İhsan Kabil Türk sinemasını anlattı

Türk Sineması
İhsan Kabil, Türk sineması ile ilgili bilinmeyenleri kültür sanat haberleri sitesi Mürekkep Haber’den Oğuz Çetinoğlu’na anlattı. Oğuz Çetinoğlu: Türk sineması ile alakalı olarak rakamlara ...
EMOJİLE

İhsan Kabil, Türk sineması ile ilgili bilinmeyenleri kültür sanat haberleri sitesi Mürekkep Haber’den Oğuz Çetinoğlu’na anlattı.

Oğuz Çetinoğlu: Türk sineması ile alakalı olarak rakamlara dayalı genel bir değerlendirme ile röportajımıza başlayabilir miyiz?                                            

İhsan Kabil: Türk sineması, Kültür Bakanlığı’nın verdiği destekle her yıl 100 civarında film üretme kapasitesine sâhiptir. Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında, yabancı filmlere göre kendi yerli filmleri seyretme oranında en başta geliyor. 2015 yılı içinde toplam 137 film yapımı gerçekleştirilirken, toplamda bakanlık tarafından 27 milyon TL destek temin edilmiş, 60 milyon bilet satışının 32 milyonu yerli film seyircisinden sağlanmış. Bilet hâsılatından elde edilen 680 milyon hâsılatın 360 milyonu yerli yapımlardan sağlanmış.

Öte yandan, TRT de 100 filmlik bir proje başlattı.  30 kadarı hayata geçirildi. Sinemamız için gerçek bir kazanç olduğunu düşündüğümüz bu icraat,  ‘Muna’ ve ‘Çırak’ gibi eserleri sinemamıza kazandırdı.

Çetinoğlu: Kültür Bakanlığı’nın desteği bütçeden mi karşılanıyor?

Kabil: Bakanlığın sağladığı kaynak desteğinin popüler ticarî filmlerden elde edilen hâsılattan oluşturulan havuzdan aktarıldığını biliyoruz.

Çetinoğlu: O havuz, seyircinin ödediği bilet bedeli içerisindeki bakanlık payı ile mi oluşturuluyor?

Kabil: Evet öyle diyebiliriz. Yerli film seyretmek için alınan her biletten Bakanlığa bir pay aktarımı oluyor.

Çetinoğlu: Yerli sinemaya destek verilirken tatbik edilen kıstas nedir?

Kabil: Bir yerde, ironik olarak gişe yapan piyasa işi ve kaba komedi, korku, melodram gibi kişinin duygu dünyasını manipüle eden yapımların, insanın varoluşu ile alakalı durumunu irdelemeye, kişiye dayalı bir sinema yapmaya yönelen, topluma dair bir dertleri olan yönetmenlerin çalışmalarına maddî katkı sağladığına şâhitlik edilmektedir.

Çetinoğlu: Çok geniş bir çerçeve değil mi?

Kabil: Öyle denebilir ancak sanat sineması olarak tanımlanan filmlerin gişe hasılatı, yeni sanat filmlerinin yapımını destekleyecek miktarlara ulaşamıyor.

Çetinoğlu: Sinema sanayimiz çevrilen film itibâriyle belli bir seviyeye gelmiş görülüyor. Kalite itibâriyle hangi seviyede?

Kabil: Bu sorunuza cevap vermek için ortaya konan eserlerin sinematografik özelliklerine, sinema dilinin işlenmesine gösterilen özene, anlatılan hikâyenin toplumun değerleriyle mütenasip olmasına, gerçekliği bâzen sembol ve çağrışımlarla ifâde edip etmediğine bakılması gerekmektedir.

Çetinoğlu: Bakabilir miyiz? Baktığımızda neler görürüz?

Kabil: Önümüze gelen genel görünüşün, özlenen düzeyden biraz uzak olduğu söylenebilir. Az sayıdaki bazı istisnaları dışarıda tutarsak, topluma mâlolmuş sinemacıların ortaya koyduğu en popüler filmlerde dahi toplumu ve bireyleri rencide edecek ifâdelere ve hallere rastlanabilmektedir. Sözde korku filmlerinin inandırıcılıktan uzak, ikna edici olamayan imge ve varlık değerleri, komedilerin gücünü ağız bozukluğu ve düşük insanlık hallerinden alması, ticarî filmlerin naylon, sentetik sunumları, sanat sineması tanımlamasına girebilecek yapımların bir kısır döngü içinde ve nihilizm1 sınırları içinde kalması, gerçekçiliğin istismara dayalı temsiliyle sınırlanmaları sinemamızın hastalıklı yönleri olarak görülebilir.

