O da Mı Oyunculuğu Bırakıyor?

Filmler
Erkan Can’la sohbet etmek çok keyifli, bunu yazıya dökmekse bir o kadar zordur. atv’nin Son dizisinde oynuyor, orada Komiser Ali’yi canlandırıyor. Bu arada iki de tiyatro oyununda ro...
EMOJİLE

Erkan Can’la sohbet etmek çok keyifli, bunu yazıya dökmekse bir o kadar zordur. atv’nin Son dizisinde oynuyor, orada Komiser Ali’yi canlandırıyor. Bu arada iki de tiyatro oyununda rol alıyor. Biri Paçi, diğeri Alevli Günler. Aslında nefes alacak zamanı yok. Setten oyuna, oyundan sete, çılgın bir programı var. Bu tempoya en çok dokuz yaşındaki kızı bozuluyor. Ama tüm bu sıkışıklık arasında biz uzun uzun sohbet etme fırsatı bulduk. Her şeyden konuştuk. Diziden, hayattan, aşktan, sinemadan, tiyatrodan, gelmişten, geçmişten…

– Son, gizemli bir dizi. Siz ne biliyorsunuz bizim bilmediğimiz?

– Ben de bir şey bilmiyorum kızım. Hakikaten bilmiyorum. 25 bölüm dediler, bu beni cezbetti. Başı belli, sonu belli. Yazın işlerim var, uzun soluklu bir diziye enerjim yoktu. İki oyunum var, turneler var. Dizi girdi işin içine, iki ekiple çalışıyoruz. İki ekiple çalışınca üç-dört bölüm iç içe çekiliyor. Bugün bekliyorum, çekimim olabilir. Duruma göre, gerilla taktiğiyle çekiyoruz diziyi. Kimsenin programı belli değil. Diğer dizilerde üçdört bölümde bu sistem oturur, kişilerin günleri belli olurdu. Şikayetçi değilim, bu dizinin gidişatı böyle. Böyle olması gerekiyor. Önceliği diziyi veriyorum tabii. Tiyatro programıma uyduktan sonra benim için problem değil.

– Dizinin konusu da, çekim koşulları gibi bir bilinmez halinde…

– İlk üç bölümü okuduk, sonrası da anlatıldı. İlginç. ‘Uluç Bayraktar çekiyor,’ dediler. ‘Tamam,’ dedim. Ekip çok iyi. Hızlı çalışıyorlar. Ne çektiklerini çok iyi biliyorlar. Senaryonun başı sonu belli olduğu için her şeye hakimler. Bizi onlar yönetiyor. Bu, rolü çalışırken çok etkili oluyor. Bana rolü verdiler, karakter belli. Berkun Oya da çok güzel yazmış. İlk üç bölümde çok meraklandım. Dördüncü bölümden sahneler çekiyoruz ama konuyu bilmiyoruz! ‘Şöyle mimikler yap,’ diye yönlendirmeler yapıyorlar, çünkü onlar biliyor, biz bilmiyoruz. Onlar tam anlamıyla oyuncuyu yönlendiriyor. Biz de uyum sağlamaya çalışıyoruz.

– Bu durum oyuncuyu rahatlatır mı, gerer mi?

– Beni germiyor. Zaten hayat da böyle değil mi? Gelecekte ne olacağını bilmiyoruz. Bilmediğin için gardını alamazsın. Dizinin geneli hakkında bilgimiz var, karışık şeyler olacak. Ben, Komiser Ali karakterini oynuyorum. Bir sürü olaylar olacak, Ali çözecek herhalde. Ya da Ali de bu olayların içine girecek. Ya da katil Ali çıkacak! Acaba bir katil var mı dizide, onu da bilmiyoruz ki… Set arasında makara yapıyoruz, ‘Katil Ali çıkıyormuş,’ diye. Katil diye bir şey de yok ama… Herkes birbirine soruyor, ‘Sen ne olacaksın?’ diye. Senaryonun dışında senaryolar yazıp gülüyoruz. Böyle bir senaryoda çalışmak beni heyecanlandırıyor. Değişik bir stil ve durum deniyoruz. Bu da tüm oyuncular için ilginç oluyor.

– Berkun Oya’yla daha önce işbirliğiniz var mıydı?

– Berkun’u biliyorum. Çok iyi bir kalemi var. Tiyatro oyunlarını takip ediyorum. 25 bölüm yazmış, bir kaçmaca kovalamaca hikayesi. Meraktır ya seyrettiren, tiyatroda da böyledir, filmde de böyledir. ‘Acaba ne olacak?’ duygusu hep önde. Bu dizide başrol falan yok. Olayın kendisi başrol, dizinin bütünü başrol. Biz de hikayeye hizmet ediyoruz. Lost falan diyorlar, onun gibi işte. Uluç Bayraktar’ın daha önce çektiği Ezel’e bakarsak, o başka bir türdü. Son da öyle, belki bir tık üstü; daha konsantre hali.

