‘Sil Baştan’ da bilimsel bir filmdi!

Filmler
İmza attığı herhangi bir müzik videosunda komplikeliğine hayran kaldığımız bir mizanseni nasıl basit ve yaratıcı hamlelerle oluşturduğunu öğrenmek zaten şaşırtıcıydı. Ancak insanın, Noam Chomsky’yle y...
EMOJİLE

İmza attığı herhangi bir müzik videosunda komplikeliğine hayran kaldığımız bir mizanseni nasıl basit ve yaratıcı hamlelerle oluşturduğunu öğrenmek zaten şaşırtıcıydı. Ancak insanın, Noam Chomsky’yle yaptığı röportajı, kareleri tek tek kendi çizerek gerçeküstü bir animasyona dönüştürmesi Michel Gondry’den bile beklenmeyecek bir çılgınlık… Gondry bu hafta, söz konusu projesi ‘Uzun Boylu Adam Mutlu mu?’ için !f İstanbul ’un konuğu oldu. Radikal’e konuşan yönetmen Michel Gondry;  Chomsky’ye olan hayranlığından bahsetti, çocukluğundan beri bilime nasıl meraklı olduğundan dem vurdu ve filmi üzerine kurduğu Chomsky’nin linguistik teorisinden nasıl etkilendiğini anlattı.

Neden Noam Chomsky’yle konuşmalarınızı animasyonla aktarmayı tercih ettiniz? Chomsky’nin fikirlerini daha ulaşılır kılmak için mi? Yoksa bu mecrada nerelere gidebileceğinizi görmek için mi?

Belli bir amacım yoktu aslında. Ama yaklaşık 10 yıldır bilimsel bir araştırmadan yola çıkan soyut bir animasyon yapmayı istiyordum. Noam’la tanıştığımda onun üzerine bir belgesel çekmeyi falan düşünmüyordum. Sonra benim animasyon stilimle onun bilimsel çalışmalarının ve kişisel hikâyesinin birbirine çok uyacağını düşündüm. 

Chomsky’yle sekiz yıl önce tanışmışsınız. Bu belgesel fikri hangi noktada ortaya çıktı?

Medyaya yönelik siyasi eleştirileri ve dünyanın tüm bölgelerindeki azınlık haklarını savunma biçimi her zaman ilgimi çekti. Siyasi görüşü o kadar geniş bir alanı kapsıyor ki ilgi duymamak imkânsız. Ama politik görüşlerine değil de bilimsel çalışmalarına odaklanırsam, onun külliyatına daha çok katkım olur diye düşündüm. Çünkü meselenin bu tarafını ele alan çok fazla iş yok. Çocukluğumdan beri bilime çok meraklıyım. Noam da bilim sürecini çok basit tanımlarla anlatıyor ve günümüz biliminde eksik olan unsurları gösteriyor. Soyut bir şeyle karşılaşıldığında deney yapmanın gerekliliğinden bahsediyor. 

Her ne kadar bilimsel yaklaşımına odaklansanız da bir bölümde politika da işin içine giriyor. Chomsky’nin bilimsel çalışmaları politik görüşlerine nasıl yansıyor? 

Bunun cevabını vermek zor çünkü kendisine de sık sık bu soru sorulduğunda o, bu iki alan arasında paralellik kurmak istemediği cevabını veriyor. Onun için iki ayrı şey bunlar. Şöyle de bir durum var: Politikaya ilgi duymaya başladığı nokta, 1940’lardaki İspanya İç Savaşı. Dil çalışmalarına ise daha sonra başlıyor. Yani ta başından beri politikanın içinde… Ama bence bilimsel çalışmalarında da siyasi alanda yaptıklarında da ortak bir keskin tavrı var. Siyasi alanda söylediği her şey, doğrulanmış gerçeklerle, bilgilerle destekleniyor. Bu da bir şekilde bilimsel bir yaklaşım bence…

Filmde Chomsky, Türkiye ’deki Kürtlerin barış konferansına katılıyor. Sizin çizimleriniz de o bölgeyi bilenler için çok gerçekçi. Halihazırda vâkıf mısınız Kürt meselesine? Yoksa bir araştırma yaptınız mı?

Çizimler öncesinde araştırma yaptım elbette. Ve Noam’ın anlattıklarından yola çıkarak hayal gücümü kullandım. Bu sahnede de insanların saçları rüzgârda sallanıyor, Noam’ın sesi de dalga dalga yayılıyordu. Tabii ki Kürt meselesine vâkıfım. Ve farklı ülkelerin sınırları arasında bölünmüş halkların da bir şekilde ortak özellikleri var. Hepsi, dağıldıkları ülkelerde baskıyla karşılaşıyor. Orada genç insanların canlı enerjisini, açık zihinlerini hayal edebiliyorum. Onun bu gibi bir manzaradan nasıl mutlu olduğunu görmek çok heyecan vericiydi. Çünkü Noam, bir ülkeyi yönetenlerle yönetilenleri ayırt etmeyi, ülkeler içindeki farklılıkları görmeyi çok iyi başarıyor. 