Çetinoğlu: Dış görünüm böyle. Dıştan görünmeyen derinliklere de bakabilir miyiz?

Kabil: Perdeye yansıyan az sayıdaki olumlu nitelikteki filmlerin iç dünyalarına baktığımızda ise, bunların bâzen söz edegeldiğimiz kimlik konumuyla uyumlu oldukları, kişiye ait ve sosyal değerleri gözettikleri, sinema dilini mânevî bir çerçevede gerçekleştirerek, kendini aşamamış olandan müteâl2 olana bir kanal açtıkları görülmektedir. Bu tarz filmler târihî gerçekliğimizle de örtüşük, günümüzü o görüş tarzından ele alan, modernizmin meselelerini dünden yarına geniş bir açıyla değerlendiren, insan ilişkilerini kanırtmadan belli bir sağduyu ve serinkanlılıkla veren, komediyi ince mizah örgüsünde temsil eden bir zeminde hayat bulmaktadır. Filvaki, nitelikli dediğimiz bu çalışmalar, çoğunluğu meydana getiren o büyük yekûn arasında gereği kadar fark edilememektedir.

Çetinoğlu: Üniversitelerimizde sinema sanatları bölümleri var. Yerli film sektörü ile üniversite ilişkilerinden söz eder misiniz?

Kabil: Yerli film sektörü, gitgide artan bir oranda üniversitede sinema eğitimi alan gençlerin işgücünden yararlanmaya başlamıştır. Ben konunun teorik tarafında biri olarak, geçen yıl Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi bünyesinde seçmeli olarak Sinema Sanatına Giriş dersi verdim.

Çetinoğlu: Çok güzel… Derslerde neler işlediniz?

Kabil: Üniversitenin Halıcıoğlu ve Kandilli’de bulunan yerleşkelerinde, değişik bölümlerden öğrencilerin katıldığı dersler, sinema târihinin ilk günlerinden başlayarak, günümüze kadar olan süreçte geçirdiği merhaleleri görüntülü örneklemelerle ve münferiden seyrettiğimiz filmlerin sınıf içinde değerlendirilmesinden ve geleneksel sanatlarımızın animasyon sinemasına uyarlanmasının imkânlarından oluştu. Sinemanın terminolojisi ve başlangıç târihinde ortaya çıkan belge ve kurmaca filmden meydana gelen iki anlatım farkının ortaya konmasıyla, sessiz sinema çağıyla yeni bir evrene girilerek ortaya çıkan akımlar, türler, ülke sinemaları, yönetmen sineması gibi kavramlaştırmalar sinema dersinin omurgasını oluşturmakta.

Çetinoğlu: Asıl sormak istediğim hususa geçmeden önce nazariyatla alakalı olarak sorayım: Genç neslin görmediği-bilmediği sessiz filmler hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Kabil: Sessiz sinema, bilindiği gibi sinema târihinin sonraki evrelerinde beyazperdeye yansıyan hemen bütün türleri, kurgu biçimleri, trükleri1, yaklaşımları, temaları içeriyor. Komedi, dram, polisiye, western, melodram, bilim-kurgu, gelecek bilimi ve târihî film gibi türler bütünüyle daha sessiz sinema döneminde resmedilmiş, animasyon ve denemeye dayalı sinema gibi anlatımlar da yine ilk defa bu dönemde vücuda getirilmiştir.

