Para: Varlığı Bir Dert…

Filmler
Hazırlayan: Selim Sebilci Ölçü şu iki kutlu söz: “Çalışanın hakkını alın teri kurumadan verin”, “Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir.” Tüm bu kapitalist numaralar...
EMOJİLE

Hazırlayan: Selim Sebilci

Ölçü şu iki kutlu söz: “Çalışanın hakkını alın teri kurumadan verin”, “Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir.”

Tüm bu kapitalist numaralara, atraksiyonlara [ya da fraksiyon mu demeliydik?] karşı iki kuvvetli panzehir olarak okuyabilirsiniz yukarıda andığımız hadisleri. Öyle ya; insan, ne zaman ki kazanma hırsıyla çevresini unuttu, paranın cazibesine kapılıp tüm yaşantısını ona endeksli kıldı, işte o zaman insanlığını da unuttu.

Kapitalizm nedir, önce ona bakalım. Öznel bir tarifle; kapitalizm, para kazanma, kazanılan parayla daha çok para kazanma sistemi… Bilimsel sosa bandırılmış tarifi: Sermaye sahiplerinin iktisadi sahada sadece kâr gayesiyle serbest faaliyette bulunması, sırf pazar için üretim yapılması esasına dayanan iktisadi, sosyal ve siyasi sitem, sermayedarlar rejimi.

Michael Moore son belgesel filmine çok ilginç bir isim seçmiş: Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi… Öznel tanımlamada değindiğimiz paranın parayı çekmesi, kısacası; paranın çekiciliği aşkı da beraberinde getiriyor olsa gerektir ki, Moore şahane bir tespitle bu adı koyuyor belgeseline. İnsanın para için –bir noktadan sonra ve tabii ki vicdanı tefessüh etmişse- her şeyi yok saydığı, Makyavelist zihniyetle para için her şeyi yapmayı mübah gördüğü bir düzleme çekiyor bizi. Bu düzlemin dünyadaki en somut ismine; Amerika’ya…

Koca bir günü bitirdiğinde kasasına –ve kesesine- giren kâra bakan, hayatının merkezine kârı koyan ve hayatı bu kaba kelime üzerinden okuyan bir hayatı eleştiriyor Moore. Bu yozlaşmış sistemin küçük adam üzerindeki etkisine çeviriyor kamerasını. Onları kapitalizmin kurbanları olarak, dahası bu aşk uğruna harcanan talihsizleri olarak gösteriyor bize. Mesela; belgeselin bir karesinde aldığı konut kredisini ödeyemeyen, ödeyemediği için de haciz üstüne haciz yiyen bir kadını uzun uzun ‘zoom’ yapar kamera. Kadının yüzündeki acıyı –her ne kadar Moore belgesellerinde artık bir klişe olarak karşımıza çıksa da bu ‘zoom’ meselesi- izleriz bir zaman.

Moore ülkesini eleştiren bir adam değil, ülkesindeki yanlış politikaları, insanın sömürmeye odaklı sistemleri eleştiren bir adam. Hasta’da yanlış sağlık sistemini, Benim Cici Silahım’da silah kartellerinin para kazanması için çevrilen dolapları, Fahrenhayt 9/11’de ikiz kule saldırısının perde arkasına bakmaya çalışmıştı.

Aslında; Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi Moore’un son üç belgesinin özü niteliğinde. Moore son üç belgeselinde de tüm kirli ilişkileri, hesaplaşmaları yakalamaya çalışırken hep aynı sonuca varmıyor muydu: Birileri çok kazansın, diye tezgâhlanan oyunlardı bunlar.

Örnekler verelim isterseniz, konuyu somutlaştırmak için: Moore ‘küçük şeyler’ üzerinden kuruyor filmini. Normal bir insanın normal yaşantısındaki küçük şeylerle başlıyor zaten bu aşk hikâyesi de. Ev sahibi olmak, salt bize özgü bir kavram değil işte! Bankaların; onlarca reklamla, janjanlı paketlerle insanları kandırıp konut kredisi –morgıç dedikleri kredi- vererek aldırttığı evi, dahası sonra o insanların elinden nasıl aldığını görüyoruz. Daha doğrusu bir anda yüzde elli ya da yüzde yüz artırılan ipotek ödemelerini ödeyemeyenlerin beş on yıl dayandıktan sonra evlerinden kovulmalarını izliyoruz. Bu sistemin adı işte Kapitalizm

Öyle kâra odaklı bir sistem ki çocukları –güya- ıslah etmek için kurdukları çocuk hapishanelerine bir şirketmiş gibi, bir hâkimi hissedar yapabiliyorlar mesela. Hal böyle olunca, çocuk hapishanesine hissedar olan hâkim efendi, kazancını arttırmak için boş durmuyor, uydurduğu suçlarla hapse gönderdiği çocukları –güya- sokaktan alıp eğitiyor. Tabi, yok canım daha neler, diyebilirsiniz. Biz, Moore’un yalancısıyız!

İşte, tüm bu küçük şey birleşince ortaya büyük bir problem çıkıyor ki adına da ‘küresel kriz’ diyoruz. Amerika’da bir kelebeğin kanat çırpması Hindistan’daki muson yağmurlarını bile etkiliyor ya hani… Kelebek Etkisi diyor buna bilim adamları. Şöyle bir uyarlama yapalım: Çok uzaklarda bir yerlerde dipsiz kasalarını –küpün suyu mu çıktı!- doldurmaya çalışan büyük şirketlerin ufak sallantıları küresel kriz depremine mi sebep oluyor?

Bu arada tüm bu para kazanma cambazlıklarına rağmen, büyük bankaların –büyük tröstlerin, yardımı yine federal bankadan alması, yedi yüz milyar gibi korkunç bir rakamın bu bankaları kurtarıcı kredi olarak sunulması da ayrı bir ironi…

Michael Moore’un son belgesel filmi Kapitalizm: Bir Aşk Hikâyesi kesinlikle izlenmeyi hak eden bir yapım. Krizin etkilerinin dünya genelinde henüz geçmediği, etkisinin hissedildiği şu günlerde özellikle izlenmeli.

Kara parasını aklamak için milli piyangodan büyük ikramiye kazanan adama ikramiyenin bir miktar fazlasını vermeye razıdır karanlık işler çeviren adam. Şöyle der teklifini yinelerken: Paranın yüzü sıcaktır, Osman bey…

Kemal Sunal’ın şahane kara mizah örneği filmi Talih Kuşu’nda geçiyor bu sahne.

Öyle ama değil mi? Paranın yüzü sıcaktır, hem de yakacak kadar sıcaktır. Zaten önce vicdanı yaktığı için paranın sıcaklığı, başlıyor işte bu nesepsiz aşk hikâyesi!

Şükür ki rızıkları veren Allah!