Günahlarımız bizi cezalandırıyor

Oyuncular
İyi bir oyuncunun tarifi yapılacaksa Olgun Şimşek’i göstermek yeterli. İster dizi ister film olsun, ister dram ister komedi olsun üstesinden gelemeyeceği bir rol yok. Uğur Yücel’in yönetti...
EMOJİLE

İyi bir oyuncunun tarifi yapılacaksa Olgun Şimşek’i göstermek yeterli. İster dizi ister film olsun, ister dram ister komedi olsun üstesinden gelemeyeceği bir rol yok. Uğur Yücel’in yönettiği Yazı Tura’dan dokuz yıl sonra ilk defa Pelin Esmer’in bu hafta vizyona giren Gözetleme Kulesi ‘nde karşımıza çıkınca kapısını çalmak farz oldu.

Günümüzün en iyi oyuncularından biri Olgun Şimşek. Oyunculuğunu tarif etmek zor. Sadece şunu söyleyelim: Role aklı, yüreği yatsın, alıp uçuran bir performansa imza atıyor. Lakin ortalıkta gözükmeyi de pek sevmiyor. Onu rolleri dışında bir yerlerde görmek zor. Ki bilinçli bir tercih bu. Yazı Tura’daki o efsanevi performansından bu yana bir filmde rol almadı. Nice teklifleri geri çevirdi. Ama dokuz yıl sonra Pelin Esmer’in, Altın Koza’dan, beş ödül kazanan Gözetleme Kulesi filminde karşımıza çıktı. Filmde dayısı tarafından tecavüze uğrayan bir kıza kucak açan, gözetleme kulesinde çalışan, kaybettiklerinin yasını tutan Nihat’ı oynuyor. Film bu hafta gösterime girince Olgun Şimşek’le konuşmak şart oldu. Çaldık kapısını, kırmadı ve ortaya bu söyleşi çıktı.

Yazı Tura’nın üzerinden dokuz yıl geçmiş. Uzun bir süre değil mi sinemadan ayrı kalmak için?

Seçici olmaya çalışıyorum. Yazı Tura’dan sonra çok teklif geldi, yer almadım. Dur bir ara vereyim diye bir durum yok tabii. Zaten ne arası vereceğim, tam da çalıştığım dönem. Oyunculuğu da seviyorum, oynamak istiyorum. Ama kendimi sinemada tarif ederken, gerçekten içinde olabileceğim, bana teklif edilen rolleri doğru tarif edeceğim projeleri ve beni seven, anlayan ‘iyi ağırlayan’ insanlarla çalışmayı seviyorum. Ağırlamaktan kastım, önüme bal börek koyulsun değil tabii.

Gözetleme Kulesi’ni neden kabul ettiniz?

İnsanın başına kötü bir iş geldiğinde ya da çelişkiler yaşadığında karşılaştığı bir suçluluk duygusu temel alınmıştı bu filmde. Oynadığım Nihat da bu suçluluk duygusuyla beraber bir acı çekme dönemi yaşıyor. O tarafı ilgilendirdi beni.

Nihat gibi erkekler az değil mi Türkiye’de?

Evet az. Olabildiğince rafine bir adam Nihat. Etrafına bulaşmadan acısını çeken bir adam. Acısını, toplum içinde değil, gözetleme kulesinde çekiyor, orada kendisini tamir etmeye çalışıyor. Bu anlamda bizde az bulunan bir insan tipi.

Gözetleme Kulesi bir anlamda yüzleşme filmi, sizce bu tür sorunlarla yüzleşebiliyor muyuz?

Kendimi dışlamadan konuşuyorum. Sağduyulu bir bakış genel olarak bizim toplumumuzda yok. Biz çok duyarlı bir toplum değiliz. Önyargılarımız var, bize öğretilmiş cümlelerle, kalıplarla yaşamayı seviyoruz. Empati kurmak yok. İnsanımız, ‘Yazık bu adama ya da kadına, onu da anlamak lazım’ anlayışı yerine yargılamayı seviyor.

Alevilik, Kürtlük, Türkmenlik… Bu kimlikleriniz nedeniyle önyargılarla karşılaştığınız oldu mu? 

Tabandan gelen birisiyim. Yaşantım olsun, ailem olsun, büyüdüğüm yerler, koşullar olsun bu tür durumlarla çok karşılaştım. Bunlar da hayatın sınavlarından biriydi benim için. Ben de sınavlardan başarıyla geçmeye çalıştım. Ne yapacaksın, hayatta önyargılı insanlar da var, öngörülü insanlar da. Bir şekilde onların arasında kendine yol bulmaya çalışıyorsun.

Öfke duyar mıydınız?

Duymaz olur muyum? Ben öfkeli bir insandım. Hâlâ da bu öfke var. Ama bu öfkenin potansiyel bir enerji olduğunu keşfettim ve onu faydalı bir hale dönüştürmeyi öğrendim.

Müzikle ilgilenmeniz, bağlama çalmanız, bir anlamda terapi görevi mi gördü?