– Dizinin ilk bölümünde ‘Eşinizi gerçekten tanıyor musunuz?’ deniliyor? Kim kimi gerçekten tanıyor sizce?

– Bunlar popülist söylemler. Belki tanıyorumdur, belki tanımıyorumdur. İnsan sonuçta…

MAHALLE DİZİLERİ, YERİNİ YENİ TÜRLERE BIRAKIYOR

– Eskiden mahalle dizileri vardı… Bu yeni tip diziler sizi heyecanlandırıyor mu?

– Tabii. Gerekiyor bu tarza geçmek. Mahalle durumu önemli, iyi de bir konsept. Ben mahalle çocuğuyum, herkes mahalle çocuğuydu ama büyükşehirlerde mahalle de kalmadı. Modern dünyaya giriyoruz, Avrupai oluyoruz. Doğal olarak dizi tarzları da değişiyor. Değişmeli zaten, sonuçta genç kuşak alttan geliyor ve onlar kendi kültürlerini getiriyorlar. Apartman, site, AVM kültürü. Mahalle de kalmadı neredeyse, haliyle mahalle dizileri yerine yeni türler geldi. Bir de burası İstanbul. Tüm dizileri de İstanbul’da çekebiliyorsun. İstanbul Anadolu’nun süzülmüşü. İstanbul’da ne ararsan var.

– Diziler de evriliyor otomatik olarak sanırım…

– Aynen öyle. Değişmek zorunda. ‘Değişmeyen tek şey değişim,’ demiş ya baba. Öyle bir şey işte. Dizilerde çok çeşit var, bu türün de olması iyi. Her beyin ayrı bir dünya. Beğeniriz, beğenmeyiz o ayrı konu. Ama ben olması taraftarıyım. Çünkü bu renklere baktığımız zaman, ülke olarak kendi rengimizi de belirleyeceğiz. Bu renklerin karışımından güzel bir renk çıkarabilir miyiz bakalım? Çıkmalı bence. Bu süreçte oturuyor taşlar yerine. Bunlar olmadan hayal ettiğimiz şey olmayacak zaten. Bunları geçmemiz lazım, hızla ya da yavaş. Hepimiz bir geminin içindeyiz. Geçişleri yaparken, kırmadan dökmeden yapmamız gerekiyor. Sağduyulu bakmak lazım olaylara. Yapıcı olmamız gerekiyor. Televizyonlarda ülkemizin durumunu görüyoruz. Her kesime hitap edebilen diziler var, çok. Ama bu da zaman içinde ayıklanıp yerine oturacak.

GALALARDA ‘TUVALETE GİDİYORUM,’ DEYİP KAÇARIM

– Kiminle sohbet size keyif verir?

– Arkadaşlarımla. Ben sohbet etmeyi çok severim. Sohbetinden keyif aldığım bir sürü isim var. Önder Çakar var mesela. Onu sabaha kadar dinleyebilirim. Zafer Algöz’ü sabaha kadar dinleyebilirim. Ben barpavyon, gürültülü yerler sevmem. Çünkü eğlenemem öyle yerlerde. Mecbur olduğum için galaya, kokteyle falan gidiyorum ama fazla kalmam. ‘Tuvalete gidiyorum,’ derim, kaybolurum. Sıkıldım mı giderim ortamdan, kimse göremez beni. Birbirimizi duyabileceğimiz ortamlardan hoşlanıyorum.

– Sohbet etmeyi sevdiğiniz belirli konular var mı?

– Her şeyden konuşabiliriz. Sohbet masadan başlar Goethe’den, Marx’tan, edebiyattan çıkar. Ağacın dalından başlarız, ekolojik dengeden çıkarız. Ama yine başa döneriz, ağacın dalına. Film tekniğiyle sohbet ederim ben. Bir şeyi bir şeye bağlarım. Bir saat sonra konuya başladığım yere dönerim. Flash back tarzıyla yani. Ali Sürmeli’yle mesala sabahlara kadar, üç-beş gün sohbet edebilirim. Saatlerce, aynı evin içinde konuşmadan da oturabiliriz. Eşref saati, eşek saati durumu var.

– En keyifli olduğunuz zaman dilimi sabah mı, akşam mı?

– Sabahları bazen nemrut olurum. Ama nemrutluğumu sete gidene kadar atarım. Sete çok moralli girerim.

– Sabit fikirli biri misiniz?

– Sabit fikirli değilim. Fikrim değişir. Bazen hayat çok güzel gelir, bazen berbat. O gün hayatı sevmiyorsundur, aşkı sevmiyorsundur. ‘Aşk da nedir ?’ diyebilirim bazen. Ama hayata bakışım değişmez. Hayata sosyal pencereden bakarım. Hak, hukuk, adalet, insan hakları konusundaki fikirlerim değişmez. Bugün hiçbir şeyi sevmeyebilirim ve hoşlanmayabilirim. O demek değildir ki, ben aşkı sevmiyorum. Bazen kendini bile sevmiyor insan. Kendimi sevmediğim zaman zaten, bende bir şeyler yanlış gidiyordur.

