Yaşam Şifresi: Hem bilimkurgu hem duygusal

Filmler
Ali Abaday Bilgisayardan anlayanlar bilir, bir yazılımın insanların üzerinde çalışabileceği program diliyle yazılmasına kaynak kodu İngilizcesiyle source code denir. Program dilini bilmeyenlere karışı...
EMOJİLE

Ali Abaday

Bilgisayardan anlayanlar bilir, bir yazılımın insanların üzerinde çalışabileceği program diliyle yazılmasına kaynak kodu İngilizcesiyle source code denir. Program dilini bilmeyenlere karışık görünse de bilgisayarcılar için bu program üzerinde değişiklik yapılmasını sağlar. Ben Ripley’in senaryosunu yazdığı, Duncan Jones’un yönettiği Source Code/Yaşam Şifresi bu işlemin ileri düzeyde gelişmiş halinin zamanda kısa süreli yolculuk için nasıl kullanıldığını anlatıyor.

Chicago’ya giden bir trende uyanan Yüzbaşı Colter Stevens (Jake Gyllenhaal), dehşet içinde oraya nasıl gittiğini hatırlamaya çalışır. En son hatırladığı, ekibiyle Afganistan’da savaştığıdır, hemen ardından ise trende uyanmıştır. Karşısında oturan güzel kadın (Michelle Monaghan) onu tanıyor gibi konuşsa da adının Sean Fentress olduğunu iddia eder. Ne olduğunu kavramaya çalışan yüzbaşı, trende bomba patlayınca kendini bir kapsülün içinde bulur.

Kapsülden çıkmaya çalışırken bu kez ekranda bir başka kadın belirir. Adının Yüzbaşı Collen Goodwin (Vera Framiga) olduğunu söyleyen kadın, operasyonda olduklarını, önceliğinin trendeki bombayı, sonrasında da bombacıyı bulmak olduğunu söyler. Sorduğu sorulara yanıt alamayan Stevens’ın tek öğrenebildiği bombanın sekiz dakika içinde patlayacağıdır. Birkaç saniye sonra gözlerini trende açar, karşısında aynı kadın oturmaktadır. İlk önce her şeyin bir simülasyon olduğunu düşünen genç adam zamanla bunun farklı bir olay olduğunu fark eder.

Yaşam Şifresi kimi sahneleriyle akla Bill Murray ile Andie MacDowell’ın Groundhog Day/Bugün Aslında Dündü filmini getiriyor. Stevens’ın trene her dönüşünde olacakları bilmesi ve trendekileri giderek daha iyi tanıması bu düşünceyi tetikliyor. Ancak trende tanıştığı kadına kanı giderek ısınan Stevens, akla Tony Scott’un yönettiği Déja Vu’daki Denzel Washington’u getirmiyor da değil. Zira iki karakterin ilgi duydukları kadın da ölüyor. Tabii, zamanda yolculuğu konu alan çoğu filmdeki gibi, birinin ölmüş olması geçmişte hâlâ yaşıyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Stevens, trene her dönüşünde oradaki insanlarla yavaş yavaş âşık olduğu kadını, yani Christina’yı aynı şekilde buluyor.
 
Jones yine başarılı

Duncan Jones’un ilk filmi Moon/Ay da benzer bir konuyu işlemiş, bize bir kapsülde tek başına yaşayan astronotun hayatını göstermişti. Jones’un bilimkurgu türü de olsa karakterinin duygusal dünyasını perdeye yansıtmaktaki başarısını Yaşam Şifresi’nde bir kez daha görüyoruz. Stevens karakteri de tıpkı Ay’da Sam Rockwell’in hayat verdiği Sam Bell gibi bir noktaya sıkışmış durumda, bundan kurtulmaya çalışsa da bilmediği güçler tarafından engelleniyor.

Hızla başlayan ve izleyiciyi ilk 15 dakikada oldukça şaşırtan film daha sonra bu temposunu hafifçe düşürerek ağırlığı karakterlere veriyor. Bilimkurgu filmlerinde karakterlerin iç dünyasına genelde aksiyonun yanında pek yer verilmezken Jones, bunu filme iyi bir şekilde yedirerek başarıyor. Bu sayede aksiyon severler kadar, karakter ağırlıklı, karakterleri analiz eden filmleri tercih eden izleyiciler de tatmin oluyor.
 
İşi bilenlerin elinden çıkma

Zamanda yolculuk oldukça ilginç ama dikkatle işlenmesi gereken bir konu. İşi iyi bilenlerin elinden çıkan filmleri seyretmenin tadına doyum olmuyor. Yaşam Şifresi nitelikli bilimkurgulardan hoşlanan izleyicileri cezbedecek bir yapım. [Taraf]