Evet, tedavi etmiştir beni. Müzikle, doğayla, oyunculukla ilgilenmem tesadüfi değil. Karşılaştığım sıkıntılar çocuk yaşta benim ruhuma çarpmış ki, hakikati sunmak adına sanata yönlenmişimdir diye düşünüyorum.

Bağlama nasıl girdi hayatınıza?

Bizde okula başlayınca insanlar sosyalleşiyor ya. Ben de ilkokulda tanıştım bağlamayla. Babam ilgiliydi. Bende de yetenek varmış, devam etti.

Müzisyen de olabilirmişsiniz.

Beklenti oydu. Bu çocuk müzisyen olur diyorlardı.

Oyuncu olmanıza hayatın akışı mı karar verdi?

Oyunculuk daha ağır bastı. Şimdi bakıyorum da tercih etmek gerekseydi ikisini birlikte yürütmeyi isterdim. Ama oyunculuk çok geniş bir alan ve içinde müzik de var. Eğer iyi bir kulağınız yoksa rolün tonunu, tınısını algılayamıyorsunuz.

Ama hâlâ bir albüm çıkarmayı düşünmüyorsunuz değil mi?

Evet, düşünmüyorum. Çünkü benim 20 yıldır mesleki egzersizim oyunculukla ilgili. 20 yıldır bağlama çalan biri olsaydım, belki albüm çıkarırdım. Oyunculuk, müzisyenlikten daha iyi yaptığımı düşündüğüm bir iş. Daha iyisini yapabiliyorken, tutup o kadar da iyi olmadığım bir alanda kendimi profesyonel olarak tanımlamak istemiyorum. Zaman zaman bir dizi vesilesiyle, eş dost buluşmasında ortalık şenlensin diye ya da bir şıklık olsun diye şarkılar, türküler söylüyorum. Bu da bana yetiyor. Her şeyi yapayım diye bir hırsım yok. Genel olarak mesleki hırslara da sahip değilim.

Savaşlar kaçınılmazsa, benim umudum da kaçınılmaz

Biz sorun çözmeyi pek beceremiyoruz. Peki böylesi bir toplumda yaşamak sizi karamsarlığa itiyor mu?

Karamsarlık insanda yaşamsal sorunlar oluşturur. Bu sorunların oluşmaması için razı olmayı bilmek gerek. Ben de daha duyarlı bir toplumda yaşamayı tercih ederdim. Ama maalesef öyle değil. Bu umutsuz bir cümle olarak algılanmasın. Umudumu kaybetmiş değilim. Sadece biraz geç gelişen, geç öğrenen bir toplumuz. Sorunların üzerine el yordamıyla gidiyoruz. Bu sanatta da, siyasette de böyle. Ben de ülkenin şartlarıyla yaşamayı öğrendim artık.

Gelişme görüyor musunuz?

Görüyorum. Mesela bundan 10-15 yıl önce konuşamadığımız şeyler artık konuşuluyor. Biraz ağır ilerliyoruz. Hâlâ 30 yıldır çözemediğimiz temel problemlerimiz var. Ama bu öfkeyle, birbirini anlamadan, duymadan davranarak bu sorunları daha uzunca bir süre çözemeyeceğimizi ne yazık ki görüyorum. Ama umutsuz muyum? Değilim. Nasıl dünyada savaşlar, çatışmalar kaçınılmazsa, benim umudum da onlar kadar kaçınılmaz.

EMPATİ KURAMIYORUZ , YARGILIYORUZ

Gözetleme Kulesi ile Kanada’daki Toronto Festivali’ne gittiniz. Nasıl tepkiler aldınız?

İlk defa gören insanların tepkileri almak daha çok hoşuma gidiyor. Çünkü daha objektif bakıyorlar. Bir de başka ülkeleri görmek insana iyi geliyor. Toronto’da bizdeki insanların canını sıkacak düzeyde bir düzen ve huzur vardı. İnsan imreniyor. Şöyle bir düşünüyorum da, o huzur batar herhalde bize.

Huzursuz ediyoruz birbirimizi…

Biz, birbirimizi yargılamaya gelince mangalda kül bırakmıyoruz. Böyle bir yere varamayız. Çünkü bu dünyanın düzenini yargılayarak değil, empati kurarak anlayabiliriz.

KİRLİ BİR SAVAŞ VAR ORTADA

Olgun Şimşek bu toplumu nasıl görüyor?

Bir kitapta okumuştum ‘Günahlarımız yüzünden değil, günahlarımız tarafından cezalandırılırız,’ yazıyordu. Çok hoşuma gitmişti bu cümle. Benim için ‘Bu toplum niye böyle?’ sorusunun karşılığı şöyle: Biz toplum olarak çok fazla günah işledik ve o günahlar bizi cezalandırıyor. Ortada 30 yıldır devam eden, ne uğruna olduğu belli olmayan kirli bir savaşın ölüleri var. Ve hepimiz, bir ölçüde kendimi de dahil edebilirim buna, duyarsız kalıyoruz. Bu duyarsızlık devam ettiği sürece, ki bence bu bir günah, bu günahlar bizi cezalandırıyor.

KAR ZARAR HESABIYLA OYUNCULUK YAPMAM

Kendinizi neden bu kadar geride tutuyorsunuz?