– Türkiye gündemi yoruyor mu sizi?

– Yoruyor ya… Çok hızlı gidiyor, her gün gündem değişiyor. Bazen takip edemiyorum, bazen kafam karışıyor. Nasıl olacak diye düşünüyorum. Orada canım sıkılıyor işte. Zor işler. Herkesin işi zor ama. Bir ülkede yaşıyoruz ve ülkenin insanlarının çoğu fakir, çoğu geçim derdinde. Çoğunun sosyal gereksinimleri karşılanmamış, evsiz, barksız. Üzüldüğüm bunlar. Bunların acısına dair düşüncelerim değişmiyor. ‘Bunlar nasıl hallolur?’ diye hep düşünüyorum. Ben tiyatroyla görevimi yapıyorum belki. 38 senedir oyunculuk yapıyorum. Sinema ve tiyatrodan anlıyorum. Ben de görevimi en iyi şekilde, kırmadan dökmeden yapmaya çalışıyorum. Bazen sürçüyor dilimiz. Bunu fark ettiğim zaman Allah’ına kadar özür dilerim

SİNEMADA HÂLÂ KENDİ STİLİMİZ YOK

– Peki ya sinema?

– Sinemada hâlâ kendi stilimizi arıyoruz. Fransız filmini ilk karede anlıyorsun. İmzasını atıyor bir yere. ‘Bunların tavrı, tarzı bu. Bu kanaldan yaklaşıyorlar,’ diye düşünebiliyorsun. Biz de tarzımızı arıyoruz. Az kaldı, bulacağız.

– Bizim söylemimiz ne?

– Sinemanın dünya genelinde derdi, dünya dertlerini anlatmaktır. Kırmadan dökmeden, orta yerden bakarak, ayna görevi görüp, insanları yüzleştirerek yapmak gerek. İyiden taraf olacağız tabii ki. Dünyada bir yerde biri, ilk kareden ‘Bu Anadolu filmi,’ diye anlamalı.

– Bir oyuncu gözüyle keyif aldığınız yönetmenler var mı?

– Bir sürü var. Genç yönetmenler de var. İstikbal vadeden bir sürü isim var. Çoğunluk’u çeken Seren Yüce var, 10 numara. Daha film çekmemiş genç yönetmen adayları var. Onların kafalarını biliyorum, dertleri var ve sinemaya âşıklar. ‘Bir film çekeyim de parayı bulayım,’ derdinde olmayan çok yönetmen var. Bunların bazıları da televizyondan geçiyor. Orada antrenman yapıyor. Diziler sinemanın alt okulu gibi. Çocukların pratiklerini yaptığı yer. Sinemada oynayacak oyuncuları da dizilerden seçiyorlar. Eskiden sinema yönetmenleri tiyatrodan seçerdi oyuncularını. Şimdi dizilerden seçiliyor. Sinema ve dizi sektörü birbirini besliyor.

İŞ TEMPOM YÜZÜNDEN KIZIM KAPRİS YAPIYOR

– İki tiyatro oyununda rol alıyorsunuz…

– Paçi’yi yeni sahnelemeye başladık. 23 oyun oynadık. Diğeri de üç sezondur oynadığımız Alevli Günler. İkisinin de sözü çok güzel. Sonra dizi var, vakit kalırsa kızımla ilgileniyorum.

– Kaç yaşında kızınız?

– Dokuz. Okula gidiyor, eve geliyor.

– Hâlâ âşık mı size?

– Âşık ama ara sıra fırça yiyorum. Görüşemiyoruz çünkü. Kapris yapıyor haklı olarak. Gidiyorum uyuyor, geliyorum uyuyor. Uykuda seviyorum bu aralar. Bir zaman sonra bu işlere ara vereceğim, yeter! Rölantiye alacağım kendimi.

– Tiyatro mu, diziler mi daha keyifli?

– İkisi de keyifli. Keyif vermedi mi, yapamam zaten. Tiyatronun heyecanı başka. Kameranınki başka. İkisinin lezzeti ayrı ama çok tatlı ikisi de. Tiyatro daha bir canlı olduğu için adrenalin durumu daha farklı. Oyun bittikten sonra yatamıyorum, uyuyamıyorum üç-dört saat. Enerji patlaması oluyor, bir oyun daha olsa oynarım, o derece. İki saat ne oynuyorsan, o karaktere kanalize ediyorsun kendini. Her şey tiyatroda yarım oluyor. Kendinle mücadele ediyorsun, kendini tamamlamaya çalışıyorsun. Kendimle sahnede uğraşmak hoşuma gidiyor.

Sabah