacak bilmem nereden borç alacak ve yine çekecek. İşte Semih Kaplanoğlu adına derken, ben diğerlerini de katıyorum. Onun bu inancı, bunların bu inancı, Türk sinemasını biraz ileriye çekiyor. Hani “Bu yeterli mi?” diyeceksiniz. Bir yerde mucizevî anlamda yeterli, bir yerde de yetersiz. Ben izleyicinin bu sinemaları çok seyretmemesini dediğim gibi bu sinemaların fazlasıyla kaliteli ve izleyicinin önünde giden filmler olmasına bağlıyorum. Bunu da çok normal algılıyorum. Bence bu filmler fazlasıyla çekilsin, insanlar bunları izlesinler. Mecbur kalsınlar izlesinler. Çünkü Türk insanının da, hepimizin bir kompleksi vardır. Biz elimizdeki değerlerin, başkası “bu değerlidir” dediği zaman bilincine varırız. Aslında bizim sinemamızda yaşanan bir parça bu… Semih Kaplanoğlu “Bal” ile bu ödülü almasaydı eminim film, bu kadar değerli görülmeyebilirdi. Dışarıdan ödül aldığı için çok değerli gözüktü. Bununda Türk sinemasına bir etkisi var.

NEJAT İŞLER, KARİYERİNDEKİ EN İYİ OYUNCULUĞU ‘YUMURTA’DA SERGİLEDİ

Benim çevremde de bu ödülden sonra arkadaşlarım bu üçlemeyi izlemeye başladı… “Yumurta”, “Süt”, “Bal” üçlemesini… Bu üçlemeyi nasıl buldunuz?

Sadece izleyici açısından değil biz sinema eleştirmenleri açısından da çok büyük tartışmalar yaşanıyor. Sinema eleştirmenlerinin beklide 3/2’si “Yumurta”yı çok beğenmemiştir. Ben çok beğendim. İlk seyrettiğim anda çok beğendim. Bana göre Nejat İşler’in kariyerinin en iyi filmidir. Nejat İşler’le de daha yeni röportaj yaptım. Kendisine de bunu söyledim. O da kabul etti. Ama Nejat İşler’in kariyerinin en iyi filmi, bekli de İşler’in en beğenilmediği filmi oldu Türkiye’de… Onun o filmde bir sahnesi vardır köpeklerle; Sivas kangallarıyla karşı karşıya kaldığı sahne. Sivas Kangalı Nejat İşler’i esir alır. İşler dizlerinin üstüne çöker ve kalır köpekte ona havlar. Şimdi Adana Film Festivali’nde bunu seyrederken salondaki insanlar gülmeye başladı. Hâlbuki filmin en önemli sahnesiydi. Ben de sinirlendim açıkçası oradaki tepkiye, orada öyle bir gerginlik oldu. Nejat İşler üzüldü. Semih Kaplanoğlu üzüldü. Ama Berlin’de film gösterildiğinde aynı sahnede salonda çıt çıkmadı. Bunu İşler’de söyledi. “Koskoca salonda Almanya’da iki kişi güldü” dedi. “İki kişi de benim buradan tanıdığım insanlardı” dedi. Onlar da zaten Türk’tü. Yani bu durumlar var anlatabiliyor muyum? Ama bunlar geçilecek. Bu insanların yılmaması lazım… Neyse ki de, yılmıyorlar…

GLADYATÖR’LE RECEP İVEDİK AYNI KEFEDE!

Tamam, sanat filmleri diyoruz, fakat Türkiye’de bir gerçek var. Komedi filmleri… Türkiye’de son dönemde öne çıkan filmler hep bunlar. “Arog”, “Yahşi Batı”, “Eyvah Eyvah”, “Recep İvedik”, “Neşeli Hayat”… Bu filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi bu filmler olmazsa olmaz filmler… Bunlar dünyanın hatta sinema endüstrisinin gerçeğidir. Dünyada sinema endüstrisi dediğiniz zaman Hollywood’un üstünlüğü tartışılmaz. Hollywood’u Hollywood yapan filmler nelerdir? Bence bu tür tartışmayı yapan insanlar bunu bir konuşsun. Hollywood’u Hollywood yapan bağımsız filmler midir? Yoksa “Gladyatör”, Er Rain’i Kurtarmak”, işte Tom Hanks’in filmleri midir?

RÖPORTAJIN DEVAMI ARKA SAYFADA…