‘Uzun Boylu Adam Mutlu mu?’ sayesinde insan sinemanın illa kolektif bir sanat dalı olması gerekmediğini iddia edebilir neredeyse. Tüm filmi kendiniz çekip, animasyonu da kendi başınıza yaptınız. Sizin için ideal olan çalışma yöntemi bu mu?

Evet bence bu bana çok uygun bir çalışma yöntemi. İnsanları projene inandırmak, bütçe bulmak, bir ekiple çalışmak gibi işlerle uğraşmıyorsunuz. Tabii ki filmi, sırf daha az paraya mal oluyor diye böyle çekmedim. Hatta bitimine yakın belli bir bütçe gerekti film için. Ama en azından post-prodüksiyona gelene kadarki aşamada tek başımaydım. Kendi Bolex kameramla, tripodumla ve kâğıtlarımla bu filmi çekebildim. Bu da muhteşem bir şeydi. Sıfır bütçeyle film çekilebileceğini gösterdi. 

Filmin girişinde bunun belgesel olsa da kurmaca olmaktan çıkmadığını söylemeniz, bir şekilde Yeni Dalga’nın yabancılaştırma yöntemlerini hatırlattı. Yeni Dalga’nın Fransa sinemasına nasıl bir miras bıraktığını düşünüyorsunuz?

Maalesef çok dogmatik olduğunu düşünüyorum. Bunun için de bir açıklamam var. İşe Cahier du Cinema’da yazarak başlayan yönetmenlerin bir kısmı, 1950’lerde filmlerin çekilme şekline karşı çok sabit fikirli eleştiriler getiriyorlardı. Özellikle de Truffaut’nun eleştirileri, belli bir sinemaya karşı çok acımasızdı. Sonra film çekmeye başlayınca, çoğunlukla filmleri de yazıları kadar akademik oldu. Tabii ki bazı Yeni Dalga filmleri inanılmaz iyidir. Yine Truffaut’nun ‘400 Darbe’si gibi… Goddard hâlâ inanılmaz filmler çekmeye devam ediyor. Ama şöyle bir şey var: Fransa, film eleştirisi halen Yeni Dalga’nın etkisi altında. Bu da Fransız sinemasının gidebileceği yerleri kısıtlıyor. Fransa’da film çektiğinizde Yeni Dalga’yla karşılaştırılmamanız imkânsız. Bu, çok sınırlayıcı.

Filmin !f’teki gösterimi sonrası yapılan söyleşide 20’nci yüzyıl Fransız felsefesiyle başınızın hoş olmadığını söylemiştiniz. Şimdi de Yeni Dalga’dan çok hazzetmediğinizi söylüyorsunuz. Bu gibi görüşleriniz Fransa’da nasıl yankı buluyor?

Fransa’da bu fikirlerimi henüz açıklamadım! Ama bence orada daha çok tepki alacağım. Sartre veya psikanaliz üzerine çalışan Fransız filozoflarla ilgili tartışmalara girebilecek kadar güçlü bir hafızam yok. Onlardan nasıl uzaklaştığıma dair bir hissim var sadece. Ama Fransız gazeteciler bu konuda beni bayağı terletecek! 

‘Uzun Boylu Adam Mutlu mu?’da da önceki filmlerinizden ‘Sil Baştan’da da ağır felsefi meseleler, rüya benzeri, çocuk oyunlarını andıran bir tarzda perdeye geliyor. Bu ikisi arasındaki dengeyi bulmak nasıl mümkün oluyor?

‘Sil Baştan’da da bilimsel bir konsept vardı. Hafızanızdan bazı anıları silme imkânınız üstüne bir hikâyeydi. Charlie Kaufmann’ın senaryosu, anıların her zaman gerçeğe uygun olmadığı, kişinin kendi sezgileriyle şekillendiği fikri üzerineydi. Bu da benim için iyi bir çıkış noktası oldu. Burada da Chomsky’nin bilimsel ve felsefi yaklaşımından yola çıktım. Ama sonuç çok daha sanatsal oldu. Mesela bazı sahnelerde hücre bölünmesi veya DNA modellerini tasvir ettim. Ama bunlar, CGI’la (bilgisayar ortamında yaratılan görüntü) yapıldığındaki gibi gerçekçi tasvirler değillerdi. Benim amacım sanatsal bir şeyler yapmaktı. Noam’ın tam olarak söylediğini yansıtmadım, onu benim algılama şeklimi çizdim. 

CGI’dan bahsetmişken, teknolojiye değil de eski usul film illüzyonlarına ağırlık vermeniz de tarzınızın önemli bir parçası. Bunun sebebi ne?

Çok basit. İlk kez 1986’da 16 mm’lik bir kamera almıştım. O zamanlar çaldığım grubun müziği üzerine animasyonlar yapmaya başlamıştım. Ve bunun için evde bulabildiğim malzemeleri kullanıyordum. Belli bir tarz arayışı sonucu, nostaljik olsun diye böyle bir tercih yapmadım yani. Bu benim yetişme şeklim. 90’ların ortasında dijital efekt de kullandım. Hatta bu teknolojinin dönemi için çok yeni özelliklerinden faydalandım. Daha sonra da ikisini bir araya getirebileceğimi fark ettim. Ve çoğu zaman da bu işi ilk nasıl yapıyorsam onları tekrar uygulamak istediğimi gördüm.