Belki de mesleki olarak kendimi koruyabilmek, kirlenmemek için. Çünkü kendi halinde, ağır ağır ilerlemeyi tercih ediyorum.

Hani bize dayatılan başarı algısında görünür olmaya çok önem veriliyor. Ama siz görünmeden başarılı oluyorsunuz. İşin dengesini nasıl kuruyorsunuz?

Valla çok kolay olmuyor. İnsan egosu ‘Kendini göster, daha çok şey yap, daha çok başarı iste,’ diyor. Ama ego adı üzerinde sanal bir kimlik. Onun adı ego, ben ya da biz değiliz. İnsanın iç dünyasının karmaşasından çıkıp gelmiş, dışsal sebeplerden oluşturulmuş sanal bir benlik. Buna kapılmak istemiyorum. Ne kadar çok ortada görülürsen o kadar kârlı çıkarsın diye bir algı var. Ama benim öyle kârlara ihtiyacım yok. Kâr zarar hesabıyla yapmıyorum mesleğimi. Bir rolü gerçekten içselleştirebiliyorsam, ancak o zaman oynamayı seviyorum. Bana teklif edilen rolle, senaryoyla ve yönetmenle benliğimi buluşturmaya çalışıyorum. Bu buluşmada karşılıklı uzlaşma sezersem, o rolü gerçekleştirmek için elimden gelen çabayı gösteriyorum.

HAYAT, TOPUN GELİŞİNE VURARAK GEÇİYOR

Kitaplarla aranızın iyi olduğunuzu duydum?

Evet iyidir. Ama öyle kitap kurdu olduğumu söyleyemem. İnsanların gözünde bu adam inine, mağarasına çekildi sürekli okuyor, yeni şeyler öğrenmeye çabalıyor diye bir imajım olduğunun farkındayım. Ama bu bütünüyle doğru değil. Ben kitap kurdu bir adam, entelektüel biri değilim. Bana olsa olsa yarım aydın denir. Ama hislerime güveniyorum, empati kurmaya çalışıyorum, kendimce yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Ortada bir başarı varsa bunun sebebi bunlardır.

Planlı mı yaşarsınız?

İnsan kararlarıyla hareket etmekten çok duygularıyla hareket eden bir varlık. Birtakım kararlar alınır ama olaylar hiç umduğunuz gibi gelişmeyebilir. O yüzden çok planlama yaptığımı söylemem. Hayat, biraz topun gelişine vurarak geçiyor. Ama duyarlı olmaya çalışıyorum. Duyarlılığımı hiçbir kuralın, kalıplaşmış cümlenin bozmasına izin vermemeye çalışıyorum.

POPÜLER OLAN KÖTÜ ALGILANIYOR

Popüler bir oyuncusunuz. Geride duran bir insan olarak tanınmak sıkıntı veriyor mu size? 

Benimle ilgili geride ya da ileride durmak tanımı başkalarına ait. Ben bununla ilgilenmiyorum açıkçası. Bizde popüler olmak yanlış anlaşılıyor. Halkın değer yargılarına uygun olana popüler denir, ama günümüzde kötü olan, ölçüsüz olan işlere popüler yaftası vuruluyor. Mesela tanım gereği aslında Türk Halk Müziği, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal popüler olandır. Şimdi bunlar kötü şeyler mi? Bence derinlikli şeyler. Ama bizde halkın çok ilgi gösterdiği bir şey varsa, o kötü olarak algılanıyor ve popüler olana bir yargı geliştiriliyor. Oysa halkın çok fazla ilgilendiği işlerin arasında kötüler de var, iyiler de var. Burada gözden kaçan toplumun algıları. Mesela oynadığım Yazı Tura, Gözetleme Kulesi’nin popüler filmler olamamasının sebebi biraz da bu algılar. Günlük hayatlarımızda acılarımızla yüzleşmeyi, kendi duygularımıza çözümleler yapmayı seven insanlar değiliz. Genellikle duygularımızdan, acılarımızdan kaçıyoruz. Halbuki kaçmak çare değil. Çünkü o arkadan geliyor. O acılarla el sıkışman gerek. Ha, el sıkışma hali bir olgunlaşma, iyileşme ve gelişme örneği. Daha o aşamada değiliz.

Olgun Şimşek, 20 yıl öncesine göre, nasıl bir olgunlaşma, gelişme yaşadı? 

Olgunlaşma diye adlandırılacaksa bu süreç, deneyimlemekle ilgili bir şeydir.

OZANLARI UNUTTUK

Bazen şu türkülerini dinlediğimiz ozanlara neden kulak verilmiyor dediğiniz oluyor mu?

Oluyor tabii. Ama bizde Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaşi Veli hep ağzımızdadır. Birbirimizi sevelim, öldürmeyeceksin gibi laflar ortalıkta dolaşıyor. Ama bu sözlerin hakkı verilmiyor. Çünkü biz o büyük ozanları, bilge kişileri unuttuk. Önemsiyormuş gibi yapıyoruz ama önemsemiyoruz aslında. Çünkü barışçıl cümlelere değer verilmiyor. Zaten verilse bugün bu halde olmazdık.

Sabah