Paralel kurgu da dâhil değişik kurgu biçimleri, kurgu yoluyla ta Mélies3’ye giden trükler yine bu dönemde filmlere nüfuz etmiş, hayatın gerçek renklerine duyulan merak anlamında bâzı filmlerin boyanmasına kadar gidilmiştir. Bu döneme genel bir bakıldıktan sonra, özelde Wiene4’nin Dr. Caligari’nin Kabini5 çalışmasıyla Alman Dışavurumculuğu6’na, Vertov7’un Kameralı Adam8’ıyla Sovyet Montaj Kuramı9’na eğildik, değişik dil ve duygu özelliklerini gördük. Bazin10’in, montaj kuramıyla klasik Amerikan sineması dilinin tematik11 olarak karşılaştırması bir diğer değindiğimiz mevzu oldu. Avrupa Sineması sonra gelen başlığımızdı; Danimarka’nın öne çıktığı sessiz sinema döneminden sonra, Sinema-Gerçek, Faşizm dönemi, Yeni Gerçekçilik, Yeni Dalga, Doğu Avrupa sinemasına ana hatlarıyla değinildi. Amerikan ve Avrupa sinemaları ağırlıklı Batı sineması ve literatürü hâkim yaklaşımlar olsa da, Asya ve Afrika sinemaları da dünya kültürünün diğer renkleri önemli olduğundan, bu sinemalara yer açmayı uygun gördük. Öte yandan, Türk sineması da başlı başına bir bölüm teşkil ettiğinden, ilk kuruluş yılları ve 1948’den itibaren dönem ve akım olarak nasıl bir manzara ortaya koyduğunu irdeledik. Sıra tek tek film seyrederek onları değerlendirmeye, tahlil etmeye, belli sahnelere giderek film okuması yapmaya vardı.

Çetinoğlu: Sormak istediğim soruya geçmeden önce bir ara sorum olacak İhsan Bey, ‘paralel kurgu’ dediniz. Ne anlama geliyor?

Kabil: Paralel kurgu, kısaca ifade etmek istersek, belli bir sahnede bâzı olaylar cereyan ediyorken, hemen diğer sahnede aynı anda başka bir mekânda veya yerde gelişen olayları göstermek, sonra tekrar başladığımız sahneye dönmek ve değişimli olarak iki sahne arasında gidip gelmektir.

 Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Asıl sormak istediğim şuydu: Nazarî bilgiler elbette lüzumlu. Sonrasında tatbikî bilgiler söz konusu mu? Kaliteli film yapmanın şartları, sinema dili ve film yapımcılığında kaliteyi yükseltecek diğer bilgiler gelecek mi? Mesela batıyı aynen taklit etmeden seyircinin beğeneceği, çevrildiği yıl klasikler arasına girebilecek, dünya ülkelerine satılabilecek filmler yapmanın yolları metotları gibi hususlar müfredat programında var mı? Mâlûmâliniz, hiçbir sanayi, dış dünyaya açılmadan gelişemez. Meseleye bu açıdan bakabilir miyiz?  

Hepsinden önemlisi biz kalarak, özümüzden-öz değerlerimizden tâviz vermeden hattâ onları öğretmeye ve benimsetmeye yönelik çalışmalar, bu şekilde dünya sinemaseverlerine hitap eder duruma erişilmesi düşünülmekte midir?  Bir filmde gördüm. Câmide imam farz namazını kıldırırken, cemaat imamın arkasında saf tutmadan, her biri câminin bir köşesinde imama uyarak namaz kılıyordu. Başka bir filmde görgü kurallarına aykırı bilgilendirmeler vardı vesaire… Bu tür aksaklıklar nasıl önlenebilir?

 Kabil: Evet, benim verdiğim, sinemanın fikri, estetik ve târihî boyutuna dair ve örneklemeler yaparak nazarî bilgiler. Tatbikat ise başka bir müfredatın ve diğer akademik bölümlerin konusu. İşâret ettiğiniz mevzular çok önemli ancak tam teşekküllü sinema bölümlerinde ele alınmalı. Ayrıca, yine aynı nokta-i nazardan hareket edersek, bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var; daha idealist ve kendi değerleri ve kültürüyle barışmış bir duruş.

Çetinoğlu: Sinema sanatı, geniş ufuk, sosyal ilimlerin hemen her alanında derin bilgiler gerektirir.  Senaryo yazarı, film yönetmeni ve hatta oyuncu olacak kişiler bu alanlardaki bilgi açıklarını nasıl giderebilirler?                                                                                                                            Kabil: Sinema sanatı; sosyoloji, edebiyat, târih, psikoloji gibi diğer sosyal bilim dallarıyla beraber işlendiğinde, çok zengin bir materyal sunma potansiyeline sâhiptir ve diğer dallarda okuyan öğrencilerin estetik ve hayatın diğer veçheleri anlamında alacağı çok şey vardır. Sinemayı yer yer üniversite öncesi eğitimin de bir parçası yapmak, bütün sanatları içinde barındıran ve dil olarak yeniliğini koruyan bu sanatı, insan ruhunun hizmetine sunmak anlamına gelecektir.